Neoliberalizme karşı Sol Cephe

Aralık ayının ikinci haftasında ekonomi gündemi yoğunluk kazandı. Birbiri ardına üçüncü çeyrekteki büyüme, ilk 10 aylık cari açık ve Ekim ayı sanayi üretimi açıklandı, bütçe Meclis Genel Kurulu’nda görüşülmeye başladı, işsizlik rakamları ise daha önce açıklanmıştı. Büyüme öngörülen oranın üzerine çıkarken, cari açık hızlı tırmanışını sürdürdü, sanayi üretim endeksi geriledi, “makyajlı” istihdam verileri bile işsizlik oranını aşağı çekmeye yaramadı.

Hemen not düşelim büyümedeki artışın öngörülenden yüksek çıkması ne sürpriz ne de alkışlanacak bir sonuç. Bu sütunda birçok kez özlü biçimde sergilenen büyümenin anatomik yapısına uygun bir gelişme söz konusu. Büyümedeki kıpırdanmaya koşut olarak da cari açık artmaya devam ediyor. Özellikle imalat sanayisinin yapısı cari açıkta önemli paya sahip olurken, büyümenin istihdam yaratıcı bir yönü bulunmadığı bir kez daha otaya çıkıyor. Alınan sonuçlar Türkiye ekonomisinin yapısal özelliklerine uyumludur.

Yukarıda değinilen gelişmeleri ve bütçenin yapısını irdelemeyi gelecek yazılara bırakırken iktisat politikalarıyla bağlantılı olmak üzere sosyal demokrasi konusunu ele almanın gerekli olduğunu düşünüyorum. Bunca siyasi sorun varken sırası mı diye sorulabilir. Evet bence tam sırasıdır. Bunun temel nedeni yalnızca CHP Genel Başkanı’nın yer aldığı parti heyetinin ABD’deki “sıcak temasları” değildir. Temas edilen gruplar arasında Pensilvanya çevresinin yer alması da kesinlikle değildir. Ancak bu öğeleri de hasıraltı etmek de olanaklı değildir. Söz konusu gelişmeleri siyasi analizin yetkin kalemlerine bırakarak konuyu açmaya çalışalım.

Belirtmek de yarar var daha doğrusu bellek tazeleyerek yakın geçmişe ve günümüze bakalım. Sosyal demokrasiyi en iyi kendisinin bildiğini iddia eden bir entelektüel, yurtdışından döndükten uzun bir süre sonra AKP’den milletvekili seçildi. Son dönemde en çarpıcı tavrı, tekke ve zaviyelerin açılmasını savunması ve eyleme geçerek Meclis’e bu konuda bir yasa önergesi vermesidir. Sosyalist çevrelerde yer alan, daha sonra merkez sol partilerden belediye başkanlığı ve milletvekilliği adayı olan, son olarak soluğu AKP’de alan bir akademisyenin, milletvekilliğine seçildikten sonraki ilk “ses getirici” eylemi Atatürkçülüğün anayasadan çıkarılmasına ilişkin şiddetle savunduğu önerisidir. Yazar kimliğiyle tanınan diğer bir entelektüel, AKP’den milletvekili seçildikten sonra iktidar partisi ile Aleviler arasında diyalog kurmaya soyunmuş ve bu doğrultuda yoğun uğraş vermiştir. CHP’de bir dönem başkanlık yarışına giren ve seçimi kaybeden bir politikacı da AKP’nin açtığı kapıdan girerek yıllarca bakanlık koltuğunda oturmuştur. Kuşkusuz kişilerin siyasi düşünceleri ve ideolojik bakışları değişebilir. Ancak bu değişikliğin “ödülü” en azından milletvekilliği olursa, orada durmak gerekiyor. Örnekler çoğaltılabilir ve sosyalist sol’a da yaygınlaştırılabilir. “Sol” sözcüğünü kullanma heveslileri tarafından “liberal sol” kavramından sonra acaba “cemaatçi sol” diye “post-modern”(!) bir terim de kullanılacak mı diye düşünmemek elde değil...!

Kapitalizmin yerleştirdiği sömürü düzeniyle sermaye birikimini artırırken toplumsal dokuyu tahrip etmesi karşısında, sosyal eşitsizliği törpüleme görevinin zaman zaman sosyal-demokrasi tarafından tarihsel olarak üstlenildiği bilinen bir gerçektir. Bu paralelde neoliberal politikaların salt muhafazakar partiler tarafından uygulanmadığını, sosyal-demokrat veya merkez sol hükümetlerin neoliberal düzenlemeler ile barışık olduğunu, bunun ötesinde sahiplendiklerini özellikle Avrupa deneyimi göstermektedir. Günümüzdeki en tipik örnek sosyal demokrat başkan ve hükümetin görevde olduğu Fransa’dır. Merkez ülkelerde tutmayan neoliberal politikaların, çevre ve Türkiye gibi yarı-çevre ülkelerde merkez sol ambalajıyla “güler yüzlü neoliberalizm” olarak topluma sunulması sorunları çözmeyecek, yalnızca ertelenmesine yol açacaktır.

Sosyal-demokrasinin peşinde iz sürenlerin düzenlediği “Küreselleşme Çağında Büyüme, Gelir Dağılımı ve Ekonomik Politik” başlıklı Uluslararası Ekonomi Çalıştayı’nın önde gelen aktörü Kemal Derviş’tir. Açıkça belirtildiği üzere CHP yeni ekonomik programın hazırlanmasında Derviş ve ekibine yetki vermiştir. İsimler önemli olmamakla birlikte 2001 krizinin ardından “Güçlü Ekonomiye Geçiş Pogramı” (GEGP) olarak yeniden can suyu verilen IMF damgalı ve neoliberal içerikli 17. stand-by düzenlemesinin katı biçimde uygulanması unutuldu mu? Kamuoyunda 15 günde 15 yasa olarak bilinen neoliberal, katı piyasacı düzenlemeler rafa mı kaldırıldı? GEGP’in 2002 ve 2005’de yürürlüğe konulan iki yeni stand-by düzenlemesinin arkasında bulunduğu bir kenara mı bırakıldı?

Bir kez daha vurgulayalım: 2000’den günümüze uzanan zaman dilimi yapısal bozukluğun kısa tarihini oluşturmaktadır. Bir başka deyişle 21. yüzyılın şimdilik ilk ondört veya onbeş yılı ekonominin neoliberal düzene teslimiyet ve yağmalanma süreci olarak yer almaktadır. Süreçte doğal olarak çalışanların sosyal ve ekonomik haklarının tasfiyesi başköşeye oturmaktadır.

Seçim “din damgalı neoliberalizm” ile sözde “güleryüzlü” neoliberalizm arasında yapılmamalıdır. Bu ortamda alternatif sol program yaşamsal bir öneme sahiptir. Bugün yapılacak Sol Cephe toplantısı sol programın oluşturulması sürecinde ilk adımdır.

Not: Mustafa Balbay’a en sıcak ve içten duygularla dayanışma içinde olduğumu belirtmek isterim. Tekrar mehaba…