Bir fotoğrafın izinde Büyük Madenci Yürüyüşü: 'Bütün renkler siyahtı'

33. yıl dönümünde Büyük Madenci Yürüyüşü'nü o günlere tanıklık eden ve madencilerle birlikte grevlere, fabrika işgallerine, yürüyüşlere katılan fotoğraf sanatçısı Mehmet Özer ile konuştuk.

Özkan Öztaş

4 Ocak 1990 tarihinde Zonguldak'tan Ankara'ya yapılan Büyük Madenci Yürüyüşü'nün bugün 33. yıl dönümü. "Çankaya'nın şişmanı işçi düşmanı" diyerek Turgut Özal ve hükümeti karşısına alan madenciler memleketin her tarafına umut vermiş ve mücadele eden emekçilerin bir araya geldiklerinde neler başarabileceklerini göstermişti. 

Bu büyük yürüyüşün ve öncesinde ayak sesleri olan grevlerle fabrika işgallerinin tanığı olan Mehmet Özer, dönemin hem önemli tanıklarından hem de geriye bıraktığı fotoğraflar ile hafızasını oluşturan isimlerinden. Özer bu günleri anlatırken "Fotoğraf sanatçısı olmam da ve siyasi olarak tavrımın keskinleşmesinde önemli bir dönemdi bu dönem" diyor.

'Bunlar bizdenmiş'

İlk olarak Karabük'e gittiklerini söylüyor Mehmet Özer. Fabrikada grevin olduğunu, günlerce devam eden grevin ardından o dönem Ankaralı bir amatör fotoğraf topluluğu olan AFOK ile fabrikaya giderek fotoğraf çekmek istediklerini söylüyor. 

Elini önce bir başına götürüyor Özer ve daha iyi görmek istercesine gözlerini kısarak hatırlamaya çalışıyor bir yandan: 

"Tabi Büyük Madenci Yürüyüşünden hemen önce. Karabük Demir Çelik Fabrikası'nda grev başladı. Zaten sistem az çok belli. Kömür çıkar fabrikaya gider demire ve çeliğe şekil verir işçiler. Kalktık gittik fabrikaya. O dönem greve giden birkaç işçi aleyhinde haber çıkınca basında, bizi gazeteci sandılar ve uzak durdu işçiler. Elini havaya kaldıran bir kadın işçinin kolundaki bileziği 'Bunlar mı aç?' tarzında haber yapmıştı burjuva basını o zamanlar. Bizi de onlardan biri gibi düşündüler. Sonra kimse selam vermedi bize. Kötü kötü baktıklarını hatırlıyorum. Biz de içimizden 'Boşuna geldik herhalde' diye düşündük. Sonra bir kamyon geldi. İçinde bir sürü dayanışma malzemesi vardı. Kıyafet, yiyecek, su, çocuklar için başka şeyler. E buraya kadar geldik bari bir işe yarayalım dedik ve çuvalların altına girip taşımaya başladık işçilerle dayanışmak için. O gün grevdeki bir öncü işçi 'Arkadaşlar bunlar bizdenmiş' dedi. Bir sessizlik oldu önce. Sonra ilk çayımızı içtik işçilerle. Her şey bu şekilde başladı."

'Bize nasıl daha iyi fotoğraf çekeceğimizi işçiler gösterdi'

Yaşananları anlatırken hâlâ duygulanıyor Özer. Zaman zaman gözleri doluyor ama belli etmiyor. Çünkü bir yanıyla "Hâlâ kendimi demir çelik işçisi ya da madenci gibi hissediyorum. Çuvallara omuz verip işçilerle kaynaşınca kitapta okuduğumuz şeylerle işçilerin mücadelesi arasındaki açıyı gördüm" diyor.

Aydınların çoğu zaman böyle gündemlerde dışsal kaldığını, konser ya da söyleşi bitince çekip gittiklerini ama işçilerle birlikte bir şey yapmanın farklı olduğunu söylüyor ve ekliyor, "İşçilerden öğrendik bir sürü şeyi. Bazen fotoğraf çekmeyi bile..."

"İşçiler bazen çektiğimiz fotoğrafa itiraz ederdi. 'Oradan değil değil, bak gel, çık şuraya. Korkma korkma çık. Nasıl ama? Daha iyi görünür buradan işçiler' derlerdi. İşçiler bizi omuzlarına alıp kamyon kasalarına, fabrika duvarlarına, yüksek yerlere çıkarır ve hiçkimsenin göremeyeceği açıları yakalamamızı sağlardı. Tam 137 gün sürdü o grev. Oradaydım. Artık bir işçi gibiydim. Beraber yiyor beraber dövüşüyor beraber slogan atıyorduk. Sinema sahnesi gibi. Bugün düşününce garip hissediyor insan hâlâ. Bir kamyon geldi. Kocaman bir kamyon. Üstüne çıkardılar beni ve şiir okudum işçilere." diyor. 

Hangi şiirdi diye sorunca hiç ikiletmiyor Mehmet Özer, anında veriyor cevabı "Nâzım'dan 'Onlar ki toprakta karınca' diye başlayan şiir. Onlara dair"

'Çekilen fotoğraflar mücadeleyi, mücadele fotoğrafları besledi'

Mehmet Özer'in o dönem çektiği fotoğraflardan bazıları uluslararası alanda işçi sendikaları ve mücadelesinde de yankısını bulmuş ve olumlu tepkiler gelmiş. Belki de kendi alanında uluslararası ilk örneklerdi bunlar. Eline alıyor bir tanesini ve gösteriyor: 

"Bak mesela bu. İngiltere'de madenciler tarafından yılın fotoğrafı seçildi. Adına da 'Sınıfın Öfkesi' dediler. 

Bu fotoğraf yasaklandı sonra. Katıldığım etkinliklere izin çıkmadı bu fotoğraf yüzünden. İşçi sol yumruğunu kaldırmış diye. Sağ kolu yoktu o işçinin. İş kazasında kopmuştu. Yasağı koyanlar işçinin kolu neden koptu diye sormadı da geriye kalan kolun sıkılı olmasından korktu" diye anlatıyor.

'Mehmet için bir makina'

Aradan geçen zamanın ardından işçiler ilk maaşlarını almaya gittiklerinde Mehmet Özer'e bir de sürpriz yapmışlar. Tabi Özer'in bundan haberi yok. Grev ve yürüyüşler bitmiş ve işçiler ilk maaşlarını almaya gittiklerinde Mehmet Özer için bir fotoğraf makinası almak istemiş. "Hayatımın en güzel hediyesiydi. Benim için bir onur belgesidir bu hediye" diye anlatıyor bu kısmını konuşurken. Kıvanç duyuyor bir yandan Özer. Nasıl duymasın. Aylarca yanlarında kaldığı, ekmeğini bölüşüp birlikte kavgaya girdikleri işçilerden "fotocuya bir hediye" geliyor. 

Gözlerinin içi gülüyor Mehmet Özer'in bunu anlatırken. 

"Düşünsene. İşçiler aylar sonra vezneye gidiyor. İlk maaşlarını alacaklar uzun süren mücadeleden sonra. Sonra bir işçi veznenin kenarına bir kağıt bırakıyor. Üzerine de 'Mehmet Özer için fotoğraf makinası alınacak' yazıyor. İşçiler karınca kararınca aldıkları maaştan bir kısmını buraya bırakarak makina parası biriktiriyorlar bana. Ama ne para! Tertemiz, ana sütü gibi helal. O para ile makinamı değiştim. Hemen yeni bir makina aldım. Artık daha iyi çekiyor hiçbir eylemin ve direnişin gölgede kalmasına izin vermiyordum."

Büyük Madenci Yürüyüşü, elinde bisküvisi ve çekiciyle dünya lideri bir çocuk

Fotoğrafları anlatmaya başlıyor Mehmet Özer diğer yandan. Büyük Madenci Yürüyüşü'nü, demir ve çelikteki grevleri, Kozlu'yu Zonguldak'ı anlatıyor. Sabahçı kahvelerini ve işçilerle yapılan buluşmaları ve ekliyor: "Göz görmez bilinç görür diye söylerdik. Zonguldak ve Karabük böyleydi işte. Birçok fotoğrafçı vardı. Çok güzel işler çıkardı. Ama burjuva basınında böyle başarılar yok. Neden? Çünkü bilinçleri başka yerde başka şeyler için çalışıyor." diyor.

"Bu fotoğrafı çekmek için koştum. Koşarken de bir yandan nasıl çekeceğimi düşündüm hep. Tam yaklaştım. Eyvah! Ters ışık! Olmadı gitti film. Baştan. Tekrar durdum, açımı ayarladım. Ve evet. Oldu bu dedim. Biliyor musun? Çektiğim an oldu bu dedim. Çünkü çocuğun tepesinden değil. Bir dünya liderini pozlar gibi aşağıdan aldım. Arkada işçiler. Binlerce. Elinde bir ufak çekiç ve bisküvileriyle baştan aşağı çocuktu o. Ve geleceğin proleteri. Sonra dönemin simgelerinden biri oldu fotoğraf" diyor.

Ne yapıyor o çocuk şimdi diye soruyorum. Önce bir iç çekiyor ve: 

"İstanbul'da idi en son. Şimdi nerde bilmiyorum. O da döküm işçisi olmuştu. Yani elindeki çekici bırakamış hiç" diyor ve gülümsüyor ardından.

Yüzbinlerin yürüyüşü: Kuru öksürük ve yüksek ateş!

Kış ayları. Aralık'ta başlayan büyük yürüyüş Ocak ayına kadar devam etti çeşitli eylem ve gösterilerle. Mehmet Özer günlerce süren grev, boykot, direniş, yürüyüş derken hastalanıyor. 

"Bırakıp gitsem olmaz kalsam dayanamıyorum. Nasıl bir hastalık ama anlatamam. Çadırını verdi bir işçi bana. Bir diğeri alnıma soğuk bir bez koydu. Bir başkası sıcak bir çorba getirdi. Diğeri terimi sildi başımda gece bekleyip. Yüz binlerce insan geliyordu. Köylerden insanlar yürüyüş yoluna çıkıp ekmek ikram ediyor su veriyordu. Dağa tepeye tırmanıp fotoğraflar çekiyordum. Hastalığı unutmuştum adeta. İşçi sınıfı kendinden olana sahip çıkmakla kalmıyor, yarasını da sarıyordu. İşçiler harikaydı. Dağ taş sloganlarla inliyordu." diyor Mehmet Özer.

O dönem çektikleri fotoğrafları yıllar sonra "Bütün Renkler Siyahtı" albümünde bir araya getirmişler. Albüme şöyle bir bakıyor ve iç çekiyor: 

"Evet. Çankaya'nın şişmanı dayanamadı buna. Devrildi gitti yıllar içinde. Ama kim kazandı dersen zamana bakarak patronlar kazandı derim." diyor. 

"Peki hiç umutsuzluğa düşmedin mi?" diye soruyorum ve öfkeli bir gülümseme beliriyor yüzünde Özer'in.

"Soframıza ekmek geliyorsa, ayağımıza giyiyorsak ayakkabılarımızı hâlâ işçiler var demektir. İşçiler varsa sömürü de var ve değişmesi gerek demektir. Umut burada. Tarihi bilmek umut veriyor insana. Bu tarihi bilen sanatçıya da görevler yüklüyor bu umut. Bu görevlerden kaçmadım hiçbir zaman. Her seferinde de umudum yeniden şekillendi. Metin Demirtaş'ın 'Umutsuzluk Yok' şiirini anımsarım böyle zamanlarda. Ne kaçıp gitmek ne yitip gitmek çözüm. Sınıfa inanıyorum. O yüzden de umutluyum" diyor.

33. yılında Büyük Madenci Yürüyüşü'nde Mehmet Özer'in çalışma ofisinde duvarları fotoğraflar süslüyor. Bir yanda Flormar direnişi diğer yanda Gezi Ayaklanması, yan tarafa başınızı çevirince Tekel Direnişi. Her birinin hem tanığı hem de emekçisi olmuş Özer. 

"Büyük yürüyüş devam ediyor" diyor gülümseyerek. Hâlâ umutlu.