Neoliberalizmi tartışırken

İzzettin Önder'in "Neoliberalizmi Tartışırken" başlıklı köşe yazısı 26 Kasım 2012 Pazartesi tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

Dönemimizin anlayış ve uygulaması haline gelen ve tüm yaşamımızı etkileyen neoliberalizm çoğu toplantı ve tartışmaların ilgi odağı ve ana konusu olmaktadır. Geçen hafta güzide bir üniversitemiz öğrencilerinin daveti üzerine bu konuda bir toplantıya katıldım. Bugünkü yazımda o toplantıda genç meslektaşlarımla tartıştığım başlıkları sizlerle paylaşmak istiyorum.

Toplantıya giderken, her zaman olduğu gibi, ilkem, bana çizilmiş olan sınırlar içinde kalarak konuyu elimden geldiğince çözümlemek idi. Bu yaklaşımın genç meslektaşlarıma ve dinleyicilere saygı ifadesi olduğu kadar, konuyu dağıtmadan ve neoliberalizmin sunduğu olağanüstü olanaktan yararlanarak kapitalizmin işleyişini çözümlemede de yardımcı olacağını düşündüm. Bu konuyu siz değerli okuyucularla paylaşmamın ana nedeni ise, AKP icraatını, artık tamamıyla su yüzüne çıkmış olan kapitalist felsefe ışığında anlamaya çalışmaktır.

Ana akım iktisat teorilerinin tümünde olduğu gibi, dönemimizde en uç halini kazanmış olan neoliberal akımda da temel felsefe “birikim”dir. Neoliberalizmin finanslaşma, küreselleşme, özelleştirme, bölgeselleşme vb gibi uygulama yöntem ve araçlarının tümü gelişmiş merkez ülke sermaye dokusunun birikimi sürdürmek ve olası en üst düzeyde tutma amacına yöneliktir. Konuyu dağıtmadan, önce şunu belirtmek gerekir ki, neoliberal felsefe ve uygulamalarının neden son dönemde gündeme geldiği konusu salt Sovyetler ve Kızıl Çin gibi engellerin ortadan kalkmış olması gerekçesi ile açıklanamaz. Evet, sosyalizmin çöküşü süreci biraz öne almış ve hızlandırmış olabilir, ama dokunun özünü açıklamaz. Dokunun özünü, ileri ekonomiler sermaye dokusunun sermaye-emek oranı değişimi neticesinde olgunlaşması ve bu durumun maliyet ve piyasa yapılarına yansımasının neden olduğu kâr sıkışması oluşturmaktadır. Özetlemek gerekirse, neoliberalizmin gerekçesi, ölümüne doğru ilerleyen sermayenin, sorununa çözüm olarak çevreye saldırma gereği duyması ve bunu yapabilecek güce ulaşmış olmasıdır. Hal böyle olunca, ana dokuyu ihmal edip tartışmayı salt politikalar düzeyinde sürdürmek, Marksizm’e aykırı olarak, tartışmayı sistem içinde tutup, ana dokuya girmeden çevrede dolaşmaktır. Eleştirel ya da Marksist görüntü altında genç beyinleri Marksizm’den uzak tutmanın en etkili yolu budur ana akım iktisat öğretisinin yöntemine paralel olarak, yaşananları sistem içi uygulama yanlışı veya hatası olarak göstermek!

Oysa neoliberalizmde bir hata yoktur politikaları sömürüyü derinleştirmektedir. Neoliberalizmin ana uygulama politikasının finanslaşma ve küreselleşme olduğunu ortaya koymak gerekir. Birbirini tamamlayan bu iki uygulamadan finansal alana yönelmenin birinci ve ana nedeni finansal getirinin reel yatırım getirisinden yüksek olmasıdır. Bunu tamamlayan ikinci neden ise, birikime alternatif yatırım alanları arasında yüksek geçişlilik kazandırarak, metalaştırılan varlıkların değersizleşenlerinden hızla kaçarak, yüklenilen maliyeti en düşük düzeyde tutabilmek ya da, tersinden bakarsak, birikimin büyümesini idame ettirebilmektir. Küreselleşme ise, gerek ürün gerekse faktör piyasalarında tüm yerküreyi sermayenin (sadece sermayenin) hareket alanına açmaktır. Kısacası finanslaşma sömürü alanının değerler havuzunu genişletmek, küreselleşme ise sömürü alanının coğrafya havuzunu genişletmektir. Neoliberalizmin uygulama ortamına cevaz veren, daha doğrusu sistemi iradi olarak oluşturan ve yaşatmaya hizmet eden devlet yapısı ise, özgürlük çağrışımı yaparak fevkalade yanlış anlamaya müsait “bireysel devlet” yapısını yansıtan “nomokrasi” görüşüne dayalıdır. Buna göre, hiçbir ulusal ya da kolektif amaç olmadan, her birey her türlü dış müdahaleden azade olarak, belirlenmiş yasalar çerçevesinde mutlak özgürlüğe sahiptir. Bu devlet görüşünde toplumsal adalet ya da toplumsal yarar vb gibi sosyal dokuya yer yoktur. Belirtmeye gerek yok ki, bu anlamda küreselleşmenin, çok farklı koşullara sahip enternasyonalizm olgu ve kavramı ile uzaktan yakından bir ilgisi söz konusu değildir.

Nomokratik devlet felsefesinde toplumsal yarar anlayışı yerine iç ve dış tüm güçlerin mutlak serbesti içinde hareketine olanak, hatta kolaylık sağlanması ilke olduğundan, emeğin metalaşmasına engel her türlü engel, yani sosyal koruma zırhı kaldırılır, kuralsızlaştırma (deregülasyon) gerçekleştirilir özgürlük görüntüsü altında fakat aslında merkezi emperyalizme teslimiyeti kolaylaştırıcı yerelleşmeye hız verilir özelleştirme yapılır ve kamu hizmetlerinin görülmesinde özel kesimden hizmet satın alımı yoluna gidilir uluslararası sermaye akımlarına mutlak serbesti tanınır finans kesimi öne çıkarılır döviz paritesi piyasaya bırakılır kamu bütçesinde disiplin(!) sağlanır ve bütçe açığı küçültülür sosyal devlet politikaları zayıflatılır ya da kaldırılır.

Görülüyor ki, AKP’nin “hizmet politikaları”nda hiç bir yanlışlık yoktur. O halde şöyle bir düşünelim. Güçsüzün ve giderek güçsüzleşenin yanında olmayarak sistemi “özgürleştiren”(!) politika kimin yanındadır? Uluslararası sermayenin işgali altında olan bir ekonomide ulusal hükümetler kime hizmet etmektedir? Uluslararası güçlerin bir ulusal iktidarı korumasını, sistemi başkanlığa yönlendirmesini anlamak olası da, kendisine hizmet etmeyip, sadaka kültürüne boğan bir siyasi kadroyu kimler ve hangi gerekçe ile iktidarda tutar ki?