Kolezyumda size gösterilen her şeye inanır mısınız? Öyleyse siz acınası bir zavallısınız. Roma yıkılıyor ve bunun farkında değilsiniz.
İrlandalı büyük şair Oscar Wilde'ı bu dünyada en çok korkutan şey neydi? Kitlelerin zorbalığı! Verdiği ender politik eserlerinden birinde, kitlelerin zorbalığına ve gazeteci denen ve parayla tutulan tetikçinin insafına bırakılmaktan korkuyordu. Korktuğu başına geldi ve bugün zihnimizdeki 'Oscar Wilde' imgesi gerçeğin değil, kitle zorbalığının (popüler kültürün) bir yansıması...
Sosyal medya keşfedildiğinden beri, insanlık yeniden propagandanın ve kitle zorbalığının etkisi altında inim inim inliyor. Kim bilir kaç kişi sadece bu yazının başlığını okuyup, 'X' denen lağım çukurunda alıntılayarak ya da yorum yazarak nefret arzusunu tatmin edecek. İnsanlığın acıları üzerinden rezilce kendisini tatmin edenlerin orgazmı türümüzü hızla yok oluşa sürüklüyor. Bu sefer bir sistem ya da bir imparatorluğun çöküşünden değil, insanlığın çöküşünden bahsediyoruz; çünkü artık kara göründü. Garip bir biçimde bu çöküş, bizi yöneten burjuvaların öykündüğü Roma'nın çöküşüne çok benziyor...
"Antik kaynaklar tutkulu, özgürlüğe aç ve intikam için yanıp tutuşan bir adam tasvir ederler. Spartaküs' ün eylemleri ise farklı bir hikaye anlatır. O bir deli fişek değil, duygularını kontrol eden bir adamdı." (Strauss,2022:24).
Spartaküs, ardında yazılı hiçbir metin bırakmadı. Bildiğimiz yazılı kaynakların tamamı muzaffer Romalılar tarafından taraflı bir biçimde kaleme alındı ve çoğunlukla propagandaya alet edildi. Hollywood'un yüce yönetmenlerinden ve seküler tarikatımızın sapıkça tapındığı isimlerden biri olan Stanley Kubrick, Romalı bakış açısını günümüz ideolojisiyle süsleyerek bize bilmemiz gerekenleri öğretti. Barbarlar medeni olamazlardı ve barbarlar eline silahı aldıklarında yağma ve terör yapan kontrolden çıkmış canavarlar olarak görülüyordu. Filistinli çocuğu taş atarken görmek, beyaz Avrupalı'yı rahatlatan bir imgeydi. Çünkü taşlar son teknoloji tankları yok etmeye yetmezdi. Filistinli çocuk ne zaman eline tank savar füzesi aldı ve İsrail tanklarını avlamaya başladı işte o vakit işin rengi değişti. Yine de sanki Romalı kaynaklar Spartaküs'ü kayırır gibi görünür. Böyle görünmesinin sebebi, sınıf savaşından acı bir ders almış olmalarıdır. Normal koşullarda Roma düzenine entegre olması ve Roma lejyonlarında subaylık yapması gereken bir adamın Roma'ya düşman olmasından önemli dersler çıkarılması gerektiğini çok iyi bilirler. Romalılar, Spartaküs'ün Romalı imgesine aşık olmuşlardır. Spartaküs, maalesef kendi kimliğiyle ve benliğiyle bir Trakyalı olarak dahi kahraman olamamıştır. O, kahraman olacaksa önce Romalı olmak zorundadır ve tarihçiler bu iş için elinden geleni yapmıştır.
Peki, öyleyse bu uzun girişten sonra esas meseleye dönelim; bugün İngiltere'de ne oluyor? Bugün, İngiltere'de olanlar yakın tarihteki gelişmelerden bağımsız değil. Uzun süren Tory iktidarı ve onun beslediği Nazizmin tohumları filiz vermiş gibi görünüyor. Ukrayna'da Nazizmin desteklenmesi ve büyütülmesine destek veren ülke (elbette ABD ile birlikte), şimdi kendi yarattığı canavarla yüzleşiyor. Bu canavar sosyal medya olmadan büyütülemezdi. Hitler dönemi için radyo ne demekse, bugünün faşist hareketleri için de sosyal medya o anlama geliyor. Her olay, her insani trajedi mülteci nefretine ve siyasi bir operasyona dönüştürülüyor. Bunun arkasında çok daha derin ve karmaşık sorunlar var. Ve bunlar bir köşe yazısına sığdırılamayacak meseleler.
Dublin-Londra önce İrlanda Cumhuriyeti'ndeki Sinn Fein'in iktidar olma ihtimalini yok etti. Parti sanki iktidardaymışçasına yoksul semtlerde giderek güçlenen lümpen faşistler tarafından hedefe oturtuldu ve herkesin gözü önünde ideolojik olarak budandı. Budanan sadece Sinn Fein değildi, İrlanda'nın Filistin duyarlılığı ve insani reaksiyonları budanıyordu. İş Belfast'ta açık bir deklarasyona kadar gidecekti. Bu açık deklerasyon şuydu: Cumhuriyet'in üç renkli bayrağıyla, kraliyetin bayrağı ortak düşman 'barbar-mültecilere' karşı birleşecekti. Yüzlerce yıllık bir sorunda, görülmemiş manzaralar ortaya çıktı ve İngiliz (kraliyete sadık gruplarla), İrlanda milliyetçileri zaten herkesin malumu olan birlikteliklerini açık etti. Maskeler acı bir trajediyle bir bir düşecekti...
Southport, İrlanda denizi kıyısında yer alan İngiltere'nin en büyük on birinci yerleşim yeri. Geçtiğimiz pazartesi bu güzel kentte herkesi sarsan büyük bir trajedi gerçekleşti. Tam bu noktada şunu not etmek gerekiyor, bu tür olaylarda dış odaklara bakmak milliyetçilerin gerçek failleri gizlemek için yarattığı rezil bir histeridir. Oysa katiller içeridedir ve katilleri yaratan şey toplumsal eşitsizliği temel alan sömürücü düzendir. Neticede üç küçük kız çocuğu (6-7 ve 9 yaşlarında) dans atölyesinde uğradıkları vahşi saldırı sonucu hayatını kaybetti. Tüm dünyada siyasi operasyonlarla ve algı yönetimi facialarıyla nam salmış Facebook, TikTok ve X gibi sosyal medya platformlarında hızlı bir propaganda devreye girdi. Yalan yayıldı ve gerçek kimsenin umurunda değildi.1
Yalan hızla yayılırken ve nefret dalgası büyürken medyanın eli kolu yasalar tarafından bağlanmıştı. İngiltere ve İrlanda'daki yasalar failin kimliğinin (özellikle 18 yaş altındaysa) kamuoyuna duyurulması yönünde önemli kısıtlamalar getiriliyor. Bu yasalar sadece faili değil, gerçek katili bulmak için de kritik sınırlamalar getiriliyor. Zira, tarihsel deneyimler gösteriyor ki gerçek katiller galeyana getirilen ve yalan bilgilerle linç orduları kuran kitlelerin içerisine rahatlıkla saklanabiliyor. Yani faşistler sadece kapı bekçiliğini yaptıkları sermayedarları değil, sözde kin ve nefret kustukları katilleri de koruyor. Ayrıca şüphelinin etnik kimliği ve ailesinin açıklanması da büyük riskler barındırıyor. Medyanın eli bu kurallarla bağlanırken, sosyal medya doludizgin neo-liberal kuralsızlığın tadını çıkarıyordu. Katil sosyal medyanın gücü sayesinde saniyeler içerisinde bulundu. Şahıs İngiltere'ye botla geçen ve adı Ali Al-Shakati olan bir müslümandı. Binlerce kişi Atkinson binasının önünde nöbet tutarken bu haberlerle galeyana getirildi. Southport'ta yaşanan ilk olaylarda 39 polis memuru (bunlardan sekizinin durumu ağır) yaralandı ve bir camiye saldırıldı.
Türkiye dahil tüm dünyada göçmen-mülteci imgesi hızla düşman menziline oturtuldu ve ateş altına alındı. Sokaklara çıkan, medyanın rezil diliyle 'göçmen karşıtları' ki gerçekte Naziler, durdurdukları arabalarda Afrikalı siyahları aradı ve buldukları yerde gereken cezayı kesti. Küresel Nazizmin Türkiye kolu, hızla bu kişileri 'göçmen-mülteci' olarak işaretledi. Milliyetçilik cahil bırakılan kitlelerin sürü gibi güdülmesi ve aklın yitiminden başka bir şey değil. Medyanın kitlelerin önüne sürdüğü popülist, utangaç Naziler İngiltere sokaklarını mültecilerle dolduruverdi. İngiltere'nin sömürgeci geçmişi, siyah derili dışişleri bakanı ve Hint kökenli eski başbakanı hızla unutuluvermişti. Bu aptallığı küfürden başka anlatabilecek herhangi bir yöntem düşünemiyorum. Yine de okura saygımdan ötürü bu yola sapmamaya gayret edeceğim.
Türkiye'deki ortalamanın (vasatın), aklına sokması gereken temel şey şu: İngiltere, işgal ettiği sömürgelerinden milyonlarca insanı kendi ülkesine taşıdı ve onların köle emeği sayesinde bugünkü zenginliğine erişti. Yani İngiltere sokaklarında gördüğünüz esmer, siyah ve sarı benizli insanların çoğu ülkenin asli unsuru ve evet kalın kafaların alamayacağı biçimde onların tamamı 'İngiliz vatandaşı'.
Southport'ta yaşanan olaylar hızla ülkenin geneline sıçradı. Liverpool ve Belfast gibi büyük kentlerde dükkanlar yağmalandı. Belfast'ta Suriyeli bir adamın dükkanı ateşe verildi. O sırada 'X' üzerinden Türkiye'den, Türkçe olarak yazılan "onlar da hak ettiler" tarzında pek çok ahmakça yorum okudum. Neticede faşistler sokakta siyah avına çıkılırken, gerçekler bir anda sökün etti. Gerçekler ortaya çıktı ama artık gerçek kimsenin umurunda falan değildi. Mültecilerin konakladıkları oteller yakılabilir, Müslümanların camileri ateşe verilebilirdi. Barışçıl gösteri aşığı ve gerçeğin biricik savunucusu ırkçıların ne barışla ne de gerçekle bir ilgilerinin olmadığı çabucak anlaşıldı. Katil zanlısı olarak yakalanan şüpheli, Galler'in Cardiff kentinde doğan ve Müslüman olmayan bir İngiliz vatandaşıydı. Hemen "ama anası-babası Ruandalıymış" diye bağırdılar. Faşistler bir kez kana susadıysa eğer, onları durduracak herhangi bir gerçek yoktur. Ayrıca gerçekten yakalanan şahıs Müslüman olsaydı ne olurdu? Dublin'deki gibi çocukları bıçaklayan kişi Cezayirli olsa ne olurdu? Bu bize camilere girip tüm Müslümanları kesme ve Afrikalıları zincire vurma hakkı mı verirdi? Bakın şu medeni Avrupa'nın haline! Orta Çağ hukukunu arzulayan zorbalığın cüretine bakın! Tüm dünyaya medeniyet ve demokrasi dersi veren zavallı beyaz Avrupalı adamın haline bakın! Bu rezilliği görecek bir çift göze sahip değilseniz eğer, insanlık olarak türümüzün yok olması doğanın başına gelebilecek en güzel hadiselerden biri olacaktır belki de!
Bir canlı, kendi türüne karşı böylesi bir nefret ve kinle herhangi bir biçimde canlı olarak yaşamaya devam edemez. Tüm bu vahşet çağrılarının gölgesinde klişe deyimle 'çiçeği burnunda' başbakan Sir Keir Starmer, kameralar karşısına geçti ve çok ağır cümlelerle, yasanın düzen bozucularına karşı harekete geçeceğini ilan etti. Starmer'ı izlerken çok güzel saç, sakal ve ense tıraşı olduk. Polis teşkilatının ve ordunun ana gövdesi NATO doktrini gereği Nazi zihniyetli faşistlerden oluşturulmuşken, hangi güvenlik teşkilatının bu olaylara nasıl müdahale edeceği büyük bir muamma. Geçmişte grev yapan işçilere tank gönderenler, devrimcilerin Filistin bayraklı eylemlerini gaza boğanlar, yıllardır sokakları terörize eden faşistlere karşı en ufak bir şey yapmadı. Mültecilerin konakladıkları yerler bir bir kundaklanırken, polis teşkilatı muhtemelen bu olayları sosyal medyadan takip ediyordu. Faşizme bu derece meşruiyet alanı açılmışken ve faşistler yasayı uygulayacak güçlerin içinde bu derece örgütlüyken sahi onları kim durduracak? Benzer bir doktrin Türkiye'de işlemedi mi? Devrimcilerin en ufak eylemine koca koca panzerlerle dikilen polis, ülkücülere karşı ne yaptı? Türkiye'yi geri kalmış bir ülke olarak görenler, burdaki benzeşimleri görmekte zorlanacaktır. İttifak ülkelerinin (NATO'nun) iç işleyişi her yerde aynı. Olayların detaylarında boğulmak, sıradan haber diline (3 kişi öldü, 5 kişi yaralandı vb.) yenilmek yerine odaklanmamız gerken meselenin özü olan şeyler bunlar. Sıradan haber dili şu yüzden tehlikeli: Bu dil, olayları insani gözle görmeyi engelleyen, standartlaşmış-mekanik bir anlam üretir ve bu anlam dehümanizasyonun kapılarını aralar. Öyleyse gelelim o kritik soruya! Peki, biz kimin yanında yer alacağız?
Türkiye ve dünyadaki medeniyet tarikatının sözcülerine baktığımda şunu görüyor ve irkiliyorum. Bu salakların tamamı geç Roma Cumhuriyeti çağında yaşamış olsaydı, barbar Spartaküs ordusuna karşı medeniyetin yanında yer alacaklardı. Gün geçmiyor ki Arapların korkak, hain, aptal ve insanlık dışı canlılar olduğunu duymayalım. Türkiye'de bu koroya katılanların sayısı azımsanmayacak düzeyde ve elbette güçlerini tarihsel çekişmelerden alıyorlar. ABD merkezli üstün beyaz adam ırkçılığı, doğulu adamın insan altı varlık olduğuna karar vermiş ve kendi kast ideolojisini tüm dünyaya dayatıyor. Avrupalı adam şair, romancı ya da politik bir Arapla karşılaştığında şok oluyor. Belki bir yönüyle haklı bile olabilir. Taliban'ı ya da IŞID'i besleyip büyütüp bir yerlerden hâlâ ışık sızıyor olmasından rahatsız olabilirler. Türkler kendilerini bu denklemden ayrı görürken, Avrupalı adam zamanı geldiğinde ona yerini hatırlatmaktan bir saniye bile çekinmeyecektir. Çünkü aynı kafalar, bir Türk'ün William Shakespeare ayarında şiirler ve oyunlar yazabileceğini kabul edemiyor. Kısacası medeniyet Roma'dır ve onun dışında kalan herkes barbardır. Hepimizi "Roma yıkılır, medeniyet ortadan kalklar ve kuralsız vahşet çağına gireriz!" diye korkutuyorlar. Oysa tıpkı Roma'da olduğu gibi askeri terör rejimi, kural tanımayan vahşetiyle insanlığı köleleştirmeye devam ediyor. İşgal ettiği topraklardan gelen insanlara (örneğin: Iraklılara) evlerinize dönün diye haykırıyor. Oysa insanların ne dönecek evi, ne da yaşayabilecekleri bir ülke bıraktılar. Bu yüzden gidecek hiçbir yeri olmayan insanlar, şimdi ait oldukları ülkede yaşayacak ve yaşamak için savaş vermek zorunda kalacak.
Rivayete göre Spartaküs, ordusunun birliğini sağlamakta çok zorlanıyordu. Çünkü, Spartaküs Roma'yı çok iyi biliyordu ve savaş kapasitesinin ne düzeyde olduğunun farkındaydı (barbar bir adama, hatta bir köleye göre çok akıllı. Sizce de öyle değil mi?). Tam dokuz kez Roma lejyonlarını bertaraf eden bu güçlü 'barbar' gerilla ordusunun bir noktada kaybedeceğini biliyordu. Bu yüzden insanlarını Roma'dan çıkarmak istedi. Önce denize yöneldi ve korsanların ihanetiyle yüzleşti. Sonra Kartacalı Hannibal'ın aştığı Alplere gözünü dikti. Spartaküs'ün kıdemli komutanları bu noktada isyan bayrağını çekti. Evet, Spartaküs'ün yüce bir amacı vardı ve evet onlar da buna inanmışlardı ancak Roma'yı terk etmek akıllarının ucundan geçmemişti. Çünkü bu Trakyalı, Kelt ve Cermen ordusundaki adamlar uzunca bir zamandır yurt olarak Roma'yı bellemişti ve doğdukları topraklara yabancılaşmışlardı. Kalıp yiğitçe savaşmayı ve kölenin konuşan bir alet olmadığını Romalı efendiye ispat etmeye karar vermişlerdi. Ve arkeolojik kayıtların söylediği şey, bu adamların aptal birer maceracı ya da düzensiz barbar bir yağmacı olmadığına işaret ediyor. Kolezyumda size gösterilen her şeye inanır mısınız? Öyleyse siz acınası bir zavallısınız. Roma yıkılıyor ve bunun farkında değilsiniz. Kitle iletişim araçlarından yayılan bilginin esiri olan tüketici yurttaşın ürettiği vahşet, Roma'nın sonunu getirebilir. Bu son yaklaşırken, medeniyet dedikleri zorbalık düzenini ayakta tutmak için Roma lejyonlarının safında değil barbar ordularının saflarında, kardeşlerimizin yanında yer alacağız.
"Öte yandan arkeolojik buluntular, topografya araştırmaları sonuçları ve gladyatör müsabakalarından (elbette ki gerçek silahlar olmadan) tutun da Spartaküs'ün adamlarının Vezüv'den aşağı inerken yaptıkları gibi üzüm bağlarını halat şeklinde dokumaya kadar geniş yelpazede yapılan tarihsel rekonstrüksiyon denemeleri vardır. Sikkeler, duvar resimleri, sapan topları ve tahkimat kalıntıları da isyancıların İtalya kırsalında nasıl bir yol izlediğini kaydetmiştir. Türkiye'de bulunan gladyatör mezarlığında çıkan kemiklerde, gizemli talim izleri ve insanların can çekişerek öldüğü ihtimali görülür. Mezarlar, mabetler, kasabalar, altın ve demirler, plakalar ve resimler gibi bütün malzemeler, bizi, Yunan ve Roma metinlerindeki barbar tek tiplemesinin ötesine götürür." (Strauss,2022:22-23).
- 1. 'why can’t the British press name the suspect?' https://news.northeastern.edu/2024/07/31/southport-attack-suspect-briti… Erişim Tarihi: 05/08/2024