Kafamıza göre takılalım!

AKP’nin altyapıyı gayet başarılı biçimde döşediğini kabul etmek durumundayız. Özal’ın başlattığı, ondan sonra iktidara gelen koalisyon hükümetlerinin yürütemedikleri süreci, küresel güçlerin istediği biçimde sonuçlandırdı. Kamu yararına olan her şeyi özelleştirdi, burjuvaziyi bankalarıyla birlikte uluslararası sermayenin ortağı yaptı.

Sıra üstyapıya gelince bocaladı. Temsil gücü ve entelektüel kapasitesi yetmedi. Aslında şunu da kabul etmek durumundayız ki AKP’nin istediği üstyapı, bütün o anayasa önerileri, başkanlık ve eyalet sistemi vs., on sene boyunca itinayla döşediği iktisadi altyapıya gayet uygundu. Yaptıklarını sessizce, bir adım geri iki adım ileri taktiğiyle yaptılar. Fakat niyetlerini gizlemediler. Mesela Dışişleri Bakanı, ulus-devletin Türkiye’yi böldüğünü, “ulusçuluk”la hesaplaşma vaktinin geldiğini açıkça söylemişti. Bütün iktisadi değerleri özelleştirilmiş, tarımı çökertilmiş, gümrük birliğiyle kevgire dönmüş, istikrarı sıcak paranın giriş çıkışına endekslenmiş bir toprak parçasında sahici bir ulus-devlet zaten olmaz.

Bu sürece karşı çıkabilecek bütün potansiyel güçlerin nasıl bertaraf edildiğini ileride tarihçiler yazacak. Sendikaların solculardan nasıl arındırıldığını, nasıl satın alındığını ülkede kafası çalışan, birikimi olan okumuş yazmışlar sınıfını “komünisttir” diye tasfiye eden askerlerin, iki kez aydınlanmayı/umudu katlettikleri kılıçlarını arkasına emperyalizmi almış şeriat karşısında nasıl kırıp gericiliğin hukukundan medet umduklarını da ileride anlatacaklar.

Bugüne gelirsek çok tuhaf bir durumla karşı karşıyayız. Bir kere Anayasa yok. Onun yerine, her maddesi tartışmalı, liğme liğme edilmiş Devlet’in “esas teşkilat”ını hiçbir şekilde belirlemeyen, yani yaşanmakta olan hayata uymayan bir metin var. Anayasal kurumlar da yok, zira iktidar partisi mevcut kurumlar üzerinde ideolojik baskı kurduğu için kuvvetler ayrımı ortadan kalkmış monolitik ve oligarşik bir yönetime sadece bir adım kalmış. Parti devleti yutmuş, ama henüz sindirememiş.

İktidar serbest seçimlerle belirlenmiyor. Cemaat mesela kimin oylarıyla iktidara ortak oldu? Bu acayip şey hakkında, sanki bir siyasi partiymiş gibi tahminlerde bulunuyorlar: oyu % 1’miş, yok aslında % 3,5’muş, lakin %20’yi harekete geçirirmiş. Bu nedir yahu! Tüzüğü, programı olan bir parti mi, dernek mi, ne? Hangi hukuka göre kurulmuş, hangi yasa maddesine göre faaliyet gösteriyor?

Kamu yönetimi de iflas etmiş durumda. Çok yakından biliyorum küçük bir orta Anadolu kentinde ekonomi, sosyal hayat, eğitim ve aklınıza gelebilecek her şey otuz dört (34) ayrı tarikatın denetimi altında. Yani valinin, kaymakamın, belediye başkanının, milli eğitim müdürünün, milletvekilinin bunlardan icazet almadan yapabileceği hiçbir şey yok. Bu mu demokrasi? Bu tarikatları paradan başka yönlendiren, Allah’tan başka denetleyen bir güç var mı?

Türk-Kürt meselesine hiç girmiyorum “ezen ulus sosyalisti” olduğum için arkadaşlarım bana kızıyorlar. Fakat şurası gayet açık ki ikincisinin hem ulusal, hem de etnik ve kültürel bir varlık olarak ilk çağlardan beri mevcut olduğunu birincisinin ise saçılmış bir etnik gruplar koalisyonu olarak namevcut (ahistoric/tarih-siz/tarihdışı) olduğunu öğrenmiş bulunuyoruz. Aslında yalan da değil ulus-devletin yurttaşı olmayınca etnik gruplardan ibaret kalıyoruz ve yaratılmış bizleri sadece yaratandan ötürü seviyorlar hep birlikte ümmetin kulları, tarikatların müridi olup başımıza gelenlere aval aval bakıyoruz.

Her şey bir yana, benim bildiğim, bir devletin varlığı eğitim, sağlık ve güvenlik alanında hissedilir. Bu üç alanda verilen bütün hizmetler kâr amacıyla piyasa ilişkilerine terk edilmişse ve iktidar bu alanları sadece kendi siyasi tahkimatını güçlendirmek için denetliyorsa, orada devlet diye bir şeyden söz edilemez. Gerçekten, edilemez…

Özetle Anayasa yok, hukuk yok sağlık, eğitim, güvenlik yok. Alternatif yok. Hocaefendinin eteğini öpüp, Yankee-Yahudi lobilerinden icazet almadan muhalefet olma ihtimali bile yok. Demek ki devlet yok. Ne güzel! Bu durumda bizler de kendi kafamıza göre takılsak ne lazım gelir? Haziran Ayaklanması’nda da öyle yapmadık mı?

[email protected]