"Yazı dizisinde, AKP tarzı mücadelenin bağımlılığın önünü almada bütünüyle başarısız olduğunu da gördük. AKP başarısız, ama meselenin tek bir boyuta indirgenerek, sadece klinikte, okulda, karakolda çözülemeyeceği de açık."
Meryem Vitni
Bu yazı dizisinde, kasten bağımlılık yapıcı olarak tasarlanmış tütün ve aşırı işlenmiş gıda ürünlerine odaklanarak, ulusötesi sermayenin yol açtığı “imal salgınlar”ı, “bireysel sorumluluk” ideolojisine dayalı hakim bağımlılık söylemini ve buna dayalı bağımlılıkla mücadele politikasının başarısızlığını masaya yatırıyoruz. Bağımlılık ve kapitalizm arasındaki ilişkileri irdelemeyi, liberal ve İslamcı politikanın önündeki perdeleri kaldırmayı ve her toplumsal olgu gibi sistemik düşünme ve eylem gerektiren bağımlılığı ve çözümlerini tartışmaya açmayı amaçlıyoruz.
Son bölümde, objektifimizi “Türkiye’nin bağımlılıkla mücadele merkezi” olarak yeniden yapılandırılan, kaynak ve yetkilerle donatılan Yeşilay’a çeviriyor, rejim inşasındaki rolüne bakıyoruz. Yazı dizimizi, AKP tarzı bağımlılıkla mücadele politikasını bir fiyasko olarak değerlendirerek ve okuyucuları bağımlılığı tartışmaya devam etmeye çağırarak bitiriyoruz.
Yeni rejimin yeni Yeşilay’ı
Kendini “Türkiye’nin bağımlılıkla mücadele merkezi” olarak tanıtan Yeşilay, bağımlılığı “kişinin kullandığı bir madde, alkol, nesne veya bir davranış üzerinde kontrolünü kaybetmesi” olarak tanımlıyor. Yeşilay’ın web sitesindeki tanımdan devam edelim: “Kontrolsüzce kullanılan her madde ya da gerçekleştirilen her davranış bağımlılık oluşturma riski taşır. Kişiler hayatta birçok şeye karşı bağımlı olabilir. Örnek: madde, alkol, sigara, kumar, teknoloji, herhangi bir eşya veya davranış.” Bu tanıma göre, korku ve merak karışık bir psikoloji ile “bir kereden bir şey olmaz” diyerek başlanılan bir madde kullanımı veya davranış biçimi kişiyi içinden çıkılması zor bir bağımlılık döngüsünün içine sokmaktadır. Yeşilay’a göre, modern hayatın bir cilvesi olarak özgürlüklerin artmasıyla bağımlılıklar da artıyor, çeşitleniyor.
Çare olarak, çocukları ve gençleri hedef alan, bol çiçekli böcekli, ancak biraz yakından inceleyince ahlakçı, pedagojik anlamda oldukça sorunlu yöntem ve yaklaşımlarla geliştirilmiş, okulöncesinden yetişkinlere kadar uzanan yaş gruplarına yönelik eğitim programları, yayınlar, etkinlikler söz konusu. Örgün eğitim bunların yaygın uygulama alanı olarak kullanılıyor. Ayrıca Yeşilay, yurt genelinde belirsiz sayıda “alkol, tütün, madde, kumar ve internet ile ilgili sorunlar yaşayan bireylere ayaktan psikososyal destek” sağlanan danışmanlık merkezleri ve “alkol ve madde bağımlısı bireylere yatarak tedavi hizmeti” verilen rehabilitasyon merkezleri işletiyor. Televizyonlarda, radyolarda, Yeşilay’ın tekelinde tutulan ücretsiz reklam sürelerinde Yeşilay yapımı kamu spotları dönüyor. Yeşilay’ın ödüller verdiği ve aldığı, yüksek profilli, gösterişli etkinlerde bağımlılığa karşı seferberlik çağrısı yineleniyor, tekrar tekrar teşekkürler ediliyor, tekrar tekrar başarılar kutlanıyor.
İlginç bir DDK raporu
Bu nitelikleriyle günümüzün Yeşilay’ının, faaliyet alanı ve etkisi sınırlı herhangi bir alkol karşıtı sivil toplum örgütü olmadığı açık. Yeni Yeşilay, bundan 15 yıl önce başlatılan ve altyapısı 2014 tarihli, “Madde ve Diğer Bağımlılıklar ile Mücadele Kapasitesinin ve Bu Bağlamda Türkiye Yeşilay Cemiyetinin Değerlendirilmesi” başlıklı bir Devlet Denetleme Kurulu Raporu’nda çatılan siyasi bir seferberliğin ürünü. Bu son derece ilginç, sıra dışı raporda DDK müfettişleri ilkin, uzun uzadıya bağımlılık tanımlaması yapmaya kalkışıyor. Ortaya, özgürlükleri toplumsal ölçekte kısıtlamayı mümkün ve meşru kılan bir tanım çıkıyor ve bu bağlamda maddelere ve davranışlara erişimi ve bunların kullanımını sınırlandıran ve yasaklayan önlemlerin, kuralların, düzenlemelerin ve yaptırımların yürürlük kazanması talep ediliyor. İkinci olarak, Yeşilay’ı bir “çözüm ortağı” olarak yetkilendirecek ve kamu kaynaklarıyla besleyecek politikaların hızla hayata geçmesi talep ediliyor. Bağımlılıkla mücadelede kamu idaresinin zayıf, bürokratik olduğu tespiti yapılarak, “devletin gerçekleştirme imkânı olmayan işleri” Yeşilay’ın yürütmesi isteniyor. Hatta, Yeşilay’ın savunuculuk pozisyonundan daha ileri giderek, doğrudan “operasyonel faaliyetlere yönelmesi” öneriliyor. Diğer bir deyişle, kamusal kaynak, görev, yetki ve işlevlerin bir özel hukuk tüzel kişisine devredilmesinin önü DDK raporu marifetiyle açılmış oluyor.
Yeniden yapılandırma
Yeniden yapılandırma sürecinde, başta Sepetçiler Kasrı olmak üzere Yeşilay’a sayısı belirsiz yer tahsisleri yapıldı, kanunla tüzel kişiliği yeniden düzenlendi ve kurumsal yapısı düzenli kamu kaynağı aktarımı ve yetki devirleriyle güçlendirildi. Daha 2013’te Tütün Kanunu’na, “Her türlü uyuşturucu madde, alkollü içki, tütün ve tütün mamulleri bağımlılığı ile mücadele etmek amacıyla Türkiye Yeşilay Cemiyetine 5018 sayılı Kanunun 29 uncu maddesi hükmüne tabi olmaksızın yardım yapılmak üzere, Sağlık Bakanlığı bütçesinde gerekli ödenek öngörülür.” hükmü eklenmişti.
2015’te ise, bazı kanunlarda değişiklik yapılması hakkında 6487 sayılı torba kanunun Yeşilay’ın bir vakıf olarak yeniden yapılandırılmasına ilişkin 33’üncü Maddesinde, “Vakfa, amaçlarını gerçekleştirmek üzere, 10/12/2003 tarihli ve 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanununun 29 uncu maddesi hükmüne tabi olmaksızın her yıl ocak ayı içinde aktarılmak üzere Sağlık Bakanlığı bütçesinde ödenek ayrılır. Ayrılacak bu tutar 2015 yılında 15.000.000 TL olarak, takip eden yıllarda ise her takvim yılı başından geçerli olmak üzere o yıl için 4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanununun mükerrer 298 inci maddesi hükümleri uyarınca tespit ve ilan edilen yeniden değerleme oranında artırılarak belirlenir.” hükmü getirildi.
Bu düzenlemelerin gerekçelerinde Yeşilay’ın bilinen genel amaçlarının ötesinde bir açıklama yer almadığı dikkate alındığında, özel hukuk tüzel kişisine yapılan bu kaynak ve yetki devirleri en basit tabirle akıl karıştırmaya devam ediyor. Sağlık Bakanlığı 2024 Faaliyet Raporu’na göre 2024 yılında bakanlık bütçesinden Yeşilay’a 1 milyar 240 bin TL aktarılmış bulunuyor.
Yeşilay’ın bağımlılığı çerçevelemesinde dikkat çeken üç yaklaşım
- Yukarıdaki alıntıda Erdoğan’ın nefret diliyle LGBT’ye “sapkın akım” demesini de katarsak, birçoğu bilimsel anlamda tartışmalı, sınırları muğlak, çeşitli davranışsal bağımlılıklarla, tütün, alkol, uyuşturucu gibi madde bağımlılıklarının aynı sepete konması,
- Bunlar arasında geçişkenlik olduğu kabulü ve
- Nefsine hakim olamayan ve ıslah/tedavi edilmesi gereken bireyin sorunsallaştırılması.
Bunlardan bilimselliği sorgulanmaya muhtaç ve ideolojik unsurlar içerme şüphesi barındıran ilk ikisinin ilgili uzmanlarca değerlendirilmeleri gerekir. Ancak, üçüncü yaklaşım, yani bağımlılığın ve mücadelesinin atomize birey üzerinden kurgulanması, bu yazı dizisinin dördüncü bölümünde ele alınan liberal tahayyülde sorumluluğun bireyselleştirilmesiyle bire bir örtüşüyor. 1980’lerde ABD yönetiminin uyuşturucuyla savaş kampanyasının sloganı “just say no” ile en iyi ifadesini bulan bu yaklaşımda, bireye sürekli olarak bağımlılığa karşı durması hatırlatılıyor ve bağımlılık ıslah/tedavi edilmesi gereken bireysel bir sorun olarak ele alınıyor.
Sermayeye karşı tutum
Yeşilay, meselenin arz tarafında şirketler, karteller, karanlık güçler, vs. olduğunu sıklıkla dile getiriyor, ancak bunların adını anmıyor ve sanki toplum dışı olgularmış gibi, bunları öcüleştirmekle yetiniyor, müdahale konusu yapmıyor. Parmak sadece gençlere sallanıyor; sadece toplum uyarılıyor, ürkütülüyor. Yeşilay tarafından hazırlanan kamu spotlarında da görüldüğü üzere, telkin edilen, bireyden beklenen, “bireysel sorumluluk” çerçevesinde, iman gücüyle “öcü”lere karşı koyması, hem dini kaynaklarda haram ilan edilen hem de sağlığa zararlı olduğu yönünde bilimsel kanıt bulunan maddelere ve Yeşilay’ın bağımlılık yaptığını söylediği davranışlara başlamaması, başlamışsa bırakması.
Dikkat çekici bir başka husus Yeşilay’ın gıda bağımlılığından hiç söz etmemesi, aşırı işlenmiş gıdaları ve onları üretip satan sermayeyi asla öcüleştirmemesi. Çocuk ve yetişkin beden ve ruh sağlığını ciddi boyutlarda tehdit eden bu dev endüstriyi temsil eden yerli ve yabancı sermayeyi ve bu ürünlerin tüketim etkisini Yeşilay görmemeyi tercih ediyor, yok sayıyor; bunun yerine sınırları muğlak bağımlılıklar alanında gelişigüzel dolaşarak, kah “alışveriş bağımlılığı”na dikkat çekiyor, kah “oyun bağımlılığı”nın “kumar ve pornografi bağımlılığı”na dönüşme tehlikesi hakkında uyarıda bulunuyor.
AKP’nin bağımlılıkla mücadele politikasında fiyasko ve başarı
Bu yazı dizisinin beşinci bölümünde irdelediğimiz Erdoğan’ın bir yandan sermayeyi koruyan ve kollayan tutumu, diğer yandan İslamcı politizasyon, liderliğin pekiştirilmesi, baskıcı rejimin güçlendirilmesi ve modernite karşıtlığı ile biçimlenen bağımlılıkla mücadele politikasından ve Yeşilay’ın bunun üzerine bilimsellik kisvesi giydirerek hayata geçirme uğraşısından elde edilen sonuç açık ve net bir fiyaskodur. Bilim ve insan hakları hukukuna dayalı halk sağlığı politikalarından ayrışan bu politika, bağımlılığı engelleyemediği gibi, artışına seyirci kalmıştır.
Bu haliyle AKP’nin bağımlılıkla mücadele politikası, ABD’nin iflas eden “war on drugs” politikası ile birçok açıdan benzerlik taşıyor. Her iki politikada da gerçeklik ve retorik arasında gitgide derinleşen bir uçurum var ve temelde yatan hedefin iktidar tahkimi ve toplumsal denetim ve baskı olduğu gitgide daha net ortaya çıkıyor.
Diğer yandan, nereden bakıldığına bağlı olarak, hem sermayeyi kollayan hem de onun neden olduğu zararlarla ahlaki bir mücadele yürütüyormuş görüntüsü veren ikili stratejinin başarılı olduğu alanların da bulunduğunu belirtelim. AKP’ye ve liderine ahlaki üstünlük bahşeden bu politika ve sürekli kendi kendisini kutlayan faaliyetler sayesinde, iktidar pekiştirilirken, ulusötesi sermaye ilişkileri büyük oranda gözlerden kaçırıldı, fiyaskonun üstü örtüldü, doğru mücadelenin önü kesildi.
Bitirirken
Bağımlılığın kuşkusuz bu yazı dizisinde ele alınanların ötesinde çok çeşitli başka boyutları, veçheleri var. Bu yazı dizisinde bağımlılık meselesini başta sorduğumuz “Bireysel kusur mu, sistemik bozukluk mu?” perspektifinden ve sadece iki ürün grubu üzerinden ele aldık. Alkole ve uyuşturucu/uyarıcılara da öncelikle buradan bakmak gerektiğine inanıyoruz.
Yazı dizisinde, AKP tarzı mücadelenin bağımlılığın önünü almada bütünüyle başarısız olduğunu da gördük. AKP başarısız, ama meselenin tek bir boyuta indirgenerek, sadece klinikte, okulda, karakolda çözülemeyeceği de açık. Ne kadar iyi niyetli olursa olsun bu tür müdahalelerin, teknokratik, bürokratik çözümlerin etkisiz kalma, hatta sermayenin daha güçlü karşı saldırısının altında ezilme olasılığı oldukça yüksek. Bireyde davranış değişikliği hedefleyerek talebi düşürmeye çalışan önlem politikaları, ister istemez, sermayenin de bireyde davranış değişikliği hedefleyen talebi kışkırtma stratejisine tosluyor. Sermaye düzeninin kendisi hedefe konmadıkça, bu tür mücadele yürüyen merdivende ters yönde ilerlemeye çalışmanın ötesine geçemiyor.
Bir de, unutmamak gerek, sermayenin bağımlılık yapıcı ürünleri üretip satmanın dışında canla başla gerçekleştirdiği bir uğraşısı daha var. Kapitalist sistemin hakim aktörleri olarak, bir yanda kendilerini doğuran ve var eden sistemin ayakta kalması için birlik halinde büyük çaba gösteriyorlar, diğer yanda derin bir ihtiyaç pazarlaması kriziyle boğuşuyorlar. Sermaye karşıtı aktörler de kapitalist sistemin ve aktörlerinin altını oymaya devam ediyor. Başka bin bir çelişki, mücadele, çatışma ve krizle, sistem de içinden çatırdıyor. Yeni ürünler, yeni bağımlılıklar, limbik kapitalizm tufanı işte bunun içinden çıkıp geliyor, kıyıya vuruyor, üzerimize yağıyor, hepimizi kuşatıyor. Demek ki, aktörler ve yapı sürekli birbirlerini belirlemeye, değiştirmeye, dönüştürmeye devam ederken, her düzeyde, her cephede yapılacak sistemik müdahaleler üzerinde düşünmek, çalışmak gerek.
Bağımlılık Dosyası - 5: AKP tarzı mücadelede Erdoğan'ın rolü | ![]() |