Hegel, entelektüel şiddet ve Kadıköy

Hep böyle olmaz mı?

Hep böyle olur.

Dönüşümleri belli olaylardan hareketle tanımlamaya başlarız. Nokta tanımlarıdır bunlar. Birdenbire ortaya çıkan bir olay, bir anda sahneyi işgal eden bir olgu, bir insan, bir örgüt, olayları, tarihsel gelişim içinde bulunduğumuz yeri çok başka bir gözle görmemizi sağlayabilir.

O zaman, geçen haftaki vurgularımızdan birkaç gün sonra sonra, Haydarpaşa'daki "şaibeli" çatı yangınının gerçek anlamını sorgulayan, ama hep birlikte sorgulayan dört partinin Kadıköy ilçe örgütleri, içimizde bazı umutların yeşermesine en azından vesile olmuş sayılabilir. BDP'nin ÖDP, EMEP ve TKP ile birlikte hesap soran tutumu, tek bir ilçede bile olsa, bu ülkenin gerçek sahipleri olduğunu hatırlayan bir kesimin sevindirici dönüşümünü müjdeliyor. Kürt halkında Türkiye'ye sahip çıkan bir sol irade bulunduğu, bu yolla ilan edilmiş oluyor.

En azından biz öyle görüyoruz.

Belki de öyle görmek istediğimiz için böyledir.

İnsan görmek istediğini görüyor, görmek istemediğini ise görmüyor.

İstanbul'un bir ilçesindeki yolsuzluklardan değil sadece, bu ülkenin tamamından sorumlu olduğunu açıkladığı anda bu dört parti hep birlikte, Türkiye'nin tüm kaderi gözle görülür bir biçimde değişecektir.

Çünkü zihniyetler, düşünme biçimleri, fikir dünyaları değişmeye başlayacaktır.

Hegel'in mektuplaşmalarında var: Marx ve Engels'in uzun süre Bamberg'de gazetecilik yapmaya mecbur bırakılan bu hocası, bir yerde, teorik çalışmanın, üzerinde her geçen gün nasıl biraz daha ikna edici bir etkide bulunduğunu anlatıyordu. Heidelberg'de zar zor 47 yaşındayken bir profesörlük "kapabilen" Hegel için teorik çalışma, pratik çalışmadan çok daha verimliydi teorik iş, dünyada pratik işlerden çok daha fazla şey yaratabiliyordu. Hegel, açıkça, "Bir kere fikir sahası devrimcileştirilirse, gerçeklik buna karşı duramaz" diye yazıyordu. Yazmıyor, adeta bağırıyordu.

Marx'ın hocasıdır şimdi karşıdevrimin her türden şakşakçısı kesilen "sürü" pek gençken, 70'lerde, Althusser modayken yani, Marx'ın epistemolojik kopuşla belli bir noktada Hegel'den arındığını falan pazarlamaya çalışırdı ve Metin Çulhaoğlu, böyle moda bayağılıklara karşı, henüz çok gençken, yazılarıyla tepki gösterirdi. Bu nitelikli karşı çıkışlar, kitaplarına da girmiştir. Çulhaoğlu, Hegel'siz Marx arayanlarla bunun devrimcilik olduğunu sananlara acıyor ve sola sızmış demokratik gericilikleriyle bugün gelecekleri yeri önceden ilan ediyordu sanki.

Gerçekten de düşünce dünyasında patlak veren bir devrim, realite üzerinde etkisiz kalamaz. Bunun tersini Marx'a yakıştırmak, marksizmden ve devrimcilikten başka her şeydir. Bir marksist, devrimcilikten itirafçılığa geçiş yapmadıysa eğer, buna nasıl itiraz edebilir? "Ne Yapmalı" ile Hegel'in bu müthiş saptaması arasında elbette bir devamlılık vardır.

Bugüne gelelim ve soralım: Kadıköy ortak bildirisi bir başlangıç mı?

Bilemiyoruz, ama ortada umutlarımızı büyüten bir çıkış yok değil. Bunu, "fikir sahası, tasavvur dünyası bir kez devrimcileştirilirse, bunun gerçekliği etkilememesi mümkün değildir ve öncülüğün bunun tam tersinde olduğunu savunmak devrim düşmanlığıdır" diyerek, kendi kendimize hatırlatmış olalım.

Bir şey çok açık: Eski solun fikir dünyasına epeydir entelektüel şiddet uygulayan yeni solumuzun, realiteden olumlu bir tepki almaması mümkün değildir.

Göreceğiz.