Yamyam çukuru!

Bıktırıcı olmayı göze alarak, bir kez daha “Emperyalist ülkelerin…” diye başlayacaktım ki birden “Hangisi emperyalist değil?” gibi bir soruya takıldım. Büyük küçük her ülke birbirine “emperyalist” olmuş. Türkiye gibi tersine çevrilmiş, sıcak para bağımlısı, teknoloji yoksunu bir ülke bile, bugünün dünyasında emperyalist bir horozlanma içinde debelenebiliyor. Helikopter vurdukları için övündüler. Müttefikleri, paraşütle atlayan pilotları esir alıp sorguya çekecek yerde, anında kafalarını kesip “Allahuekber” diye böğürerek bütün dünyaya gösterdi. Bilmem ne ordusu, asker olmak bir yana, katil ya da yağmacı, hatta insan bile değiller. Bütün bu vahim ahlaki düşüklük kelle kesmeler, seks cihadı, otoyollarda, kent meydanlarında kafadan kurşunlamalar, hep AKP’nin bölgesel müttefiklerinin marifeti. AKP tarafından yönetildiğimiz için utanmamız lazım. İzledikleri dış siyaset “hatalı” falan değil, düpedüz sinsi ve adi. Alt emperyalizme soyunmuş, dünyadan habersiz, açgözlü taşeronlar!

Maksim Gorki’nin çok sevdiğim bir sözü vardır: “Kendini kartal sanan horoz, uçmaya kalktığında yerden ancak birkaç karış yükselebildiğini görür.”

Evet, hangisi emperyalist değil? Çin mesela Afrika ve Ortadoğu’da, özellikle Pakistan’da altyapı inşa ediyor ve sermaye ihraç ediyor. Rusya, Doğu Akdeniz’de yaşanan şu son krizde askeri teknoloji bakımından bir dünya gücü olduğunu, hinterlandını ve kaynaklarını koruyabileceğini kanıtladı. Her iki ülkenin de sahip olduğu askeri ve iktisadi gücü dünyanın mazlum halkları için kullanmak gibi bir niyet taşıdığı söylenemez elbette. Üstelik her iki ülkede, özellikle Çin’de çok ağır bir emek sömürüsü var. Kullandıkları ucuz emek onlara rekabette üstünlük ve bir kısmını ihraç edebilecekleri bir sermaye birikimi sağlıyor. Güçlü iktidarların paçasında hep devlete yaslanıp içeriye çalışarak gelişen burjuva sınıfları var. Çin Komünist Partisi, kendi ülkesinde hızla gelişen kapitalizmi sosyal eşitlik ve refah yönünde değil, kârlılık/verimlilik yönünde denetliyor.

Rusya’nın durumu daha ilginç. Gorbaçov-Yeltsin teslimiyetinden sonra Rusya, kaybettiklerini adım adım geri aldı, hızla büyümekte olan işbirlikçi burjuvazisini tasfiye etti, uluslararası “sivil toplum” kuruluşlarına casus muamelesi yaptı, çevresindeki ABD üslerini kapattı, CIA ajanıdır diyerek F-tipi okulları kovdu. SALT anlaşmalarını vb. bir yana bırakarak Kaliningrad Üssü’nü açmakla kalmadı, şu son kriz sırasında 1993 yılında terk ettiği Arktik Okyanusu’ndaki askeri üsleri de yeniden faaliyete geçirdi. “Güller Devrimi” (2003) soytarılığının yaşandığı Gürcistan’ın çeşitli yerlerinde Stalin heykellerinin yeniden belirmesi de tarihsel boyutta bir anlam taşıyor olsa gerek.

Bütün Rusların Çarı ile Genel Sekreter arası bir konumda olan Putin, Newyork Times tarafından bir anda “yeni dünya lideri” ilan edildi. Obama onun için “sınıfın arka sıralarında oturan canı sıkkın” çocukmuş da ani bir hamleyle dünya liderliğinde onu sollayıvermiş. Gazete, Obama’yı kınayıp tahrik mi ediyor, yoksa Putin’i mi övüyor, pek belli değil.

ABD, Suriye sorununda Rusya engelini aşamadı. Rusya’nın kararlı tutumu karşısında “tırstı” ve savaş uzarsa (en fazla doksan gün diyorlardı) İsrail’i koruyamayacağını anladı, sözde kimyasal silahların denetlenmesi noktasına kadar geriledi. Böylece kriz şimdilik olmak kaydıyla dondurulmuş oldu. Rusya ve İran ortamı yumuşatmaya çalışıyor.

Silahlanmanın ve askeri teknolojinin vardığı düzey, küresel güçlerin kendilerini yıkıma uğratmadan yeni bir paylaşım savaşı çıkarmalarını imkânsız hale getirdi. Suriye sorunu gibi sınırlı bir konseptin konuşulacağı Cenevre Zirvesi sorunu çözmeye yetmez. II. Savaş sonrasının Potsdam Konferansı’ndaki gibi stratejik paylaşım antlaşmalarına varamadıkları sürece, sorunlu gördükleri bölgelerde vekaleten savaşmaya devam edecekler. Vekilleri küçük devletler, krallıklar ve bölgedeki etnik ve dini unsurlardan oluşacak. Bu savaş aslında Birinci Körfez Savaşı’yla (1990-1991) başladı ve bütün bölgeye yayıldı. Ancak Rusya’nın kararlı tutumuyla Suriye’de yaşanan kilitlenme, vekalet savaşlarının şu anki sınırını tayin etti.

ABD şimdi bu sınırda duruyor. Sıçrarsa her şey olabilir. Sıçrayamazsa, Rusya’nın ve Çin’in Pakistan’dan Mısır’a kadar bölgeye nüfuz etmesini engelleyemez. Bu da çok önemli bir sonuç doğurur: ABD, 2012 yılının başında ilan ettiği “21. Yüzyıl Savunma Öncelikleri”ni gözden geçirmek zorunda kalır ve muhtemelen stratejik ağırlık merkezini Asya-Pasifik’ten Ortadoğu’ya kaydırır Kuzey Kore Güney Kore’yi, Çin de Japonya’yı sıkıştırmaya başlar ve taşlar yeniden dizilir.

Bütün bu olup bitenlere, Leninist terminolojiyle, “emperyalist paylaşım savaşı” diyoruz.

Askeri muhabbeti bırakıp kendi meselemize dönersek Ekim-Kasım çok önemli aylardır. Vekalet savaşlarına gönüllü yazılıp raf ömrünü uzatmaya çalışan iktidarın derin hüsranı, bu sonbahar mevsiminde neticeye doğru mutlaka derinleştirilmelidir. Aksi halde bizi bekleyen, şeriat faşizmi ve Ortadoğu’nun yamyam çukurudur.