Jobs: Ne Melek Ne Şeytan, Sadece Meta Üreticisi

Steve Jobs’un ölümüyle, sanki memleketçe cenaze namazına katılmışız da, “merhumu nasıl bilirdiniz” diye sorulmuş gibi, bir yanıt verme yarışı kapladı ortalığı. Üstelik, “Ölünce kirlerimizden temizlenir, / Ölünce biz de iyi adam oluruz” der ya Orhan Veli, bu yanıtların önemli bir kısmı, şiirde hicvedilen teamüle aykırı olarak, “kötü bilirdik” oldu.

“İyi bilirdikçiler”le “kötü bilirdikçiler” arasında bir noktada duranlar da dahil, bu memlekette Jobs hakkında fikir beyanında bulunanların yüzde onu bir Apple ürünü kullanıyorsa, firmanın alanındaki kârlılık ve pazar payı oranında hızla zirveye tırmanmasına şaşmamak gerek.

Öyle ya, beş yıl önce filan ölseydi Apple’ın CEO’su, olay muhtemelen küçük bir gazete haberi olarak kalacak, bir avuç “Mac’çi” dışında kimseciklerin dikkatini çekmeyecekti bu ülkede. Eğer şimdi “ardından” yazıları boca ediliyorsa “sosyal medya”da, ağlayanı lanetleyeni, Jobs olgusuyla tanışmış demektir, hayatlarına Jobs müdahale etmiş demektir, Apple ürünü kullanıcısı olsun, olmasın...

Bu, Jobs liderliğindeki Apple’ın, iletişim teknolojisi alanındaki ürünleriyle, küçük bir azınlığın bilgisayar donanım ve işletim sistemi tercihlerinin ötesine kendisini taşıyacak formülü hayata geçirmeyi başarmış olduğu anlamına geliyor. Apple denilince akla gelen Macintosh sisteminin arka planda kalması, iPhone, iPod, iPad gibi, cep telefonu, müzik ve videoçalar, tablet bilgisayar ürünlerinin öne çıkması ve yaygın kullanıma girmesi ise, bambaşka bir sosyal olguya işaret ediyor.

Apple ve Jobs söz konusu olduğunda, elimizdeki değerlendirmeye temel olabilecek ve asıl önem taşıyan nokta bu olmakla birlikte, bu markaya tutkunluğun ahları vahları, soğukkanlı kesimin ise, o da alçak bir kapitalistti ey insanlar ilenmesi, öyle bir toz bulutu yarattı ki, neden böyle bir ayrışma yaşandığına da ışık tutabilecek analizleri güme götürdü.

Aslına bakarsanız, bir insanın ölümüne üzülmek ya da oh olsun demek gibi duygulardan hiçbirine prim vereceğim yoktu ama, bu kayıtsızlık hali, bu duygulara yol açan yaklaşımlara, düşüncelere de kayıtsızlık gibi algılanacaktı. Bunun ne sakıncası var, sen de kayıtsız kalsaydın demeyin, etrafımdaki nice insanı, Apple’ın Türkiye distribütöründen daha şevkli bir Apple fanatiği olarak “Mac” kullanmaya ikna ettiğim, edemesem de uğraştığım öyle bilinir ki, iPhone’uma gelen çağrıların çoğunda, “ee, sen ne diyon?” diye soruluyor ölüm haberinden beri.

“iPhone’um” ifadesini bilinçli kullandım, tıpkı, şimdi bu yazıyı MacBook Pro’da yazdığımı söylemem, elimde bu olmasaydı, çalışma odamdaki iMac ile yazacaktım demem gibi.

Eğer, Jobs üzerinde kopan tartışma, “teknoloji dehası” ya da “çocuk işçi sömürücüsü” deyip içinden çıkılacak kadar basit olsaydı, benim de bu iki kategoriden birine kendimi koymam gerekecekti. Ya tüketim hırsıyla statü göstergesi ürünlerden birine kendimi kaptırmış olacaktım ve böylece, doğal olarak, bunu elde edebilmek için Çin’deki çocuk sömürüsüyle, intiharlarla, kârına kâr katan alçak bir kapitaliste göz yumup diz çökmüş olacak ve bunu savunacaktım, ya da, kendime gelecek, telefonumu, bilgisayarımı filan parçalayarak, elime kan bulaşmasından uzak duracaktım.

Peki, cep telefonu, bilgisayar kullanmayacak mıydım? Hangisini kullanır, hangi markayı seçersem, temiz kalabilirdim? Yoksa, Jobs, 19. yüzyıl chartizmi ile Marksizm arasında bir tercih mi dayatmıştı ölümüyle?

Bu yazıda, Jobs hayranlarını bir yana bırakıp, aralarında bizim soL haber merkezinin ve yazarlarının da olduğu ikinci öbeği öne alalım. Jobs’un bir kan emici olduğunu unutmayalım’cılar... Şeytandı’cılar...

Şöyle girelim: Hâkim sistem deriz ya sık sık kapitalizm için, acaba bunun anlamını yeterince bilmiyor muyuz? Ne sanıyoruz bu saptamanın içeriğini? Hâkim sistem, kendi kurallarıyla devinirken, her bireyi kuşatan bir atmosfer de demektir. Bu kapitalizmse, her zerresinde meta vardır. İhtiyaçlar, kullanım ve değişim değeri taşıyan nesnelerle karşılanır. Evet, bilmeyen yoktur, alfabeye bile giriş düzeyinde bir bilgi bu. Konumuzla ilgili sınırlılıkta söylersek, yalnızca teknoloji ürünleri alırken değil, temel ihtiyaçlarınızı karşılarken de, pazar dolaşımına tabi kalırsınız. Bu pazara sunduğu ürünlerle, üretim sırasında el koyduğu artı-değerle, ölçüsü değişken de olsa temelinde mutlaka emek sömürüsüyle, hammaddeden mamule geçiş işlemelerinde ve piyasaya sunumunda kâr hedefine odaklanan kapitalistin hükmettiği sistemdir kapitalizm. Ve onu yerle bir etmedikçe, çocuğunuza pastörize süt alırken de onu yeniden üretirsiniz.

Tıpkı Apple ya da bilmem ne ürünü bilgisayarlarından, internet ağına bağlanarak, sosyal medyada Jobs’un nasıl hain bir kapitalist olduğunu insanlara anlatan bizler gibi...

Jobs, kapitalizmin pazarına mal sunuyordu. Amacı şirketinin kâr etmesiydi, ürünlerin yaygın kullanıma ulaşmasıydı. İhtiyacın tartışılır olduğu noktalarda, ürettiklerini zorunlu ihtiyaç gibi algılatma genel kuralına uyuyordu. Ne melekti ne şeytan. Bir meta üreticisiydi.

Hep birlikte içinde yer aldığımız sistemdi kuralları koyan. Çocuk emeği kullanmaya meşru baktıran, insanları tüketim budalasına çeviren, Çinli genci bir telefon için böbreğini satmaya iten budalalaştırıcılıktaki acımasızlık, yok etmeye çalıştığımız bir sistemin doğal parçasıydı. Giydiğimiz ayakkabı, içtiğimiz meşrubat, yediğimiz sandviç, çocuğumuzun oyuncağı gibi şeylere de bulaşmış bir gayri insaniliği, bu sistemi tarihe gömmedikçe paylaşmaktan kurtulamayacaktık.

Bunların faturasını, ölümü nedeniyle Jobs’a çıkarmak değildi tabii, onun bir şeytan olduğunu söylemenin altında yatan dürtü ve niyet kapitalizme dikkat çekmekti. Ama bu öyle birey odaklı yapılıyordu ki, “teknoloji dehası”na ağıtlarını, bilinçsizce bir kapitalizm ve tüketim güzellemesine çevirenlerin, bunu ellerindeki ürün vesilesiyle yaptıkları es geçiliyor, buna karşı uyaralım derken, bir marka ve kullanıcıları, suça ortak oluyormuş gibi gösteriliyordu. Tekrar edelim, bu “suç ortaklığı”na, kullandıkları aletin markası ne olursa olsun, hepimiz gibi onlar da katılıyordu oysa. Aradaki fark, bir tercih ve bu tercihin sebebi gibi, saçma bir düzeyde cereyan ediyordu.

Steve Jobs, elbette firmasıyla birlikte, kapitalist şeytanlığın bir parçasıydı. Valla ben de bunu çocuk yaştan beri bildiğim halde, Apple ürünlerini önerirken, buna destek verdiğimi, bu gerçeği unuttuğumu hiç düşünmedim. Çünkü, birbirinden farkı olmayan şeytanlar içinde, eğer bir ihtiyaç olduğu düşünülen ve karşılanmak istenen bir suç ortaklığı nesnesi gündeme gelmişse, bunu en az zararla atlatmanın yolunu arıyordum. Jobs ve Apple tasarımları, genel şeytani kurallara, kapitalizmin genelgeçer tüketim mantığına ters bir nitelik taşıyor, bu onu daha şeytani ve daha geçerli bir mantığın pazara girişi mertebesine vardırsa da, buna aldırmıyordunuz. Biraz açayım bu noktayı...

Boşverin iki arkadaşın, Jobs ile Wozniak’ın, bir garajda başlayan başarı öyküsünü, Apple, önce bilgisayar alanında, devasa imparatorlukların hükmettiği kuralları bozma yeteneği gösterdi. “1984, 1984 olmayacak” sloganıyla lanse edilen ilk Macintosh sisteminden bu yana, sonradan Windows sistemi kullanan cihazlar anlamı kazanan ilk PC’yi, yani kişisel bilgisayarı sıradan kullanıcıya hitap edecek basit pencereler ve fare tıklamalarıyla sunduğunda, şimdi standart hale gelmiş bir aykırılıkla yola çıktı ve hep böyle devam etti.

“Tasarım, sadece görünüş değil, nasıl çalıştığıyla ilgili bir şeydir” derken kastettiği, genel kalitenin, sistem ve donanım uyumuyla sağlanabileceğiydi ve bu yüzden, Apple markasının unutulup, donanımın da işletim sisteminin adıyla anılmaya başlayacağı bir strateji kurdu.

PC parçalarının bakkalda bile bulunduğu koşullarda, yekpare bir donanımla, sistemini dışarıya asla vermeyerek, aslında tüketim pazarında geride kalmayı göze alan bir hamleydi bu. Her bakkalda parçası bulunan, bir standart gözetmeyen parçaların bulunduğu bilgisayarlar, sık sık bozulmaları, yenilenme gerektirmeleriyle, tüketimi artırarak ucuzluk yanılsamasını kullanan, daha piyasa işi bir mantığa otururken, Apple denilen lanet alet, bozulmak bilmiyordu. Diğer bilgisayarların yol arkadaşı sistem çökmeleri, virüsler, trojanlar, dolayısıyla ek masraf ve uğraşlar, Macintosh sistemi için geçerli değildi.

Tüketicinin toplam maliyet gibi ekonomik değerlendirmelerden habersiz olduğu bir dünyada, böyle bir ürünün pazar payı, uzun yıllar çok sınırlı kaldı.

Hem zırt pırt tüketilecek nitelikte olmayışı, hem bunun gereği fiyatının yüksekliği, hem hâkim işletim sistemine uyarlı Microsoft tekeline ait yazılımlarla uyumsuzluğu, hem kullanıcıların birbirleriyle aynı dili konuşmak için aynı sisteme yönelmeleri nedeniyle, Apple, defalarca batma noktasına geldi, bir kenarda kalakaldı. Öyle ki, Windows büyük tantanalarla kendisine adını veren ’95 versiyonunu duyurup, komut satırından pencereye geçtiğinde, hiç kimse, bunun zaten 11 yıldır kullanılan Macintosh sisteminin kötü bir kopyası olduğunu aklına getirmiyordu.

Bu açıdan bakarsak, salak bir şeytan gibi görünüyordu Jobs. “Farklı düşünün!” demek, bu sloganı “dünyayı değiştiren” bilimadamları, sanatçılar, sporcular, politikacılara işaretle desteklemek yetmiyordu çemberi kırmasına, ikna olmuyordu tüketici bir türlü, Picasso, Chavez, Ali, Gandi, Dali, Kermit olmak istemiyordu.

Ama Jobs, dayatmacı bir şeytandı diyebiliriz. Kurallarını, sistemini, tasarımını dayattı. Bir gün fark edileceği inadını hiç bırakmadı. Ve itiraf edelim ki, başardı. Bunda kapitalizmin, özellikle iletişim teknolojileri ve dijital dünya “çağı”nda “ürettiği” birey ve ihtiyaçların eğrisini iyi hesaplaması ve bu “hazırlanmış kitle”nin eğilimlerini, piyasanın geldiği ve geleceği noktayı görmesindeki “zekâ”sı büyük rol oynadı. İlk dönemlerdeki başarısızlığını, “geleceği erken görüp davranma ve henüz kavranamama”ya bağladı, şimdi zamanı gelmişti işte...

Kimileri, burada, Brecht’in, “Okumuş Bir İşçi Soruyor” şiirini anımsadı. O aletleri tasarlayan mühendisler, üretenler, sistem mühendisleri gibi koca bir ordu yapıyordu işleri, kaymağı Jobs yiyordu! O muydu bunları yapan bakalım! Değildi tabii, devrimi Lenin’in tek başına yapmadığı gibi. Ama yapılmasına önderlik eden oydu. Hayalini kurdu, gerçekleştirebilecek kadrolara önerdi. Bu da, emeğe saygısızlık etmemek adına saygısızlık edilmemesi gereken bir emektir.

Bu aletlerin üretilmesindeki amaç, elbette satıştır, kârdır. Jobs özelinde, bir kendini kanıtlama uğraşıdır da. Bir tekeli yıkma, hâkimiyeti kendi eline alma savaşıdır da. Bu yolda, kapitalizmin bütün kötülüklerinden nasiplenmiştir, ona ne şüphe. Ama bu sistemde, bunun istisnası yoktur. Bu yüzden, eğer bir ürün alacaksanız, bir suça ortak olacaksanız, kaliteyi, dayanıklılığı, kullanım uygunluğunu gözetirsiniz ve bu sizi şeytanın hizmetinde yapmaya yetmez, tersinin kurtarmayacağı gibi.

Eğer bir tutku nesnesine, bir statü göstergesine, bir geride kalmama çılgınlığına, bir ihtiyaç fazlası tüketime dönüşmüşse Apple’ın ürünleri, bu diyelim iPhone kullanımında herkesi eşitleyen bir alçalma olamaz. Cep telefonuna, dizüstüne böyle bakanların yaygınlığıyla hesaplaşmak, Jobs’un alçaklığını sayıp dökmekle, eldeki telefonda görülmeyen acımasız sömürüden söz etmekle değil, bu sistemin kuşattığı bireylerin kendileriyle yüzleşmelerini sağlamakla mümkündür. “Apple’ın kanlı elinden” kurtarıp, bir başka markanın tutkunu olmalarıyla sonuçlanacak bir süreçten çıkmanın başka yolunu bilen var mı? Yarın BlackBerry için dalağını satan insanlar görürseniz, anlarsınız ki, mesele markaların, CEO’ların şeytanlığının ötesindedir, sistemin bireyleri aptallaştırmasında, hayallerini belirlemesindedir. Bunu tek tek markalar, tek tek CEO’lar üzerinden kıramazsınız.

Jobs üzerine hatırlatmalarda, elbet adamı bir aziz mertebesine yükseltenlerin, marka tutkunlarının kopardığı vaveylanın payı vardır. Bir tepki niteliği, gerçekleri tekrar göz önüne serme ve uyarma, budalalıktan kurtarma arzusu vardır. Ama, insanlarda bu gözyaşlarına yol açan, kendilerini bağımlı kıldıkları tutku nesnelerine düşkünlüklerinden kurtulmaları için, önerimiz nedir?

Jobs, piyasaya bir mal sunmuş, bunu nitelik açısından diğerlerinden farklı kılacak bir tasarım uygulamış, pazarlama stratejisi kurmuştur. Her kapitalist gibi. Eğer bu ürün, insanların uğrunda ölümü göze alacakları bir çılgınlık yaratmışsa, buna Jobs’un eseri gibi bakmak, meseleyi fazla hafife almak demektir. Bunu, Apple’ın da bir parçası olduğu hâkim sistemin insanlara empoze ettiklerine, hayalleri fetiş nesnelere indirgemesine ve ihtiyacı tüketme hırsıyla değiş tokuşuna fatura etmeyi karartmamalıdır, Jobs’a hayranlığa tepki...