Kuru iftira

Yavuz Alogan'ın “Kuru iftira..” başlıklı yazısı 21 Mayıs 2013 Salı tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

Tarihte ve günümüzde bütün sol akımlar, bireylerin dini inanç ve duygularını değil, onları din adına sömürerek çıkar sağlayan dini kurumları hedef almışlardır.

Tanrı inancının kendisini sorgulamak, bu inanca kategorik olarak karşı çıkmak elbette mümkündür. Ancak bu, siyasetin değil felsefenin konusudur. Bireyin dini inançlarını yok sayıp aşağılamak hiçbir zaman sosyalist siyasetlerin amacı olmamıştır.

Karl Marx, elbette dinsiz ve tanrıtanımazdı. Hegel’in hukuk felsefesini eleştirirken, insanın tanrı ihtiyacını anlamaya çalışmış ve dinin halkı uyuşturan bir afyon olduğu sonucuna varmıştır. Marx’a göre din, olumlu özellikler taşıyan bir “yanılsama”dır acı çeken insanın “tesellisi”dir. “Afyon” sözcüğünü bu anlamda kullanmıştır. Marx’ın sözleriyle din, ezilen varlığın “iç çekişi/inleyişi”, taş yürekli dünyanın vicdanı, “ruhsuz maddi koşulların ruhu”dur. Marx’a göre, bu “yanılsama”yı yok etmeye çalışmak yersizdir gereken, ona yol açan maddi koşulların ortadan kaldırılmasıdır. Bu inleyişin, yanılsamanın ve tesellinin kapitalizmin maddi koşullarıyla bütünleşerek adil bir toplumsal ve iktisadi sisteme dönüşebileceği iddiası, Marx ve Marksist için hiçbir anlam taşımaz.

Türkiye’de sosyalist sol, bazen farklı yorumlar katmış olmakla birlikte “laiklik” ilkesinden hiçbir zaman vazgeçmemiş, fakat halkın dinine ve imanına da hiçbir zaman dil uzatmamıştır. Bireyin zihin dünyasının ve yaratıcılığının gelişmesini önleyen, ortaçağdan kalma tarikatlara, tekkelere ve dinin siyasallaştırılmasına her zaman karşı çıkmıştır bugün de, çarkları para ve kanla yağlanan ve iktidar bloğunun birer parçası olan dini örgütlere, kesinlikle karşıdır.

Ancak, TİP ve Dev-Genç’ten 70’li yılların bütün devrimci hareketlerine, sonraki bütün akım ve siyasi partilere kadar sosyalist solun programatik metinlerinin, bildirilerinin, sloganlarının hiçbirinde inanan insanların dini duygularını rencide edecek tek bir cümle yoktur.

Hal böyleyken, Ertuğrul Kürkçü, ANF’ye verdiği “İslam’la Emek Eksenli Ortaklık Olabilir” başlıklı röportajda, şöyle diyor: “Aslında Marks’ın dine bakış için geliştirdiği metodolojinin ne yazık ki Türkiye sosyalizminde tam olarak içerilmediğini, pozitivist bir yaklaşımın, yani insanları dininden kurtarma eğiliminin içten içe Türkiye’de yaygın olduğunu düşünüyorum.”

Sosyalistlerin buna verebilecekleri tek bir cevap vardır: Allah, kuru iftiradan saklasın! Hiçbir şey hiçbir şeye “tam olarak” içerilemez. Kürkçü bunu bilmiyor mu?
Ayrıca sosyalistler aptal mı? Ateistlerin nüfusa oranının % 0-2 olduğu (mesela İsveç’te bu oran % 46-85) bir ülkede, “insanları dininden kurtarma eğilimi” diye bir şey sosyalistlere atfedilebilir mi? Hem de böyle bir zamanda...

“Emek eksenli” lafı 2000’li yılların başında, işçi sınıfıyla sosyalistler arasındaki mesafenin çok açıldığı bir dönemde icat edildi. Bunun türevleri de var. Mesela, “Emeğin Avrupası” gibi… O zaman kimse “Hani nerede o Avrupa?” ya da “Bu emek ekseni neyin içinden geçiyor?” diye sormadığı için olacak şimdi de, “emek eksenli ortaklık” lafı çıktı ortaya. Kiminle ortaklık? İslam’la… Nasıl ortaklık? Emek eksenli…

Çok güzel!..

Peki bu nasıl olacak? Kürkçü’ye göre, biz onları dinden çıkarmaya çalışmazsak, onlar da bizi dindar yapmaya çalışmazlarsa, olacak.

Bu herkesin hayatında olmuştur aslında ve şimdi de oluyordur. Burada vahim olan, böylesine sıradan bir şeyi “emek eksenli …” diyerek sosyalistlere eklemeye, programlaştırmaya çalışmaktır. Bu çaba aslında kötü bir belirtidir. Kürt siyasetinin “İslam bayrağı altında halkların kardeşliği”ni iyice benimsediğini, sosyalizmden biraz daha uzaklaştığını gösteriyor. Besbelli ki Ertuğrul Kürkçü kendi pozisyonunu bu yeni duruma uyarlamaya çalışırken, sosyalistlerin Kürt siyasetinden tamamen kopmasını da önlemeye çalışıyor.

Röportajın bir yerinde şöyle diyor: “Camiye gitmezseniz ya da camiye gidenlerle aranızda bir irtibat olmazsa kimseyi camiden çıkartamazsınız, öyle değil mi?”
Öyle, öyle… Sorun çok derinlerde.

Fakat çözüm bulunabilir. Mesela BDP, Kürkçü başkanlığında pozitivist/allahsız sosyalistleri terbiye ve ıslah etmek için “Kuran ve cami muhabbeti” kursları açabilir. Diyanet İşleri Başkanlığı böyle bir girişime seve seve destek verir bence. Yeter ki “barış” olsun…