Ekonomik göstergelerin dili

12 Kasım 2012'de SOL GAZETESİ'NDE "HOCAMIZA SORDUK, YANITLADI" adlı köşede yayımlanmıştır. İzzettin Önder'in ekonomi sohbetlerini soL Gazetesi'nde her Pazartesi okuyabilirsiniz.

Eylül ayında sanayi üretimde beklentilerin üstünde bir artış gerçekleşti. Ekim ayına ait ihracat, elektrik tüketimi gibi veriler bu artışın kalıcı olmadığına, Ekim’de yeniden düşmüş olduğuna işaret ediyor. Fitch’in kredi notu artışıyla birlikte estirilen “bayram havası”nı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ekonomik göstergeler sağlıklı verilerle toplandığı ve yan bilgilerle desteklendiği koşullarda bize önemli bilgiler sunar. Ekonomik gelişmenin izlenebilmesi için verilerde aranan en önemli nitelik uzun zaman boyutunu kapsamasıdır. Bir yıllık değişmeler fazla bilgi taşımadığı gibi, hele de aylık veriler anlamlı analizler için fazla elverişli değildir. Eylül ayında sanayi üretiminde beklenenin üstünde bir artışın görülmesi önemli olmakla beraber, hemen arkasından Ekim ayının yan verilerine göre sanayi üretim artışında aynı hızın sürdürülemeyeceği anlaşılmaktadır. Talep yapısındaki değişmeler ya da üretici fiyat dalgalanmaları gibi destekleyici veriler olmadan ve seriyi daha uzun zaman boyutuna yaymadan bu verilerden kesin yargıya ulaşmak anlamlı olmaz.

Sanayi üretim verisi gerçek üretim artışını yansıtan, ekonominin seyrine ilişkin sağlıklı bir gösterge olarak düşünülebilir mi?
Sanayi kapasitesi değişmeden, kapasite içindeki oynamalar mevsimlik dalgalanmalar ya da çok çeşitli sebeplere bağlı olarak talepteki ufak değişimleri de yansıtıyor olabilir. Sanayi üretimi, doğal olarak, bir ekonominin bel kemiğidir. Ancak, bu konudaki temel gösterge kurulu sanayi kapasitesinde görülen kullanım oranı hareketliliğinden çok, kurulu kapasiteyi genişletici yatırımlarıdır. Çünkü yatırımlar gelir yaratıcı etkisi yanında, istihdam ve kapasite genişletici etkileriyle de ekonomide uzun dönemli ve kalıcı etki oluştururlar.
Yılın ilk dokuz ayında önceki yıllara göre gıda üretiminin önemli ölçüde yavaşladığı görülüyor. Merkez Bankası’nın iç talebi yavaşlatıcı önlemlerinin anlamının doğrudan halkın beslenmesinden kısması olduğu şeklinde bir değerlendirme abartılı olur mu?
Gıda üretimi değişiklikleri, tabii ki bireylerin gelir düzeyleri ile ilgili olduğu kadar, nüfus hareketleri, mevsimlik koşulların etkisi ve fiyat hareketlerini de yansıtıyor olabilir. Ocak- Temmuz aralığında devamlı gerileyen üretici fiyatları endeksinin üretim değerlerinin oluşumunda etkisi önemlidir. Merkez Bankası politikalarının yumuşak iniş yönünde olduğu dikkate alınınca, bu yaklaşımın genel talep üzerindeki etkisinin daraltıcı olduğu düşünülür. Ancak, gıda temel gereksinim olduğundan, bu alanda talep oldukça serttir bireyin gelirindeki değişimlere ve piyasada görülen fiyat hareketlerine karşı talep hassasiyeti düşüktür. Bu alanda bir yargı oluşturabilmek için daha detaylı bilgiye ihtiyaç vardır.

Türkiye’nin imalat sanayi üretiminin yaklaşık yüzde 30’unun ihracata yönelik olduğu biliniyor. Tekstil ve otomotiv gibi ana sektörlerde ana pazar olan Avrupa’ya yönelik ihracat yüzde 20’lere varan oranda gerilerken sanayi üretimin toparlanması mümkün mü?
Kapitalist sistemlerde ihtiyaca göre değil, birikim amacına göre üretim yapıldığından, ekonominin büyümesi piyasanın çekici gücüne bağlıdır. Önemli ihracat pazarımızı oluşturan Avrupa’da krizin etkisi yaygın olarak sürerken, iç piyasada da bir yandan gelir düzeyi ve değişikliği diğer yandan da yumuşak iniş etkisi ile duraklama yaşanırken imalat sanayi endeksinde kısa dönemde fazla bir toparlanma beklenemeyeceği gibi, ulusal gelir artışında da büyük hamleler öngörülemez. Kısacası, ileri ekonomilerin içinden geçtiği Marksist olgunlaşma krizi, ekonomimizi dış ticaret kanalı ile ciddi etki altına almakla kalmamakta, aynı zamanda sıcak para girişinin aksaması da afyon uykumuzu da kaçırmaktadır. Zira para girişi ile ekonomisini biraz ayakta tutabilen, bu canlılığın sağladığı dolaylı vergi gelirleriyle de bütçe açığını olabildiğince denetleyebilen Türkiye, sürdürdüğü bıçak sırtı ekonomi politikasını doğrudan bıçak sırtı siyaseti ile ilintilendirmek zorundadır. İşin acısı şu ki, ciğerimizin içine kadar girmiş olan eş başkanlık müttefikimiz de, bizim politikamıza “eş başkanca” yaklaşarak kendi siyasetini, tabii ki kendi çıkarları doğrultusunda sürdürmek arzusundadır.
Bütün baskılamalara ve istatistik oyunlarına karşın, Türkiye 43 ülke arasında, enflasyonda yüzde 9,2 oranla sondan üçüncü cari açığın ulusal gelire yüzde 7,6 oranı ile sondan birinci yüzde 8 dolayında faiz haddi ile Yunanistan’ın arkasında geliyor olarak Fitch’in gözüne girmesi doğrusu büyük bir başarı olsa gerek! Cari açığa da dikkati çekmeyi ihmal etmemiş olan Fitch, “kısa vadede makro-finansal risklerin azalmasını ve Türkiye’nin sürdürülebilir ekonomik büyümeye geri dönme yolunda olmasını“ göstererek malum ve meş’um kararını vermiştir. Bu karar, olası fon çıkışını önlediği gibi, yıllık ortalama 75 milyar dolarlık fon girişini de neredeyse garantiye almış oldu. Kısacası, Türkiye’ye para verdiler. Ne gariptir ki, tam da bu işler olurken, TBMM’de verilen iki ayrı önerge ile, Times gazetesinin ABD Genel Kurmay Başkanlığı’na dayanarak verdiği ABD askerlerinin ülkemizdeki “maceraları(!)” Dışişleri Bakanı’na sorulmaktadır.