1 Mayıs 1977’nin kayıp Maocuları

Meşum 77 katliamıyla ilgili tartışmalar eski bir dönemin dilini hortlattı. Maocular yukarı, Maocular aşağı… Bir Maocu… Maocu gruplar… lafı yürüyor ki, sormayın gitsin. Bizim soL bile jargonu aynen kaptı, kapmamak mümkün mü? “DİSK adına Maocu gruplarla görüşmeler yapan Mehdi Beşpınar” diye yazmış arkadaşlar.

İşin garibi bir tek “Maocular” suskun. Kimse onlara bir şey sormadığı gibi, kendileri de söylemiyorlar. Bu durumda bazı gerçekleri açıklamak kala kala bana düştü.

Madde bir: “Maocu” nitelemesi sol içinde bir tarafın öteki tarafı nitelemesidir. Pejoratif, yani kötüleme amacı taşıyan bir kavramdır. Söz konusu grupların hiçbiri kendini “Maocu” olarak görmüyordu. Sadece bir kısım sol çevreler değil, sağ da onları “Maocu” olarak anıyordu, toplumda arkaik bir korku yaratmak için kullanılan umacı kavramdı. Bu gruplar kendilerini gerçek Marksist-Leninist sayıyorlardı (Öyle olduklarını söylemiyorum). Maocu olarak etiketlenmelerine neden olan şeylerse şunlardı: Başlangıçta Çin-Arnavutluk çizgisini benimsemek, Mao’yu Marksist-Leninist bir usta olarak görmek, dört büyük ustanın (Marx-Engels-Lenin-Stalin) kafalarının yanına Mao’yu eklemek. Yazılarda ara sıra “Marksizm-Leninizm-Mao Zedung Düşüncesi” lafı da geçerdi, çok sık değil. Onlar kendilerine “Maocu” denilmesini sahte Marksistlerin propagandası sayıyorlardı.

“Maocu” nitelemesini canı gönülden kabullenmeseler de (yine aynı nedenlerle) buna ötekiler kadar ifrit olmayan iki grup daha vardı. Biri bildiğimiz Aydınlık grubu, öteki TKP/ML-TİKKO hareketi. Her ikisi de 1 Mayıs 1977’ye grup olarak katılmadılar.

Nitekim 1977’de başlayıp 78’de hızla tamamlanan bir süreç içinde, 1 Mayıs 1977’ye üçlü blok olarak katılan söz konusu yapılar Çin’e karşı sert muhalefete başlayıp Arnavutluk çizgisinde Ortodoks Stalinist bir raya oturdular. Doğrudur, Halkın Yolu’nun lider kadrosunun büyük bölümü Aydınlık’a geçti. Ama kalanlar aynı adla devam ettiler. Halkın Kurtuluşu gelişmeden kârlı çıktı, daha da büyüdü. Halkın Birliği, ötekiler kadar geniş olmasa da etkili bir gruptu. O da AEP çizgisine geldi. Ne ki bunlar hala “anti-Sovyetik”tiler ve dolayısıyla en sadık mertebede Stalincilikleri bile üstlerine yapışan Maocu yaftasından onları kurtaramadı. Sovyetler’e karşıysan Maocusun, ister beğen ister beğenme!

Madde iki: O gün yaşananlarla ilgili sol kesimden söylenenlerin büyük bölümü bana göre de doğrudur. Şu devam eden bazı şeyler olmasa (grupları birbirine karıştırma, bazılarını ötekileştirme falan…) samimi olan herkesin gerçeği doğru görmesi sevindiricidir.

1 Mayıs 1977’ye Halkın Yolu saflarında katılmıştım. İstanbul’u bilmiyordum, dışarıdan gelmiştik, bilen arkadaşlar nereye gidiyorsa ben de oraya gidiyordum. Kortej önce Site Yurdu’nda, sonra Saraçhane’de toplandı. Muazzam bir ortamdı. O sabah öğleye dek hissedilen tam bir devrim heyecanıydı, ancak öyle anlatabilirim. Ne ki coşku giderek yerini bezginliğe ve öfkeye bırakmaya başladı, çünkü harekete geçemiyorduk. Öndeki DİSK barikatıyla saatler süren pazarlıklar yaşandı. Tüm gruplar yanımızdan geçti gitti, bir tek biz kaldık engelin ardında. Arkadan baskı geliyordu, “Ne duruyoruz, yarıp geçelim!” Fakat liderlerimiz yine de aklı başında gençlermiş, çoğu 24-25 yaşında, düşünün… Neden sonra barikat geri geri çekilmeye başladı. Bizim yürüyüş de başladı. Tekrar neşelenmiştik. Olağanüstü coşkulu, tüyler ürperten on binlerce kişilik bir kalabalık. Fakat engellemeler nedeniyle yine çok ağır ilerliyorduk. Ben en ön grubun 600-700 metre gerisindeydim. Taksim’e yaklaştığımızda tekrar durduk. Saat iyice geç olmuştu. Heyecan ve sabırsızlık doruk noktasındaydı. O son birkaç dakikalık beklemenin ardından öndeki arkadaşlarımız panik içinde değil, ama şaşkın suratlarla ve hızlı adımlarla geri dönmeye başladılar. Herkes birbirine soruyordu: “Ne oldu? Niye alana girmiyoruz?” “Alanda çatışma çıktı” diyorlardı. Sonra “Tepebaşı Gazinosu’nda toplanıyoruz” diye bağırdılar. Bir süre sonra oraya gittik. Kala kala üç dört bin kişi buluştuk orada. Büyük kesim gelememişti toplanma noktasına. O zamanlar çok sevdiğim ve saydığım bir önder kadromuzu koluna girilmiş getirdiler. Yaralıydı bacağından. Sordum, “Önemli değil, kurşun sıyırmış” dediler. (Sonra Halkın Yolu’nun liderliğini üstlenmiştir, nerelerdesin, neden iki söz de sen etmezsin?) Ardından tanımadığım birkaç kişi “Dağılıyoruz yoldaşlar!” diye bağırdı, dağıldık. O gün ne bir çatışma gördüm, birkaç yaralı dışında ne büyük bir olay havası, ne de tek bir polise rastladım. Neden alana giremediğimizi sormaya devam ediyorduk kendi kendimize.

Dönüş yolunda saat saat her şeyi öğrendik. Mitingi basmıştık ve otuzdan fazla insanı öldürmüştük! Radyo böyle söylüyordu. Alana giremeden bunu nasıl yaptığımızı korku dolu bir merakla düşünüyorduk.

Sonraki bir hafta, özellikle ilk üç dört gün kabus gibiydi. Birçok sol grup ve lider de bizi suçluyordu. Suçluluk duygusu bir yandan, endişe öte yandan. Polis birçok yerde “Maocu” avı başlattı. Birçok arkadaşımız saklandı, ev değiştirdi. Ön barikatta görevli olduğunu bildiklerimi arayarak durumu sordum. Söylenenler hep bugün söylenenlerin benzeriydi. Birkaç itişme kakışma dışında DİSK veya İGD barikatıyla ciddi bir dövüş bile yaşanmamıştı. Sonra her yerden kurşun yağmaya başlamıştı. Panzerler ara sokaklara kaçan kalabalığı oralarda bile sıkıştırmıştı. Birçok arkadaşımız saatlerce bu panzerlerle çatışmıştı.

Bir hafta kadar sonra artık her şey anlaşıldı. Olayın 1. Derece suçlusu değildik. Sadece 2. derece en önemli suçlusuyduk!

Madde üç: İnkar etmeyelim. Sosyalist solun adam gibi bir özeleştiri yaptığını ben görmedim. Çok sıkıştırılırlarsa ya karınlarından konuşurlar, bir şeyler gevelerler ya da susarlar. Susuyorlarsa artık demek ki özeleştiri yapıyorlar! Şimdiki Maocu suskunluğu ben buna bağlıyorum. Bakın jargon bana da bulaştı. DİSK’in tertip komitesi çıkıp konuşuyor da, o zamanki bizim “tertip komitemiz” nerede? Özeleştiriyi bir de şundan anlıyorsunuz: Aynı şey tekrar edilmemişse demek ki yanlış yapıldığı kabul edilmiştir. 1978 1 Mayıs’ına İstanbul’da katılmadık. İşte özeleştiri!

Tabii suskunluğun bir nedeni de o zamanki liderlerimizin büyük ölçüde buharlaşıp uçması. Ölenler, öldürülenler oldu, HY’den, Aydınlık’a geçenler oldu. Çok büyük bölümü ise siyasetle ilgilenmez oldu. Siyasete devam edenlerinse (HK’den birkaç kişi) eski kimlikleriyle neredeyse ilgileri kalmadı. Kalkıp ne konuşsunlar, öyle etkisizler ki. Bu aynı zamanda başka bir lanete bağlı, ona da yazının sonunda değineceğim.

1977’de alanı tutanların da pek bir özeleştirisi yok. Tertibin geleceği neredeyse bir ay öncesinden biliniyormuş. Ama kimse burnundan kıl aldırmamış (Doğruya doğru: Aydınlık bunu açık açık söyledi haftalar öncesinden. Olay sonrası ise fırsatçı bir tavır aldı ve bu tavrının yararını gördü, Halkın Yolu’nu eritti). Şimdi bir sürü soru soruluyor. Haklı ve doğru sorular. Ama oluşan bu büyük gerilime o zamanki grupların yaklaşımı doğru muydu? Ayrıca 1 Mayıs öncesi İstanbul ve İzmir’de Halkın Kurtuluşu’ndan iki devrimciyi öldüren sol gruptakiler, tetiği çekenlerin gerçekten kimler olduklarını biliyorlar mıydı? “Netekim”ler göstere göstere plan yapıp uygulamaya sokmuşken, nitekim üç yıl sonra darbelerini de yapacakken, hadi bizim liderler gençti, yaşlı başlı liderler ne tutum almıştı? “Devrimciler” romanımın sonuna doğru bu kanlı 1 Mayıs öncesi gerilimi anlatmıştım hayli uzun.

Söz konusu büyük gerginlikten, ki darbeye dek sürdü, Sovyet kanadı da fayda sağlıyordu, karşıt gruplar da, o zaman “ortayolcu” dediğimiz kesimler de. Ya da fayda sağladığına inanılıyordu. Bu şekilde daha çok kitle toplanabileceği düşünülüyordu değişik mekanizmalarla. Kısmen o fayda sağlanıyordu belki. Ama neye yarar, sonuç ortada.

Benim hatırladığım, nerede hır gür, ciddi bir çatışma çıksa bu “Maocu”ların hüsnü kabul gördüğü, el üstünde tutulduğu, ama iş miting meydanında getirisini toplamaya gelince onların alanlara sokulmadığıydı. 1 Mayıs 1977’den birkaç ay önce daha dün omuz omuza kavga verdiğimiz arkadaşlarımız bizi tanımayarak mitingden kovulmamıza onay vermiş, polisin ağır bir saldırısına maruz kalmıştık Bursa’da.

Maocu umacısı, komünist hayaleti
Tüm bunlar tarih. Bir şeyler hatırlanırsa belki fayda sağlar diye yazdım. Ama asıl niyetim bugüne paralellik kurmak.
Bugünkü TKP’den arkadaşlarımdan bazıları kızıyorlar ama, ben o günkü “Maocu” gruplarla bugünkü TKP’yi birçok yönden benzetiyorum. Daha doğrusu ona karşı alınan tavırda ilginç benzerlikler görüyorum. Bunlardan en önemli ikisi şu:

Olmadığı sıfatlarla anılmak: Bugünkü TKP Kemalist olmadığı halde bazılarınca Kemalist görülüyor. Bazıları aksine Atatürk düşmanı. Bazılarına göre TKP Türk milliyetçiliği yapıyor, bazılarına göre tam tersi Kürtçü, hatta PKK işbirlikçisi. Bazılarına göre devlet düşmanı, cumhuriyet düşmanı, bazılarına göreyse resmi ideoloji yanlısı. Hem Stalinist hem de aynı zamanda ulusalcı! Ne söylendiği önemli değil, tüm bu pejoratif nitelemelerin işe yaraması önemli.

İkincisi de temsiliyet laneti: Geçmişteki üçlü blok, yüz binleri etkilemesi bir yana, hayli popüler, önemli isimler barındırıyordu içinde tek tek. Ama grup kimlikleriyle ortaya çıktıklarında birden bire önemsizleşiyorlardı o insanlar. 68’in o çok saygın örgütlerini yöneten kişiler “Maocu” kimliğiyle söz söylemeye kalktıklarında dakikasında bir hiçe dönüşüyorlardı medyada. Bakın bunun etkisi hala devam ediyor. Ötelenmekten öyle bunalmışlar ki, muhtemelen, “Başlarım televizyonlarınıza da, sizin düdük gerçeklerinize de…” deyip geçiyorlar. Adları gazetelerde ancak öldürüldüklerinde çıkardı, grup adları yanlış yazılarak veya yazılmadan. Bu başka anlamıyla tam sistem dışılıktır. O günün Cumhuriyet’inin, sol medyanın bile bir tek kez hayırla anmadığı kayıp bir çevrenin ortak tepkisidir.

Şimdi de TKP. Ona karşı da aynı şebeke medyası iş başında. Günümüzün en kalabalık sosyalist grubu. Ama hiçbir konuda “Peki siz ne düşünüyorsunuz?” diye sormuyorlar, hiçbir etkinliğini “görmüyorlar.” Köpek gibi merak ediyorlar, soL Portal’a ikide bir giriyorlar, ama bu merakı aleni göstermekten it gibi korkuyorlar.

Boş verin. Sistem dışılık işte böyle bir şeydir. Daha akıllı kafalarla 1 Mayıs 1977 sabahının o göz yaşartan gür marşlarının yankısını, o müthiş kitlenin coşkusunu bir kez daha yakalarsak bunların hiçbir önemi kalmaz. Bazılarının asıl korkusu da bu.