Türkiye AB karşısında artık keskin bir yol ayrımında ya Meksika duvarı olma onursuzluğunu kabul edecek ya da geri kabul anlaşmalarını iptal edeceğiz.

Avrupa sınırlarını tamamen kapatıyor: Türkiye, kitlesel mülteci akınına hazır olmalı

Altı AB üyesi ülke sığınmacılık başvurusu reddedilen Afganları geri göndermek istiyor. Hollanda, Danimarka, Avusturya, Almanya, Belçika ve Yunanistan AB komisyonuna başvurarak Afgan hükümeti ile temas kurmak ve emperyalist politikaları yüzünden kendi yarattıkları insani krizinden kurtulmak istiyorlar. Almanya başta olmak üzere Avrupa’da iktidarı zorlayabilecek güçlü bir devrimci hareket olmadığı için göçmen/mülteci meselesinde ırkçı çözümlere biraz daha yaklaşılıyor. Danimarka, AB içerisinde mültecilere yönelik ırkçı politikaların geliştirilmesinde başı çekiyor.

Peki, Avrupa’nın mülteciler hakkında politika geliştirebilmesi için yeterli tecrübesi var mı? Beş yıl önce euronews bu sorunun cevabını yine Danimarka örneği üzerinden arıyordu1. Mültecilerin Danimarka’daki masraflarının azaltılması ya da karşılanabilmesi için onların değerli eşyalarına el koyma fikrini geliştirdiler. Bu fikrin mucidi Nazilerdi ve maalesef ürettikleri çözümler bu faşist doktrine dayanıyor. Danimarka, oturum verdiği insanları bile sınır dışı etmeye çalışıyor ve AB ülkeleri içerisinde sıfır mülteci politikasını uyguluyor. Bir insan hakları ve demokrasi projesi olarak pazarlanan ‘AB’ tüm ilkeleriyle çatırdıyor. Çöküşe ve dağılmaya işarettir. Bir arada duruyormuş gibi görünmeleri hiçbir şey ifade etmiyor. Sıfır mülteci politikası, tüm AB üyesi ülkelerin gelecekteki politikalarına yön verecek. Siyasiler, patronlar ve olayları gerçekçi gözlemleyenlerin ortak fikri: ‘artık Avrupa’ya gelebilen geldi. Bundan sonra mülteci defteri uzun bir süre kapatılmış olacak’.

Kimin defterini kapatıyorlar? Daha önce bir Nazi toplama kampına benzettiğim Akdeniz’in mavi sularının insafına bıraktıkları insanların defterini kapatıyorlar. Burada önemli bir hatırlatma yapmakta fayda var. Fas ve İspanya arasında mülteci geçişleri nedeniyle ciddi gerilim ve krizler yaşanıyor. Hatta bu sınır bölgesinde maalesef trajik görüntüler ortaya çıktı. İspanya ordusu denizi yüzerek geçen ve sahile ulaşmayı başaran çocukların yüzüne otomatik silahlarını doğrulttu ve bu çaresiz çocukları tek tek yakaladı2. İspanya yakaladığı çocukları gerisin geri Fas’a sınır dışı etti. Adını koymaktan çekinmeyelim, doğrudan doğruya ırkçılığın sahadaki çirkin yüzüne kendi gözlerimizle tanıklık ediyoruz. Oysa Avrupa, kıyıya vuran göçmen bebeklerin cansız bedenleri için göz yaşı dökmüştü. AB, İspanya ve Fas sınırında yaşanan krizle ilgili Fas’ı uyarırken Türkiye’yi örnek gösterdi. Bu örneğin ne olduğunu ilerleyen satırlarda anlatmaya çalışacağım.3

Pek çok kötü haber var elimde. Bunlar, doğrudan Avrupa’daki göçmenlerin geleceğini etkiliyor. Bir kere yukarıdaki ülkeler ve buna İrlanda’da dahil ucuz iş gücü ya da köle emeği ihtiyacını fazlasıyla karşıladıklarını düşünüyorlar. Yani daha önce kabul ettikleri mültecileri, propaganda ettikleri gibi ‘insan haklarına ehemmiyet verdikleri’ için kabul etmediler. Ucuz iş gücüne ve bu gücü sömürmeye ihtiyaçları vardı ve artık bunu yapabilme kapasitelerini aştılar. AB üyesi ülkeler içerisinde göç politikaları konusunda daha ılımlı ve insan haklarına saygılı görünen İrlanda’nın göçmen konusunda kendi sınırlarına dayandığını söylüyor yetkililer. Elbette bazen doğrudan bazen de bana söyledikleri gibi ‘off the record’. Danimarka örneğinden devam edelim; göçmenlik hayaliyle yanıp tutuşan ama kendilerini göçmen ya da mülteci olarak görmeyen yüce Türk entelijansiyasının bu hayali gerçekleştirmek için fazla zamanı kalmamış gibi görünüyor. İnsanların dil okuluyla ya da üniversite aracılığıyla geldiklerinin ve ülkede kalmak için bu yöntemi kullandıklarının resmi makamlar farkında. Avrupa’nın yetişmiş elemana ihtiyacı var mı? Hem var, hem de yok. Çalışma alanınıza göre bu ihtiyaçlar belirleniyor ve dünyadaki dengesizliğin yarattığı kaos ortamını sonuna dek istismar ediyorlar. Haftalar öncesinde kaleme aldığım köşe yazımda İngiltere’nin yoksul ülkelerin sağlık sistemini nasıl sömürdüğünü anlatmıştım. Tıp doktoruna ve hemşirelere her daim ihtiyaç var. ‘Terk ettikleri ülkelerin insanları doktor bulamazlarsa bu bizim sorunumuz değil’. Önemli olan pahalı tıp eğitimi masraflarından kurtulmak ve kapitalizmin o altın kazan kazan kuralını kendi lehimize işletebilmek. Danimarka, eğitim amacıyla gelenlerin ülkede kalabilmelerinin önüne geçmek için her şeyi ama her şeyi yapıyor. Türkiye’nin bozulan ekonomisi ve artan döviz fiyatları AB’yi rahatsız etmiyor. Döviz kuru arttıkça onlara göre dil okuluyla veya başka yollarla ülkeye gelmeyi düşünenlerin hayalleri suya düşüyor.

İrlanda, 21 yıldır şirketlere net kâr getiren doğrudan hüküm merkezlerini ilerleyen yıllarda kapatmayı hedefliyor. Mültecilerin kaldıkları bu yerler kapitalistler için canlı birer darphane. Rakamları merak edenler için dipnotlar bölümüne Gelenek dergisinde kaleme aldığım makaleyi paylaşacağım, detaylara oradan ulaşabilirsiniz.4 Buradaki esas sorun merkezlerin nasıl kapatılacağına ilişkin. Yani hükümet, insani olmayan bu sistemden İrlanda işçi sınıfı rahatsız diye mi çıkıyor? Hayır, hükümet tepkileri dikkate almakla birlikte açıklamadığı gizli siyasi programını yürürlüğe koyuyor. Patronlar bu kârlı sistemden vazgeçmeye hazır olduklarını tek bir şartla kabul ediyorlar. İrlanda sıfır mülteci politikası uygularsa biz bu insancıl olmayan sistemde ısrar etmekten vazgeçeriz diyorlar. Oldukça mantıklı. Mülteci olmadığına göre onları barındırmaya da ihtiyaç olmayacak. Tüm bu sıraladığım şeyler gerçekten size bir çözümmüş gibi görünüyor mu? Avrupa, yoksul ülkelerdeki sömürü faaliyetlerini ve ABD’nin Ortadoğu’daki misyonunu sorguluyor mu? Zenginliğini kanlı bir ekonomiye borçlu bu yapının, dünyayı sürüklediği kaosun içerisinden çıkarması zor. Avrupa’nın mülteci sorununa bakışını en iyi özetleyen fotoğraf, Yunan sahil güvenlik ekiplerinin mızrakla mülteci botlarını patlatmasıdır. Avrupa’ya SoL bakış programında konuğum olan Emre Eren Korkmaz, sınırlarda mülteci geçişinin yüksek teknolojiyle kontrol altına alınmaya çalışıldığını ve göçmenlerin birer kobay olarak bu süreçte kullanıldıklarını söylemişti. Sınırlar sıkıca kapatılacak ve insanlar ölümü göze alarak Sisifos benzeri bir yolculuğa tutsak edilecekler.5 Tam bu noktada AB’nin mülteci politikalarının merkezini Türkiye oluşturuyor.

Avrupa siyaseti kapalı kapılar ardında Türkiye’ye yeni bir isim takmış durumda. Türkiye AB’nin Meksika duvarı olacak. Bu duvar onların düşüncelerine göre mültecileri durduracak. AB, Türkiye’nin mülteci taşıma kapasitesini zorluyor ve bu zorlamanın farkında. Almanya ve Avusturya başbakanlarının beklenen Afgan göçüyle alakalı yaklaşımları bu konuda net bir örnek sunuyor. Türkiye’ye daha fazla para verilecek ve Türkiye’nin kendi sınırlarında duvar örmesi desteklenecek. Yeni Gelen dergisindeki bir yazımda da belirttiğim gibi, Roma İmparatoru Hadrian’dan bu yana örülen duvarlar sistemin çaresizliğini sembolize etmiştir. Çaresizliğe düşen bir sistem varsa çürüyecek ve çökecektir. Neden örülen duvarlar bir çöküşe işaret ediyor? Yıllarca Berlin duvarını medeniyete, demokrasiye ve insanlığa bir saldırı olarak pazarlayanlar, bugün bir duvar histerisine tutulmuş durumdalar. Kendilerince sınır olarak belirledikleri her noktayı yüksek teknolojili devasa duvarlarla kuşatmak istiyorlar. İskoçya’daki Hadrian duvarı nasıl Roma’nın çöküşünü sembolize ediyorsa günümüzde inşa edilen duvarlar da kapitalizmin çöküşüne işaret ediyor olabilir. Ne dedi Yunanistan Göç Bakanı Mitarakis, “AB yeni bir sığınmacı krizini göğüsleyemez”. Bu sebeple Türkiye’ye AB her türlü yardımı yapmalı.6

Peki, Türkiye ekonomik krizin ortasında yeni bir sığınmacı krizini göğüsleyebilir mi? Bu pek mümkün görünmüyor. AB, oluk oluk para akıtsa bile sadece AKP rejiminin aç gözlü bürokratlarını dahi besleyemez. Bir kere öncelikle büyük palavra balonlarını patlatarak konuya eğilelim. Türkiye, fakir bir ülke. Türkiye, fakir bir ülke değil. Türkiye zengin yer üstü ve yer altı kaynaklarını bir avuç sömürgene teslim ettiği için fakirliği topluma kader olarak dayatan tipik bir kapitalist ülke. Bana inanmıyorsanız sağlamasını rahatlıkla yapabilirsiniz. Yangın söndürme uçakları yerine alınan kişisel lüks uçaklara, Yazlık ve kışlık saraylara ve hasta çocuklarına ücretsiz sağlık hizmeti taşıması gerekenlerin bozuk dezenfektan satarak zengin olduğu gibi gerçeklere bakarsanız Türkiye’nin dev bir kara delik tarafından yutulduğunu fark edeceksiniz. Bunlar sadece şu an su yüzünde olanlar; örnekleri sizler genişletebilirsiniz. Madalyonu Türkiye’den daha zengin bir ülke olan İrlanda’ya çevirecek olursak evsizlerin sokakta öldüklerini hatırlatmakta fayda var. İrlanda’nın ırkçıları ülkenin Afrikalı göçmenler tarafından işgal edildiğini söylüyor. Koronavirüs salgınında mültecilerin insani olmayan koşullarda yaşaması tüm bir toplumu saatli bombanın üzerinde oturtmak anlamına gelir dediğim için yine ırkçılar tarafından saldırıya uğradım. Irkçılar İrlandalıya ev yok, mültecilere nasıl yer yapalım, şükredin oturun oturduğunuz yerde diyor. Tüm bu söylemler size bir yerden tanıdık geliyor mu? Geliyor olmalı!7

Afganistan, Libya ve Suriye’deki savaşlar emperyalistler için yeni imkânlar ortaya çıkardı. Göç dalgasının negatif etkisini, biz alın teriyle para kazananlar hissediyoruz. Bizim dışımızdaki siyaseti yönlendirenler ya da mülteci köle emeğiyle zengin olanların keyifleri yerinde. Antep sanayisi mültecilerin köle emeği sayesinde dimdik ayakta. Hiçbir krizin gücü onları devirmeye yetmiyor. Mülteciler aracılığıyla hem AKP hem de AB toplumu bir pinpon topu gibi yönlendirebilecek imkânlara kavuşmuş durumda. 

İrlanda’da Libya göçmeni genç bir kadınla yüz yüze görüşüyorum. İnsanların arasında yaptığımız ilk görüşmede, batılıların onu aralarına kabul etmeleri için Kaddafi döneminin ‘anti demokratik’ uygulamalarını abartarak anlatıyor. Libyalı bu genç kadınla baş başa kaldığımızda kısa süre içerisinde güvenini kazanıyor ve gerçekleri anlatabilmesini sağlıyorum. Kocası hatırlayabildiğim kadarıyla kalifiye bir işçi. İrlanda’da mutlu olmadığını söyleyerek başlıyor konuşmasına. Nasıl olur? Daha birkaç dakika önce demokratik ve zengin ülkemizde mutluyduk oysa. Okuyucuya uyarım bu noktada lütfen Libyalı bu genç kadını olumsuz anlamda yargılamamaları olacak. Libyalı bu genç kadının İrlanda’da mutsuz olduğunu bir doğulu olarak daha o söylemeden hissedebilmiştim. Bu sebeple baş başa kalacağımız anı kollamış ve bu olanağı yaratabildiğim için mutlu olmuştum. Bu genç mülteci kadın, Kaddafi döneminde her şeyin mükemmel olmadığını ama İrlanda’dan daha insani çalışma koşullarına sahip olduklarını söyledi. O, İrlanda’da saatlerce çalışmak zorunda olduğu için kocasını artık daha az görüyordu. Kaddafi sonrası ülkeye çökenlerin yaşamlarını ve ülkenin zenginliğini yağma ettiğinin farkında. İlkokul çağlarında bir çocuğu olduğu için sadece onu düşünüyor ve alabildiğine mutsuz olmasına rağmen bu mutsuzluğa göğüs germeye çalışıyor. Bir anne ülkesinden uzakta, sıfırdan yeni bir dil öğrenmeye ve arkasında bıraktığı cehennemi unutmaya çalışıyor. Libya’yı cehenneme kim çevirdi? Irak, Suriye ve Afganistan tüm bu coğrafyayı yaşanamaz hale kim getirdi? Sosyal medyaya ve büyük resmi gören ultra zeki muhalif gazetecilere bakacak olursak hümanizm fetişisti sosyalistler tüm bu sorunların ana kaynağı. 

Benim takip edebildiğim Türkiye’deki sosyalist hareketlerin çoğu AKP rejiminin Suriye savaşındaki rolünün büyük bir felaketle sonuçlanacağını söylüyordu. Sadece kehanette mi bulundular? Hayır, raporlar hazırladılar ve eylemler yaptılar. O yılları çok net hatırlıyorum bu savaşın kanlı bir emperyalist operasyon olduğunu söyleyen aklı başında gazetecilere Beşşar Esad hayranı diyorlardı. O yıllarda da Sol yine diktatörlük hayranlığı yapmakla suçlanıyordu. Gel zaman, git zaman gerçekten emperyalist yağma dünyayı içerisinden çıkılması zor bir kaosa sürükledi. Coğrafi konumumuzdan ötürü Türkiye bu kaosun merkezinde yer aldı. Şimdi, sosyalistler Türkiye işçi sınıfının bu kaotik ortamdan nasıl çıkabileceğine kafa yoruyor. Televizyonlarda veya Twitter’da iddia edildiği gibi budalaca bir hümanizm savunulduğuna şahit olmadım. Şu an Türkiye’de kin ve nefreti körükleyerek AKP iktidarına payanda olanlar bunu yapabilmek için önce Sol’a tokat atmaya çalıştılar. Sözde gazeteciler bu konuda başı çekti. Tüm bu iddialar öne sürülürken kimse şunu sormadı. Değerli ve ulu gazeteci, sosyalist solun böyle bir politika geliştirdiğini iddia ediyorsun da bu iddianı hangi bildiri, program ya da bir gazete yazısına dayandırıyorsun denmedi. Gazete ve televizyonlarımız atış serbest twitter alemine benzedi. Takip edebildiğim kadarıyla bugüne kadar herhangi bir sol örgütün kapıları açalım, ülkeye insan aksın ve onlara vatandaşlık verilsin dediğini görmedim. Tam tersine emperyalist geri gönderme anlaşması iptal edilmeli, gelen insanlar tek tek kayıt altına alınmalı ve Avrupa’ya gitmek isteyenlerin yolu açılsın dendi. Avrupalı faşistler gibi insanları trenlere koyup, ziynet eşyalarını gasp edelim diyecek halimiz yok herhalde. Bunu demedikleri için insanlar hümanist ilan ediliyorsa hakikaten Taylan Kara’nın kitaplarında ve yazılarında ifade ettiği gibi aptallaştırma mekanizmalarının tutsağı olmuşuz demektir. 

  • Sonuç: İrlanda dahil olmak üzere (şu an yaşadığım ülke olduğu için buradan başladım) tüm AB üyesi ülkeler kademeli olarak sıfır mülteci politikasına geçiyor.
  • Bu göç politikası sadece savaştan, siyasi baskılardan ve ekonomik krizlerden ötürü ülkeyi gelenleri kapsamıyor. Dil okulu, çalışma ve diğer gerekçelerle AB ülkelerine gelenlerin işlemleri zorlaştırılacak ve ülkelerine geri dönmeleri sağlanacak.
  • Türkiye’nin transit geçiş noktası olmaktan çıkması AKP iktidarının dillere destan stratejik başarılarından biridir. İklim krizi, bölgesel savaşlar, salgın hastalıklar ve gıda krizinin yarattığı etkiyle Afrika, Ortadoğu ve Asya’dan binlerce göçmen ülkeye gelmeye devam edebilir. Buna hazır olmak zorundayız. Ayrıca bu kriz yüksek duvarlar yapmak, askeri önlemler almak, sokakta adam kovalamakla çözülemez.
  • Türkiye AB karşısında artık keskin bir yol ayrımında ya Meksika duvarı olma onursuzluğunu kabul edecek ya da geri kabul anlaşmalarını iptal edeceğiz. Emperyalist merkezler küresel ölçekte yarattıkları felaketin sorumluluğunu eşit ölçüde üstlenmek zorundalar. Bunlar en temel çözüm önerileri. Yazıyı uzatmamak adına detaylandırmıyorum.
  • Son bir söz, 6 AB üyesi ülke neden Afganları ülkeden sınır dışı etmek istiyor? Çünkü onlara sağlamaları gereken entegrasyon programının bütçesi bile onları fazlasıyla sıkıştırıyor. Şu an Afganistan’da iç savaş kızışırken ve Taliban bir bir şehirleri ele geçirirken gönderilmesi planlanan bu insanların orada yaşaması mümkün mü? Tüm bu insanlar hayatta kalabilmek için yeniden ülkelerinden ayrılacak ve ilk hedefleri muhtemelen Türkiye olacak. İyi bir sonuç yazacaksak eğer. Yoksul ve çaresiz insanlarla uğraşmayı bir kenara bırakıp Avusturya başbakanı Sebastian Kurz’un ‘Afganlar Türkiye’ye daha çok yakışır’ küstahlığının hesabını sormayı öğrenmek zorundayız.8