Samsun, Dakka, Karaçi

Aşkın Süzük'ün "Samsun, Dakka, Karaçi" başlıklı köşe yazısı 28 Kasım 2012 Çarşamba tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

Fatih Açıkel, Sadık Kurulay, Hüsamettin Taşsümer, Hüseyin Bayrak ve Güven Demirer...

Kâr hırsına beş kurban daha verildi. Eti Bakır A.Ş.’nin Samsun Tekkeköy’deki tesisinde amonyak tankının yapımı sırasında meydana gelen kazada 300 tonluk kapağın altında kaldılar.

Yaşanan facia ile ilgili başlatılan soruşturmada, üç farklı taşeron firmanın tankın yapım işini birbirlerine verdiği belirlendi. Eti Bakır işçileri, taşeron şirketlerin işin Kasım ayı sonuna yetişmesi için acelesi olduğunu söylüyorlar.

Çok değil birkaç gün sonra Bangladeş’in başkenti Dakka’da en az 120 işçi fabrikada yanarak hayatını kaybetti... Yangın, dünyanın önde gelen giyim tekellerinden Hollanda merkezli C&A ve Hong Kong merkezli Li&Fung’a fason üretim yapan Tazreen Fashion adlı şirkete ait fabrikada çıktı. Bir başka Asya ülkesi Pakistan’ın Karaçi kentinde Eylül ayında yine bir tekstil fabrikasında çıkan yangında 289 işçi hayatını kaybetmişti. Bangladeş’in ihracatının yüzde 80’i, Pakistan’ın ise yüzde 56’sı tekstil ve giyim ürünlerinden oluşuyor. Bu iki Asya ülkesinde işçiler, gece gündüz demeden dünyaya sipariş yetiştirmeye çalışıyorlar.

Oysa Samsun’da, Dakka’da ve Karaçi’de ölen işçilerin kaderi, dünya kapitalizminin yönelimleri ile çoktan çizilmişti.

Kapitalizm, 1970’li yıllardan sonra sermaye birikiminde yavaşlamaya yol açan krize “katı” üretim sisteminin yerini “esnek” üretim biçimlerine bırakması ve buna paralel olarak üretimin tüm aşamalarında istihdamın da esnekleştirilmesi ile yanıt verdi. Uluslararası işbölümü de buna göre şekillendi. Birçok ülkede ihracata dayalı büyüme modeline geçildi. Bu model, emek maliyetlerinin baskılanmasına dayanıyordu.
Pakistan ve Bangladeş’te yaygınlaşan fason üretimin, Türkiye’de giderek artan taşeronlaştırmanın temel mantığı aynıydı. Ucuz emek maliyetleri için, kuralsız, kayıtdışı ve düşük ücretli istihdam gerekiyordu. Bunların gerçekleştirilebilmesi ise ancak emeğin örgütsüzleştirilmesi ile mümkündü.

Bu doğrultuda ülkemizde, 12 Eylül Darbesi ile askerler “üzerine düşeni” fazlasıyla yaptı. Bugün bu darbe ile hesaplaşıldığını iddia eden AKP hükümetinin, 12 Eylül’ün misyonunu sürdürdüğünün en önemli göstergesidir artan iş cinayetleri.

Hatırlanacaktır, Tuzla tersanelerinde ölen işçiler ile Türkiye’nin vicdanı harekete geçmiş, cinayetler ülke gündemine oturmuştu. Büyüyen gemi inşa sektöründe artan siparişler nedeniyle patronların ve çalıştıkları taşeron firmaların, tıpkı Eti Bakır’ın taşeronları gibi acelesi vardı. Daha sonra inşaat işçilerinin arka arkaya ölmesi, inşaat baronlarının sektörde şişen balonu kaçırmak istememeleri ile yakından ilişkiliydi.

Fabrikaların, üretim tesislerinin, atölyelerin, tersanelerin, madenlerin ve şantiyelerin birer mezarlığa dönmesinin arkasında, siyaset yelkenine rüzgar olan sektörel büyüme dinamikleri, yerli ve yabancı sermayeye verilmiş “ahlaksız” güvenceler ve ucuz işçilik üzerine kurulu rekabet stratejisi var.

Bu strateji gereği, gündeme gelen düzenlemelerde sermayeyi ürkütmemek esastır. Bu nedenle, sendikal mevzuat baştan aşağı değiştirilirken, örgütlenmenin önündeki engeller ve sendikal yasaklar olduğu gibi bırakılmaktadır. Hükümetler, kayıtdışılıkla mücadeleyi her yıl programlarının başına yazmasına karşın, kayıtdışı istihdam azalmak yerine artmaktadır. Vergi yüzsüzleri her geçen gün çoğalırken, patronlara yeni vergi kolaylıkları gündemdedir. Kıdem tazminatı fiilen kullanılamayan bir hak haline gelmişken, çözüm bu hakkın tümden kaldırılmasında aranmaktadır. Son olarak ise beş işçinin kanını döken taşeron uygulamalarının genişletilmesi ve kolaylaştırılması amacıyla İş Yasası’ndaki alt işverenlik ile ilgili maddeyi değiştirmek için düğmeye basılmıştır.

İş cinayetlerini kadere bağlayan hükümetin, Haziran ayında yasalaştırdığı 6331 Sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu da aynı anlayışla hazırlanmıştır. Yasayla, işçi sağlığı ve iş güvenliği alanının piyasalaştırılması hedeflenmiş, denetimler özel sektöre emanet edilmiştir. Patronların iş kazalarındaki sorumlulukları, işyeri hekimleri ile iş güvenliği uzmanlarına devredilerek sermaye rahatlatılmıştır. Her şeyden önemlisi ise yine bu alanı ilgilendiren birçok konunun düzenlenmesi yönetmeliklere bırakılarak belirsizlik yaratılmıştır.

Görüldüğü gibi AKP hükümeti, kendi varlık nedeni olan 12 Eylül Darbesi’nin sermayenin önünü açan, emeğe yeni prangalar vuran mirasını reddedemez. Aksine, arkasına aldığı sermaye desteğini yitirmemek için emek düşmanı uygulamalarda gaza basmalı ama bunu yaparken çalışma hayatını tamamen kuralsız bırakmalıdır.

O kuralsızlık ise Samsun, Dakka ve Karaçi’deki işçilerin kaderini ortaklaştırmaktadır.