İç savaş manzaraları

Her gün her türlü esrarengiz olayın bu kez deşifre olarak ortalığa saçıldığı, uzun süreceği anlaşılan tehlikeli bir çöküş döneminden geçiyoruz.
TIR’ın yanında MİT ile jandarma karşı karşıya geliyor. Sonra Savcı polisleriyle birlikte olay mahalline intikal ediyor. Vali, TIR’ı serbest bırakıyor. Savcı, “Canımı zor kurtardım,” diyor. Devletin kurumları eller tetikte karayolunda itişiyorlar. Peki TIR’ın içinde ne var? Hükümetin gladyatörü Âlâ, “İşinize bakın la size ne?” mealinde konuşuyor. Sonra ekliyor: “Türkmenlere yardım gönderiyoruz.”

Fakat Suriye Türkmen Meclisi Başkan Yardımcısı Hüseyin El-Abdullah, “Türkmenlere yardım getiren bir TIR yok,” diyor. “Sadece geçen hafta İsviçre’den, içinde kıyafet olan bir TIR geldi.”

Olay çok ciddi olmasa güleceğiz. Lakin gülemiyoruz, çünkü tam o sıralarda Çapa Tıp Fakültesi’nde ÖSO militanları kermes düzenliyorlar. Öğrenciler durumdan rahatsız olup “Katil ÖSO üniversiteden defol!” pankartı açınca, Cihatçılar da polis koruması altında Tevhid ve ÖSO bayrakları açıp gösteri yapıyorlar Sancaktar diye de bir dergileri varmış, onu satıyorlar. AKP destekçisi tosuncuklar onların etrafında toplanıyorlar.

Sadece İstanbul’da 150 000’den fazla Suriyeli var. Türkiye’de toplam sayıları bir milyonu aşmış durumda. Bunlar 5 radyo istasyonundan yayın yapıyor, İstanbul’da hazırlanıp Adana’da basılan ve Suriye’de dağıtılan 30’dan fazla gazeteyle faaliyetlerini sürdürüyorlar (Hürriyet, “Aramızdaki Suriyeliler”, 14.11.2013). Bu derin faaliyet, TIR’ın ne taşıdığını ve nereye gittiğini de ortaya koyuyor. Söz konusu TIR tarihin içinde Susurluk kamyonunun yanında yerini alıyor.

Bu arada Ulaştırma Bakanı’nda bir Uluslararası Adalet Divanı korkusu seziliyor. “Biliyorsunuz orada silahlar bulundu,” diyor. “Türkiye’den geldi diye yayın yapanlar oldu. Biz de Türkiye’yi korumak için tüm TIR’ları x-rayden geçiriyoruz.” Özetle TIR’ın sınır kapılarından geçmediğini açıklıyor. Bazıları TIR’ın Reyhanlı’da bekletildiğini ya da boşaltıldığını söylüyor. Bunun tekil bir TIR olması mümkün değil. Bu türden TIR’ların Türkiye sınırları içinde boşaltılıp, içindeki mühimmatın, Türkiye’de barınırken Suriye’de Alevi ve Hıristiyan kafası kesen aşağılık katillere MİT denetiminde dağıtıldığını anlamak için fazla zeki olmaya gerek yok.

Kayışı kopmuş çarkları boşa dönerek kıvılcımlar saçan bu devlet makinesine her kim hâkim olacaksa, ilk iş olarak şu Suriye politikasına bir son verip, oradaki iç savaşın Türkiye’ye yayılmasını önlemesi zorunludur.

İç savaşlar çok çeşitlidir. Devletin denetiminde düşük yoğunluklu iç savaşlar olabilir. Geçmişte, 90’lı yıllarda, Hizbullah ile PKK arasındaki savaş bu türdendi. 1977-1980 arasında yaşanan çatışmaların da devlet denetimi altında süren bir tür iç savaş olduğunu söyleyebiliriz. Fakat esas iç savaş, devletin baskı ve denetim aygıtları kendi içinde çatıştığı zaman ortaya çıkar. İlk faili meçhul sansasyonel cinayet istihbarat ajanları, askerler ve polisler arasında, şu TIR olayına benzer bir durumda gerçekleşecek ilk silahlı çatışma, büyük bir felaketi ateşler. Bu savaşın tek galibi emperyalizm olur çok yazık olur.

Meclis Başkanı’nın, kalender havalı (ya da çaresiz) bir suçlu psikolojisiyle Anayasa’nın işlemediğini itiraf etmesi, aslında TBMM’nin meşruiyetini kaybettiğini ve yasama işlevini yerine getiremediğini göstermiştir. Kısa vadede hükümetin meclisteki AKP çoğunluğunu kullanarak yargıyı Cemaat’in elinden alıp kendi uşağı haline getirme, kolluğu ayıklayarak partiye bağlı bir tür Gestapo gücü yaratma çabasına tanık olacağız.
Pek çok şeyi bilemeyiz (görünmeyen güçler var). Ancak şurası kesindir: sorunu ancak Haziran kitleleri çözebilir. Sivil olan ve olmayan bütün yurtseverler, kentlerin en büyük meydanlarından bir meşru Kurucu İrade çıkararak ülkeyi bu ayak takımından kurtaramadıkları taktirde, yakın gelecekten Ortaçağ karanlığı ve despotizminden başka bir şey bekleyemeyiz.