Keşke

Zaman zaman yapıyorum bunu. Başlıkta ya da yazıp giderken kullandığım sözcükleri anlatmaya kalkıyorum onlardan bir anlatım aracı olarak yararlanmanın yanı sıra, kendilerinin de bir kökü, gelmişi, geçmişi olduğunu hatırlayarak hatırlatmaya çalışıyorum. Hem yazılıp konuşulacak konuya bir yol açmayı kolaylaştırdığı için hem de gençlerin dilimizi daha iyi öğrenmelerine küçük yardımlar sağlıyor olabilir düşüncesiyle…

Bu “keşke” sözcüğü, Farsçadan geliyor aslı “kâşki”. Bir bağlaç ve genellikle “ne olurdu, öyle olmasaydı da şöyle olsaydı” türünden pişmanlık ya da özlem anlatıyor. Buraya kadarı, nesnel onun bunun bakışına göre değişmeyecek bir bilgi aktarımı. Bir de öznel yorum eklenebilir: Çok kabadayı olanlar, hiç “keşke” demezler, daha doğrusu, hiç demediklerini ileri sürerler kabadayılıkla ilgisi olmayanlarsa bu sözcüğü sık sık kullanırlar.

İki kez keşke deyişim var son birkaç gündür.

İlki, bizim Yurdakuler’in bu haftaki yazısını okuduktan sonra oldu. Ama, devam etmeden önce, bir ya da iki kez böyle bir düzeltmeye maruz kaldığım için, benim olağanüstü dikkatli editör kardeşlerimden rica ediyorum, lütfen buradaki imlaya dokunmasınlar. Ben böyle demeyi tercih ediyorum ve yazar arkadaşımız Yurdakul Er’in de buna herhangi bir itirazının olduğunu sanmıyorum.

Yurdakuler kardeşimin yazısını okuduktan sonra, “keşke bu yazıyı ben yazmış olsaydım” dedim. Yanlış anlaşılmasın, ben daha iyisini yazardım, anlamında değil, düpedüz kıskandığım için. Hangi yazıdan söz ettiğime ilişkin bir karışıklık olmasın diye ve biraz da bu cümleyi bir kez daha tekrarlamış olmak için yazının başlığını hatırlatayım: “Demokrasi faşizm demektir!”

“Demokrasi düşmanlığı” bilinen bir kimse için şaşırtıcı yanı olmayan bir cümle aslında. Bununla birlikte, göndermede bulunduğum yazının birkaç önemli yenilik barındırdığını atlamak mümkün değil. Biri, demokrasinin bir rıza üretimini gerekli kılmasına ilişkin vurgu. Çok yerinde bir işaret ve ne kadar üzerinde durulsa fazla olmaz. Chomsky ile Herman’ın 1988 tarihli önemli çalışmalarının adıyla söylenirse, bir “rıza imalatı” olmadan kapitalizmi, onun bekası için var olan demokrasiyi ve demokrasi için gerekli olan faşizmi ne gerçekleştirmek mümkün olabilirdi ne de hatta düşünmek.

Bu noktada, bugünkü demokrasinin kapitalizmin varlığını sürdürmesi işlevini üstlendiği için, olması gerekenden, bu anlamda “gerçek” demokrasiden uzaklaştığı ileri sürülebilir. Sık sık da ileri sürülüyor. Ama, bundan farklı bir demokrasinin ne zaman yeryüzüne indiğini bilen ya da hatırlayabilen var mıdır acaba? Nasıl benzetmeli, örnek olsun, iktisat derslerinde ve her gün, her yerde anlatılan serbest piyasa, tam rekabet, her türlü iyiliğin yaratıcısı yarışma türünden safsatalar da böyledir işte. Yıllar ve kuşaklar boyu yazılır, anlatılır, belletilir ve sadece, başta gençler olmak üzere, insanların beyinlerinin dumura uğratılmasına yarar. Başka bir anlatımla, bunlarla yetiştirilmiş insanların beyinleri asal işlevlerini yerine getiremez olurlar. “Rıza imalatı” biraz da bu yolla mümkün olur.

İkinci bir önemli nokta için devam edelim ve doğrudan doğruya yazıdan birkaç satırı yeniden okuyalım:

“(…) Kapitalizm, sömürüyü sayısız kanalın içinde görünmez kılarak bir azınlığın siyasal iktidarı belirlemesini sağlıyor. Perikles Atina’sında, kaynaklara göre değişen, rakamlar biliniyor. Atina bölgesinde yaşayan halkın ezici çoğunluğu, kadınlar, köleler, yabancı işçiler vs yurttaşlık haklarına sahip değildi. Demokrasi bunlar için, yani hayatı yaratan yüzde 90’lık bir kesim için yoktu. Öyle olduğu için de demokrasiden bahsedilebiliyordu. Ezici bir azınlık, yönetiyordu ve buna halkın yönetimi deniyordu.

Bugün durum bundan çok daha farklı değildir.

Zaten eğer böyleyse, yani demokrasi bir azınlık yönetimiyse, bu rejimin bir biçimde çoğunluk tarafından desteklenmesi veya finanse edilmesi gerekir. Öyle bakınca demokrasinin yüzyıllar içinde ilk halinden çok farklı bir yere geldiğini ileri süremeyiz. Çoğunluğun mevcut yönetime karşı çıkmaması için, geri olan her şeyden yararlanarak insanlarda bir ‘kabullenme zihniyeti’ üretebiliyor bu rejim. Bir de bu nedenle faşizme yazılan nitelikleri içeriyor. Demokrasi, faşizmi de bünyesinde barındırıyor.

Demokrasi, kapitalizmde, çoğunluğun azınlığın yönetimine razı edilmesi rejimine verilen addır. Faşizmden neden nitelikçe farklı olsun? Eğer bir devlet biçiminden söz ediyorsak...”

Doğrudur, kapitalizmin devam edebilmesi için demokrasi de gerekir faşizm de… Kimileyin ve kimi yerde biri, kimileyin ve kimi yerde öbürü. Ancak, hemen düzeltilmeli, biri varken öbürü olmuyor ya da birinin bulunduğu yerde öbürü barınamıyor anlamında değildir bu tam tersine, bu ikisi yer ve zaman bakımından ya sırayla ya da birlikte var olabilmektedirler.

Ayrıca, burada, geçen asrın otuzlu yıllarında resmileşmiş tanımın anlattığı bir olgudan söz etmediğimizi de belirtmeliyiz. Emperyalizm aşamasındaki kapitalizmin sürmesi için gerekli olan ve iç içe geçmiş devlet durumlarından söz ediyoruz. Zaten, tanımdan çok betimlemeye yakın o faşizm anlatımının ortaya çıktığı uzun sürmüş dönem birçok anlamda sona ererken, tanımın kendisi de açıklayıcılığını epeyce yitirmiş görünmektedir. Bu son değerlendirme de çokça yinelenmiştir dolayısıyla, sadece bu kadar söylendiğinde, herhangi bir yenilik taşımamaktadır.

Birinci keşke için şimdilik bu kadar. Biraz daha ilerlemek üzere yeniden dönülebilir.

İkinci keşke deyişim ise sözcüğün yaygın kullanımından biraz farklı bir bağlamda gerçekleşti. Yaygın kullanım, bilindiği üzere, yakın ya da uzak geçmişe ilişkin bir hayıflanmayı içerir: Ah ne olurdu, öyle olmasaydı da, böyle olsaydı… Şimdi sözünü edeceğim ise geleceğe ilişkin bir umudu, şu andaki bir işarete bakılarak dile getirilen bir beklentiyi sergiliyor.

Geçen gün, Kafkas halklarının mücadelesini ve sorunlarını konuşmak üzere bu yazının yayımlandığı gün toplanacak bir kongreyi duyuran bir haber okudum burada. Benim şimdi şunu yazmam, biraz, kendin söyle kendin dinle gibi olacak ama, hem süreklilik hem etkenlik kazanmış bir çabaya bu kadarcık olsun hakkını vermek gerektiği için yazmaktan geri durmayalım, imzalı yazıları okuyup başka bölümlere pek bakmayanlar olabilir: Ben burada yer verilen haberleri, kimileyin birlikte sunulan haber-yorumları falan okudukça, başka hiçbir yerden edinemediğim bilgiye ulaşmış oluyorum. Bu da öyle oldu başka nerede görüp de okuyabilirdim bu bildiriyi.

KAFFED kısaltmasıyla anılan bir derneğin kongresiydi sözü edilen. Bu dernek, bildiriden alıntılanırsa, “başta Adığe, Abaza ve Ubıhlar olmak üzere diyasporada nüfusu bulunan tüm kardeş Kafkas halklarının birlikte kurduğu ortak çatı örgütüdür.” Bildiride, yürüttükleri mücadelenin kritik bir dönemece geldiğini vurgulayarak, emperyalizmin bölgelerinde yakın dönemde düzenlediği oyunlardan ve giriştiği saldırılardan söz ediyor, onlara karşı doğru olarak yapılanlara, yanlış tavırlara ve yapılamayanlara değiniyorlar. Baştan sona okuduktan sonra, birden, şöyle bir durumun farkına vardım bu tür teatral denebilecek anlatımlara gerek yok belki, ama okurken, aklı başında laflar ediliyor diyerek okumama git gide daha külyutmaz bir dikkat katarken değil, okuyup bitirmemin üstünden bir süre geçtikten sonra olduğunu belirtmek durumundayım: Demokrasi, demokrasinin eksikliği yahut hiç olmayışı, demokrasi mücadelesinin ve demokratikleşmenin gerekliliği türünden sözlere son derece elverişli bir “zemin” bulunmasına rağmen, bu sözcüğün ve türevlerinin hiç kullanılmamış olduğunu fark ettim. Olabilir miydi? Tekrar başa döndüm ve hem babadan görme usulle hem teknolojik imkânlardan yararlanarak bütün metni taradım. Yok, bir tek kez bile kullanılmamış. İşte ondan sonra, bu yazının başlığını oluşturan sözcüğü kullanma gereğini duydum: Keşke, bu arkadaşlar, çağımızın en berbat akıl bozucusundan uzak durmayı her zaman başarabilseler. Başarabilirlerse, nasıl demeli, yolun yarısını ya da epey bir yolu geçmiş sayılırlar.

Bir de, bildirilerinin en sonunda, şöyle demişler: “Biz Kaf dağının kardeş çocuklarıyız. Geçmişimiz birdi, geleceğimiz de bir…”

Biz de Kaf dağının bu yanındaki insanlarız kardeşler. Siz aklınıza böyle mukayyet oldukça, bizimle de geleceğiniz birdir.