Örneklerle Akıl Yitimi

Şırnak’ta 2009 yılının Eylül ayında bir sokak basketbol turnuvası düzenlendi. Düzenlemenin sahibi olan İl Gençlik Spor Müdürü, amaçlarının “spor yoluyla gençlerin ruhen gelişmesini sağlamak” olduğunu belirtti. İlin askeri ve mülki erkânı ile birlikte kalabalık bir halk topluluğunun da izlediği turnuvanın açılış maçının sonucu şuydu: Cudi Lakers 15 - Şırnak Dallas 14.

Ekim 2007’de Bolu 2. Komando Tugayı’ndan 13 askerin çarpışmada hayatını kaybetmesi üzerine “bu şirin ilimizde” yayımlanan bir gazetedeki yazıda DTP’li milletvekilleri ile belediye başkanları ve yöneticilerin adları tek tek sayıldıktan sonra “Yüce Türk Ulusu, işte karşında düşmanın” denildi. Adı geçen partililerin yaptıkları başvuru üzerine konuyu inceleyen savcılık, yazıda suç unsuru bulunmadığı kararını verdi.

Başbakan 2008 yılı 1 Mayıs’ının Taksim’de kutlanmak istenmesi ile başlayan tartışmalar sırasında “Ayakların başları yönettiği yerde kıyamet kopar” dedi. Anılan gün geldiğinde ise bu yönerge doğrultusunda harekete geçen güvenlik güçleri, şiddet kullanarak, ayakların yerli yerinde kalmasını sağladılar.

Bundan aşağı yukarı bir yıl kadar sonra, 2009 yılı Eylül ayının başlarında bir profesör de benzer bir söyleme başvurdu. Topkapı Sarayı Müzesinin bahçesinde müze bekçisi tarafından kenevir yetiştirildiğinin anlaşılması üzerine, bir süredir müzenin müdürlüğünü yapmakta olan tarih profesörünün “Ayaktakımından bekçi yaparsan böyle olur” dediği günlük gazetelerde yer aldı.

Çok zamandır Ege’de yayımlanmakta olan bir gazetenin muhabirlerinden bir hanım kızı, söyleşiler yaptığı bir milletvekili ile belediye başkanına “sayın milletvekilim” ve “sayın başkanım” diye seslenmediği için söyleşi yapılan saygıdeğer kişiler, çalıştığı gazetenin sorumlularına şikayet ettiler. Sonuç olarak, hem saygısız hem talihsiz muhabir işinden kovuldu.

Bir paylaşım sitesinde ve 2009 yılının Eylül ayında şöyle bir video kaydına rastlandı: “Çevik Kuvvet Destanı” adını taşıyan videoda Türkiye Komünist Partisi, Özgürlük ve Dayanışma Partisi, Halkevleri gibi yasal oluşumlar açıkça hedef alınıyor ve çevik kuvvetin çeşitli gösterilerdeki aşırı sert müdahalelerini sergileyen görüntülerin ardından, “rap” tarzında bir müzik eşliğinde birtakım satırlara yer veriliyordu. Şarkının sözleri arasında şunlar da bulunuyordu: “Sakarya, Yüksel ya da Meclis fark etmez, gel eyleme gideriz. Halkevi, TKP, ÖDP, fark etmez, hepsi de kahpe. 1 Mayıs’ı unutmadık, unutmayacağız. Sıradan hepinize kan kusturacağız.” Emniyet yetkilileri tarafından, kuşkusuz, sahiplenilmeyen videonun kimler tarafından hazırlandığı bulunamadı.

Eğitim işkolunda örgütlü bir sendikanın aynı zamanda din dersi öğretmeni olan şube başkanı, bir grup arkadaşı ile birlikte, Kayseri kentinin Cumhuriyet Meydanı’nda protesto gösterisi yaptı. İsrail Hava Kuvvetleri Komutanı’nın Türkiye’ye yönelik açıklamalarını kınamak üzere 2009 yılının Şubat ayında gerçekleştirilen gösteride, din öğretmeni ve arkadaşları, Hitler’in ruhuna helva dağıttılar.

Bu olaydan bir ay kadar önce de kültür derneklerinin oluşturduğu bir federasyonun başkanı ile bazı üyeleri, Eskişehir’deki dernek binası önünde bir basın toplantısı yapmışlardı. Bu gösteride de pek zekice bir ilginçlik vardı: Göstericiler kucaklarına aldıkları bir köpekle toplantıyı gerçekleştiriyorlardı ve ellerinde “Bu kapıdan Yahudiler ve Ermeniler giremez. Köpeklere giriş serbesttir” yazılı pankartlar taşıyorlardı.

Aynı yılın Ekim ayında ise bir etkinlik çerçevesinde Kars’a gelen bir İtalyan yazar, yurttaşı ünlü sinema yönetmeni Fellini’den “o benim Atatürk’ümdür” diye söz edince, bu kentimizdeki üniversitenin profesörleri, böyle bir karşılaştırmaya kızarak tepki gösterdiler. Öte yandan, o ayın 29’unda gerçekleştirilen Cumhuriyet Bayramı törenlerinin geceye sarkan bölümünde, İstanbul Dolmabahçe Sarayı’nda verilen resepsiyonda, İstanbul Valisinin düğmesine basmasıyla harekete geçip dev pastanın içinden yükselen bir Atatürk maketiydi ve pastanın içinden ağır ağır yukarıya doğru çıkarken elindeki şapkasıyla seçkin davetlileri selamlıyordu.

Eylül 2008’de de bir tepki gösterme olayı yaşanmıştı. Anadolu uygarlıkları ile ilgili bir belgesel filmin Kayseri’deki çekimlerini yapmaya çalışan yönetmen, otuz kişi kadar oldukları sanılan bir topluluğun sert tepkisiyle karşılaştı. Tepkinin nedeni, Kayseri kalesine “film icabı” çekilen bayraktı. Duyarlı topluluk, “Biz Müslümanız, haçlı bayraklarının burada ne işi var?” diye tepkisini eksik etmeyince yönetmen de, haliyle, çekimleri durdurmak zorunda kalmıştı.

Yine son bir iki yıla sıkışan bir olay da iktidar partisi eğilimli olduğu ileri sürülen bir patronun televizyon kanalında yaşandı. Hazırlanarak duyurusu yapılan bir programda, bir ateist, karşısındaki bir imam, bir papaz, bir haham ve bir Budist rahiple Allah’ın varlığı konusunda tartışma yapacaktı. Ödüller de din adamlarının akidelerine uygundu: İmam ikna ederse Hacca, haham başarılı olursa Kudüs’e, Papaz başarırsa Vatikan’a, Budist üstün gelirse Nirvana’ya ulaşsın diye Tibet’e yollanacaktı. Ne var ki, program daha başlamadan yayından kaldırıldı.

Ülkemizdeki Müslüman sermayedarlarının kuruluşu olma iddiasındaki bir derneğin başkanı ile yapılan ve 2009’un Temmuz ayında iktidar yanlısı bir gazetede yayımlanan mülakatta, o başkan, asıl burjuva sınıfının kendileri olduğunu söyledi. Aynı söyleşide, zenginin zenginliğini göstermesi gerektiğini belirten dini bütün sermaye sahibi, “Kibirli yürümemek kaydıyla, sokakta, bir insanın zengin olduğu anlaşılmalı” diyordu. Bunun nedeni ise “fakir kimin zengin olduğunu anlasın da gelip derdini anlatsın diye” biçiminde açıklanıyordu.

Tümü de son birkaç yılda gerçekleşmiş olaylara ilişkin yukarıdaki örnekleri seçerek aldım. “Akıl yitimi”nin göstergeleri sayılan benzerleri arasından seçtim. Rasgele bir seçim oldu belli bir kastım yoktu, demek istiyorum. Bununla birlikte, bana daha çarpıcı görünenleri seçmiş olmam doğaldır.

Hiçbir yorum da katmadım. Özgün metinde yansıtılış biçimlerine sadık kalarak, ama elbette biraz özetleyerek aktardım. Bir de, isimsizleştirdim. Kimin ya da neyin adı olursa olsun, unvanlar dışında, yer vermedim. Başkaları da, şu anda bu ülkede yaşayan başka adlardaki benzer insanlar da yapabilirlerdi o işleri o sözleri söyleyebilirlerdi.

Daha çok örnek için kitabın kendisine başvurmak gerekiyor yorumlar için de kuşkusuz... Öte yandan, yorum dediysem, bunun öyle yukarıdan bakarak, ahkâm keserek, üst perdeden yazılıp söylenmiş birtakım kelâm olduğu düşünülmemeli. Rahat, kendiliğinden gelmişçesine, kimseye yol göstermeye ya da ayar vermeye çalışılmadan yazılıvermiş yorumlarla anlatılan türlü akıl yitimi durumları işte…

Bizim okur dostlarımızın, soL okurlarının hiç yabancı olmadıkları bir yazarın, Mustafa Kemal Erdemol’un yazıları geçen ay Cumhuriyet Kitapları arasında yayımlandı. “Aklını Yitiren Türkiye”ye ilişkin birçok örnek durumu sergileyerek üzerinde üç beş söz söyleyen bu yazıları, örneklere de yorumlara da takılmayı, itiraz etmeyi, eklemeler yapmayı ihmal etmeden okumak mümkün. Daha doğrusu, bu tür bir okuma en iyisi. Ben de öyle yapmaya çalıştım. Hiç ara vermeden, birkaç saat içinde okunup bitiriliyor.

Sonunda, yazarın son cümlesi bellekte yer ediyor: “Gittikçe aklını yitiren, ama yine de keyifli bir memlekettir Türkiye…”

Yer ediyor ama, bana sorulursa, bir akıl yitiminin varlığına tereddütsüz tanıklık ederim de, buradan keyiften çok ya da keyifle birlikte başka “şey”ler çıkacağını eklerim: Can sıkıntısı, bunluk, belki biraz hüzün, daha da çok öfke… İnsanı yerinde durdurmayan bir öfke…

Ya umut?

Elbette çıkmalıdır.

Umutsuz öfke sadece imha etmeye yarar. Bizden uzak dursun.