Özelleştirmede yöntem meselesi

Hatırlanacaktır, Türkiye'de 12 yıldır hükümet olan AKP'nin ilk döneminde arkasına aldığı rüzgar emperyalizmin bölgesel ihtiyaçları ve küresel sermayenin talepleri ile esmişti. Buna yerli sermaye gruplarına yeni kaynak aktarma mekanizmalarının kurulması eklenince, ortaya tarihte görüp görebileceğimiz “en özelleştirmeci!” iktidar çıktı. Özelleştirmede arka arkaya rekorlar kırılırken, yeni sermaye gruplarının da önü açıldı. Herkesin nemalandığı bir pasta yaratan ve bu pastayı ilan edilen her yeni özelleştirme ile taze tutmayı başaran hükümet, böylece düzen siyaseti açısından güçlü bir meşruiyet zemini örebilmişti.

Üstelik özelleştirme deyince akla yalnızca, satılan fabrikalar ve devredilen dev sanayi tesisleri, devredilen madenler, peşkeş çekilen araziler gelmesin. Kamunun pivot rol oynadığı birçok sektörde ve hizmet alanında serbestleşme uygulamalarına da imza atıldı. Sosyal güvenlik sistemi topyekun piyasanın ihtiyaçlarına göre şekillendirildi. Eğitim ve sağlık giderek paralı hale getirildi. 

Peki daha sonra ne oldu?

Özelleştirme bahsinde AKP'ye “uhrevi” bir yetenek atfedenleri hayal kırıklığına uğratacak bir duraklama dönemi yaşandı. 2008 Krizi'nin patlak vermesinden sonra, özelleştirmede yol haritasını belirleyen küresel sermayeden alınan sinyaller kesildi. Duraklamaya son veren ise elektrik dağıtım ve üretim özelleştirmeleri idi. Bu sayede 2013 yılında Cumhuriyet tarihinin tek yılda gerçekleşen en büyük özelleştirme meblağına ulaşıldı. 

Fakat, şimdi de dışarıdan gelen sinyallerde hem ekonomik hem de siyasal nedenlerle parazitler var. Özelleştirme politikalarının yakıtı, tek başına yandaş sermaye gruplarına ön açma misyonu olamaz.

Satıp savmada son derece kararlı olan ve bu kararlılığından hiçbir şey yitirmeyen hükümet, bugün kamunun elinde kalan ve büyük lokma olarak nitelendirilebilecek özelleştirme kalemlerinde bazı tereddütler yaşıyor. 

Köprü ve otoyol ihalesinin iptal edilmesi, daha sonra ise özelleştirme yöntemine bir türlü karar verilememesi bu durumla ilgili. Bu özelleştirmenin iptali sırasında dönemin Başbakanı Erdoğan'ın “halkımın çıkarını düşünmek durumundayım” minvalli tuhaf çıkışı başka nasıl açıklanabilir?

Geçtiğimiz günlerde açıklanan Orta Vadeli Plan'da kamuoyunda pek tartışılmayan bir ayrıntı vardı. Programda özelleştirmede halka arz yönteminin kullanılmasına ağırlık verileceği yazıyordu.

Yandaş medya bu yöntemi parlatmak için, örneğin “otoyol ve köprüler halkın olacak” başlıkları atabiliyordu. 

Şimdi köprü ve otoyolların özelleştirme sürecinin 2015 yılının ilk aylarında başlayacağı açıklandı. Ama bu özelleştirmenin hangi yolla gerçekleştirileceği henüz belirsiz. Özelleştirme İdaresi Başkanlığı yöntemi belirlemek için bir danışman şirket seçecekmiş. O şirket, yabancı bir finans tekelinin iştiraklerinden birisi olacaktır. Hükümet dışarıdan sinyal almaya çalışıyor.

Benzer bir durum kamu petrol şirketi Türkiye Petrolleri'nin (TPAO) özelleştirme gündemi için de geçerli. Geçen ay TPAO'nun halka arz yoluyla özelleştirileceği açıklandı. Ama bu açıklamanın arkası muhtemelen bir süre gelmeyecek. Çünkü, Irak ve Suriye'deki gelişmeler, Kuzey Irak petrollerinin akıbeti ve emperyalizmin bölgede enerji tercihleri, hükümetin dışarıdan almaya çalıştığı sinyallerde yine parazit yaratıyor.

Parazit arttıkça, Türkiye'de özelleştirmenin kendisi değilse de yöntemi daha fazla tartışılacak, ihalelerde gerçekleşen fiyatlar az bulunacak, yargıdan ihalelere ilişkin “sürpriz” kararlar gelebilecektir.