Göçmenler ve mülteciler üzerinden estirilen tüm bu fırtınanın bedelini Sinn Fein ağır ödedi. İktidara çok yakın olduğu düşünülen parti, artık seçimlerde bir başarı gösteremeyecekmiş gibi görünüyor.

İrlanda genel seçimlere gidiyor

İrlanda’daki koalisyon hükümeti kurulduğu günden (2020) bu yana pek çok önemli krizi göğüslemek zorunda kaldı. 8 Şubat 2020 yılında yapılan erken genel seçimlerin kazananı Sinn Fein olmuş gibiydi. Parti, tarihinde hiç erişmediği düzeyde oy oranlarına erişmiş ve sistemi büyük bir krizle karşı karşıya bırakmıştı. Yüzyıldır değişmeyen Fianna Fáil ve Fine Gael iktidarı, ilk defa önemli bir ikilemde kalmıştı. Muhalefetteki pek çok parti tarafından diktatörlük olarak tanımlanan bu yapıyla hangi partinin uzlaşacağı ve hükümetin kurulmasında kilit rol oynayacağı muammaydı. Hatta bir ara Fianna Fáil lideri Micheál Martin, genel seçimlerin tekrarlanabileceğini dahi ima etti. Bu kördüğümü yeşiller hareketi (Green Party) çözdü. Parti lideri Eamon Ryan, geçmişteki radikal söylemlerine ve hükümet karşıtı tavırlarına bir sünger çekti ve küçük ortak olarak daha fazla bakanlık alabilmek için önemli pazarlıklar yürüttü. Ortak küçüktü, ancak işlevi oldukça büyüktü. Yeşiller hareketi, İrlanda’daki ikili iktidar yapısından bıkan kitleleri seçeneksiz bıraktı ve FF-FG iktidarına yeşil ışık yaktı. Ülke tekrar bir genel seçim olasılığından ve bu tekrar seçimlerin yaratacağı Sinn Fein fırtınasından kurtulmuş oldu.

Covid-19 pandemisi, Ukrayna-Rusya savaşı, konut ve yaşam maliyeti krizi Dublin siyasetini derinden sarsmıştı. Bu kriz fırtınası içinde Fine Gael’de önemli bir değişim oldu. Başbakan (Taoiseach) Leo Varadkar, parti liderliğinden ve tüm görevlerinden aniden istifa etti. LGBTİ kimliğiyle ve toplumsal özgürlükler konusunda öne çıkan liberal ve sembolik bir ismin liderlikten çekilmesi oldukça dikkat çekiciydi. İrlanda siyaseti giderek muhafazakarlaşan ve ırkçı bir yöne doğru ilerleyen küresel siyaseti takip ediyordu. Herkes tüm bu krizler silsilesinin ana muhalefetteki Sinn Fein’e yarayacağını düşünüyordu. Nitekim genel seçimlerden sonra yapılan kamuoyu yoklamalarında, SF tek başına iktidar olacak kadar büyük bir potansiyel ortaya koyuyordu. 

Tam bu aşamada ABD ve İngiltere merkezli nefret dalgası Avrupa’yı kasıp kavurmaya başladı. Bu nefret dalgasının propaganda olarak yoğunlaştığı mecra X platformuydu. Elon Musk, nefretin ve ırkçılığın güzel para getirdiğini keşfetmiş gibiydi. İrlanda’ya yönelik olarak yapılan nefret propagandasının kaynağı ABD olarak tespit edilmişti.1 Sosyal medyada hızla yükselen ırkçı dalga, sokakta karşılığını buldu ve Dublin’de epik yıkım görüntüleri ortaya çıktı. Lümpen kitleler, mültecilerin konakladıklarını düşündükleri otelleri ateşe verdi ve bu vandalizm uzun bir süre devam etti.

Mültecilerin konakladıkları düşünülen yerler, açık hedef haline geldi ve ırkçılar tarafından kışkırtılan yoksul kitleler bu merkezlere doğru harekete geçirildi. Garip bir biçimde koalisyon hükümeti bu saldırılara yasa uygulayıcı olarak sert reaksiyon vermekten geri durdu. Dublin’in planı tıkır tıkır işliyordu. Irkçı gruplar kitlesel göçün sorumluluğunu hükümetten saptırarak, ana muhalefet partisini (SF) hedef tahtasına oturttu. Partinin lideri Mary Louise McDonald, evinin önünde defalarca protesto edildi. FF ve FG muhalefet partisinin tabanının yoksul işçiler olduğunu çok iyi biliyordu ve ırkçılar tarafından Sinn Fein’in açık sınır politikasını savunduğu masalı sürekli olarak propaganda edildi. Sinn Fein’in göç ve uluslararası koruma programı ile ilgili önemli önerileri var. Bunlardan en dikkat çekeni AB politikalarına boyun eğmemeyi vadediyor.2 Ayrıca partinin ilgili programında şirketlere korkunç paralar kazandıran mültecilerin konaklama merkezlerinin (doğrudan hükümlerin) kapatılması ve bunun yerine devlet kontrolündeki merkezlerin açılması önerisi var. Irkçılar, şirketlerin çuvalla para götürmelerini savunan sözde vatanseverler oldukları için bu programları okumayı değil, çarpıtmayı tercih ediyorlar. Onlar, İrlanda’dan milyarlarca Avro vergi kaçıran Apple gibi şirketlerin camına tek taş gelmesini istemezken, savaştan ya da politik baskılardan ülkeye sığınan yoksulları diri diri yakmayı isteyecek kadar insanlıktan çıkabiliyorlar.

Göçmenler ve mülteciler üzerinden estirilen tüm bu fırtınanın bedelini Sinn Fein ağır ödedi. İktidara çok yakın olduğu düşünülen parti, artık seçimlerde bir başarı gösteremeyecekmiş gibi görünüyor. Ayrıca FF ve FG temsilcilerinin mecliste yaptıkları konuşmalar dikkatli dinlenirse eğer, Sinn Fein’in "terör"le olan ilişkisi yeniden ve yeniden keşfedilmiş gibi görünüyor. Irkçıların bu denklemdeki büyük başarısı, yüzyıllık FF ve FG iktidarına ‘hayat öpücüğü’ vermek oldu. Böylece Başbakan (Taoiseach) Simon Harris liderliğindeki 34. İrlanda hükümetinin sonuna gelmiş bulunuyoruz. Gelecekte ise yine aynı yüzlerin 35. Hükümeti kuracağı tahmin ediliyor.

İrlanda’da ufukta beliren genel seçim, yüzyıldır beklenen değişimin gerçekleşmeyeceğine işaret ediyor. Sinn Fein’in ‘değişim zamanı (time for change)’ sloganı boşa çıkmış gibi görünüyor. Dünyadaki tüm sandıklı demokrasiler artık yoksullar için bir yenilik ya da umut vadetmiyor. Yüzyıldır bir şeyler deneniyor ve elde edilemiyorsa burada ‘demokrasi’ denen şeyin ne olduğu artık tartışmaya açık bir konudur. Krize giren emperyalist düzende, sandıklı demokrasilerin, hızla sandıklı birer diktatörlük olduğunu kavrayacağımız günler geliyor gibi görünüyor.

Tüm bu seçim tufanının gölgesinde İrlanda muhalefetinde bazı figürlerin geçmişi dikkat çekiyor. Sosyal Demokratların (Social Democrats) adayı Eoin Hayes’in CIA ve Mossad için teknoloji geliştiren, Palantir Teknoloji adlı şirkette çalıştığı ortaya çıktı. Parti yönetiminin, İsrail’in eylemlerini kıyasıya yerden yere vururken, böylesi bir geçmişe sahip birini aday yapması oldukça dikkat çekici. Plantir Teknolojinin, uzun süredir İsrail’in, Filistin’i işgal projesinde destekleyici çalışmalar yürüttüğü biliniyor. Eoin Hayes’in bu çalışmalardan haberdar olmaması pek mümkün görünmüyor. Şirketin karanlık geçmişi, TRT World’ün kapsamlı bir biçimde hazırladığı haberde açıkça ortaya konuyor.3 İlgili teknoloji şirketinin hali hazırda İsrail’in gerçekleşen soykırımına destek verdiği de biliniyor. Şirketteki işlerine ara veren Hayes ise Sosyal Demokratlardan vekil adayı olarak hedef büyütmüş gibi görünüyor. Aynı zamanda büyük bir girişimci ruha sahip olan Eoin Hayes, İrlanda’daki kapitalist gelişime ve rekabet ortamına büyük katkılar yapmak istiyor.4 İşte İrlanda genel seçimlere giderken, sandıklı demokraside sözde birbirlerine düşman adaylar, soldan ve sağdan birbirlerine karşı sert bir mücadeleye giriyorlar. Oysa Eoin Hayes’in hikayesi ortada sandığımız gibi bir çekişmenin olmadığını gösteriyor.5 Sol ve sağ tanımlamalarının tıpkı katı olan her şeyin buharlaşması gibi, buharlaştığına tanıklık ediyoruz. Demokrasi denen bu mucizevi ve sihirli sistemde herkes ve her şey zenginler için çalışmaya hazır görünüyor.