Büyük yarış

Hakikaten çok tuhaf bir ülkede yaşıyoruz. Yani insan araya bir yabancılaşma mesafesi koyup da baktığında hayretler içinde kalıyor. Nasıl da uygun adamlar buluyorlar.

Bunları önce siyasetin manejlerinde ölçüp nasıl koştuklarına, ne kadar yırtıcı olduklarına, ajitasyon kabiliyetlerine bakıyorlar. Halkla sıcak ilişkiler kurabiliyor, cenazelerde ve düğünlerde para saçıp insanların gönlüne girebiliyor mu? Parayı fırıldak gibi çevirerek taahhüt işlerinde parsayı toplayıp, usulüne uygun biçimde racon kesip adaletli biçimde mano dağıtarak, bu arada gönülleri fethedip alemi haraca bağlayarak kendi iktisadi ve siyasi mafya ortamını yoktan var edebiliyor mu?

Bu kabiliyete sahip olmak yetmiyor, elbette. Vizyon da lazım. Vizyon edinmek için küresel sermayenin ekürisi (écurie) içinden geçmesi, yani benzerleriyle aynı ahırın atı olması başka deyişle, sisteme sadakatinden kuşku duyulmaması şart. Bunun için mutlaka ABD’ye gidilecek, siyasi/soysal derneklerde, Yahudi lobilerinde yüz gösterip gerdan kırılacak.

En önemlisi gerçekçi olunacak, sosyalizm ve Kemalizm gibi arkaik fantezilere mesafeli (karşıt değil ama!) durulacak, cemevinde semah dönülecek, Selefiyye camiinde eller göbekte birleşmiş kıyam edilecek. Fakat aynı zamanda çağdaş da olunacak. Şahane dekolteyi görünce usulüne uygun iltifat edilmeyecek belki ama “la nedir la bu” da denmeyecek. Taşralı bir hödük gibi değil, küresel ve içsel sermayenin refleksine, supleksine, tıpkı kabın şeklini alan sıvı gibi uyulacak. İcabında ulusalcı kitleyle birlikte Onuncu Yıl Marşı söylenecek. “Ben de oradaydım, gaz da yedim,” denilerek “Gezi ruhu”na bile hitap edilecek. Ölçülü, kapsayıcı, kucaklayıcı, kimseyi dışlamayıcı, herkesi içleyici olunacak. Her yeri oynayan siyasetçi her yere oynayacak göz dolduracak, cepleri bir yerde boşaltıp başka yerde dolduracak ki demokrasi olsun.

Bütün bunlar olduğunda ve tarihin fırıldağı hoplayıp zıplayan topu tam da şahsın önünde durdurduğunda, tanrısal ışık belirecek ve medyası, TESEV’i, Cemaat’i, TÜSİAD’ı ve geniş alet çantasıyla düzen şahsın ayarlarını yapıp yıldızını parlatacak, bahisler oynanacak ve at depara kalkacak. O artık çiğ beyaz porselen dişleriyle mütecaviz sırıtarak, önce İstanbul’un sonra Anadolu’nun rantını kıtır kıtır yemeye, yedirmeye, kapitalizmin insan ruhunu ve bedenini ezen çarklarını gıcırdatarak döndürmeye hazır hale gelecek.

Recep Tayyip, sistem açısından biraz aceleye geldi bence. Irak savaşı başlamak üzereydi en geniş kitle tabanına sahip Erbakan hem milliyetçiydi hem de M (Müslüman) 8’ler falan diyerek küresel sistemin içinde ayrı bir kompartıman yaratmaya çalışıyordu. Özal gibi ağırlığı merkeze verip eğilimleri kendine çekebilecek birini bulmak gerekiyordu. Elde, iyice ısıtılmış, yerinde duramayan tek bir at vardı. Aslında Büyük Doğucu, Exeter’de eğitilmiş, Colin Powel’la ikili görüşebilen Gül, o zamanki niyetlere daha uygundu. Fakat öteki daha karizmatikti yırtıcıydı ve iyi hatipti, daha doğrusu, diğerinin aksine, başladığı cümleyi vaizlere özgü bir heybetle tamamlayabiliyordu. Razı oldular.

Şimdi de pişman oldular. Pişmanlık, sistem için pişmaniye gibidir, ağızda erir. Telafi edilir. Yetiştirdikleri atlardan birini hemen ahırdan çıkarıp güzelce tımar edip hipodroma sürerler. Bahisler yükselir, koşu ve coşku başlar.

Gene de AKP, ustasının önderliğinde görevlerini eksiksiz yerine getirdi. Halkın emeğini ve alın terini küresel sermayenin insafına terk etti işçi sınıfını parçaladı, sendikasız, savunmasız bıraktı Cumhuriyet Devrimi’nin yasalarını, temellerini, dayanaklarını yıktı. Devletin idari teşkilatını işbirlikçi yobazlara devretti. Bir kurum olarak Türk Silahlı Kuvvetleri’nin belini kırdı Büyük Fransız Devrimi’nden kalma bir ifadeyle söylemek gerekirse, “onun kafasını kesmekle yetinmedi, o kafanın içi boş olduğunu da halk kitlelerine gösterdi”.

Şimdi defter kapanıyor yeni bir defter aralanıyor.

Birinci koşu: Yerel seçimler. Bahisler çok yüksek, ödüller muazzam. Medya şöyle şeyler diyor: “CHP, Sarıgül’ü aday gösterirse İstanbul’u kazanır İstanbul’u kazanan, Türkiye’yi kazanır.” Biz de şunu ekleyelim: CHP, Sarıgül’ü aday gösterirse, Sarıgül CHP’yi kazanır CHP, Sarıgül’e katılırsa Cemaat Türkiye’yi kazanır, yerli ve yabancı sermaye zil takıp oynar.

1970’li yıllarda, bazı siyasetlerin kullandığı “sınıf kini” kavramıyla (üyelik için böyle bir kin duymak şarttı) inceden dalga geçerdim biraz alaycı bir gençtim. Proleterleştiğim için midir nedir, bu kini şu son yıllarda yüreğimin ta içinde hissetmeye başladım. Bu kadarını kendimden beklemezdim. Devrimcileşiyor muyum, nedir?