Ahlak, şiddet ve sanat

Ahlak göreceli bir kavramdır. Kültürlere, ideolojilere, gelenek ve göreneklere, felsefi düşünce akımlarına göre değişir. Tarihseldir. Her maddi hayat ve kültürel iklim kendi ahlak anlayışını yaratmıştır. Üretim ilişkileri içindeki yeri de insanın ahlaki yapısını belirler.

Ahlak esnek bir kavramdır, onu ahlaksızlık olarak yaşamak da mümkündür. Kafasını aşırı biçimde ahlaka takmış insanın içinde açığa çıkmaması için zor tuttuğu derin bir ahlaksızlık vardır. Mesela kafası sürekli kadın çıplaklığıyla meşgul olan ve devamlı “cinsel ahlak”tan söz eden kişi potansiyel bir tecavüzcüdür.

“Huylanmak”tan korktuğu için kız torununu kucağına alamayan ya da gelininin elini sıkamayan adamın yeri, bizim gibilerin ahlak anlayışına göre, akıl hastanesidir. “Aynı sınıfta okurlarsa birbirlerine aşık olurlar” diyen son adam siyaset sahnesinden silininceye kadar derin ahlaksızlığın kökü kazınmış olmayacaktır. Kimyasal kastrasyonu asıl bunlara uygulamak lazım hiç olmazsa aile içinde nefisleri körelmiş olur.

Cumhuriyet’in en büyük kazanımlarından biri kadının “bizatihi insan” olarak kabul edilmesidir. Çok cesurca yapılmış ve başarıya ulaşmış bir devrimdir. Benim annem 1943 yılında on dokuz yaşındayken tek başına gittiği Erzurum’da başı açık öğretmenlik yapıyordu. Sınıfında kendisiyle neredeyse aynı yaşta öğrencileri vardı. Şu gelinen düzeye çocuk gelinlere (pedofili), öğrencinin sırtından rant kapma çabalarına, imam nikâhlı güvencesiz kadınlara, Kızılay’da coplanan kadın öğretmene, seks kasetleriyle birbirini tehdit eden alçaklara bakın! Ahlaksız ve iffetsiz olanlar bunları yapanlardır.

AKP’nin yarım yamalak karşıdevrimi toplumun bütün dengelerini bozdu. Devlet dindarlaştıkça, cinayet, tecavüz ve taciz olayları arttı. 2002 yılında 66 olan kadın cinayetlerinin sayısı 2007 yılında 1011’e çıkmış 2010-2011 arasında, sadece 19 ayda, 78 488 aile içi şiddet vakası yaşanmış. Memleketin sosyologları ve pedagogları bu felaketlerle AKP’nin eğitim ve sosyal politikaları arasındaki bağlantıyı kurmakta neden bu kadar yavaş davranıyorlar?

Cumhuriyet aynı zamanda bir Kültür Devrimi’ydi. Yarım kalmış büyük bir devrimdir. Köy Enstitüsü’ne giden çocuğun elinden Mızraklı İlmihal’i alıp ona dünya klasiklerini vermiş sahne sanatlarında ve müzikte evrensel olanı bütün Anadolu’ya yaymak için uğraşmıştır. Şimdi yobazlar Devlet Tiyatroları’nı kapatacak, muhtemelen opera ve baleyi yasaklayacak, gösteri sanatlarına ahlaki denetim uygulayacaklarmış. Hiçbir şey yapamazlar. Özgür ve muhalif sanat cin gibidir devletten ayrılınca daha tehlikeli olur, kendisini yok etmek isteyeni her an her yerde çarpar, yamultur!

Karl Marx, Fransa’da Sınıf Mücadeleleri’nde, 1848 isyanlarının devrim sürecine katkısının “traji-komik kazanımları”yla değil, ona karşı çıkanların katı ve güçlü karşıdevrimiyle ölçülmesi gerektiğini söyler. Bu sözleri Cumhuriyet’in kazanımlarına da uyarlayabiliriz. Katı ve güçlü karşıdevrim, elbette 1930’lara dönüşün değil, yeni ve daha ileri bir devrimin yolunu açacaktır.

AKP ve kadroları ABD’nin sorunudur. Ampulü kim yaktıysa o söndürsün. Bizim sorunumuz, bütün dini tarikatların kamusal alandan temizlenmesinden, din ve devlet işlerinin ayrılmasından, dinin bireysel inanç özgürlüğünün sınırlarına çekilmesinden, kültür ve eğitim alanının seküler olmasından ibarettir. Bu bir tür asgari program, “Ortaçağ’dan çıkış” programıdır emperyalizme savaş ilanıdır.