Pufidikos Gobitus

Janjanlı bir başlık oldu, nasıl olsa AnGaralılar çoktan çakmışlardır köfteyi.
Efendim, genellikle sanayi sitelerinde, stadyum önlerinde, Hergelen Meydanına çıkan sokakların seyyar tezgâhlardaki ayaküstü lezzetlerindendir, “o”. Yani gobit.

Lezzetin yaratıcısı gobitçi abiler, sıcağı ve soğuğu ile çokça yazıya konu edilmişlerdir.
Ben bu defa gobitin ev hallerini yazayım dedim.
Gobit kendine özgü formu ile ekmek, taze soğan, maydanoz, biraz domates, tuz, kırmızı ve karabiber ve de haşlanmış yumurtanın seviyeli birlikteliğidir bir bakıma. Ne var ki bunda demeyin.
Düşünün, güneşin delikanlı olduğu bir pazar sabahı mutfak balkonunuz aydınlanmış, bahçeden dün geceden kesilen taze çim kokusuna iğdenin buğusu ekleniyor.

Şöyle bir çıkıverin balkona ve mırıldanın Cahit Sıtkı’nın dizelerini:

“Gün Eksilmesin Penceremden
Ne doğan güne hükmüm geçer,
Ne halden anlayan bulunur
Ah aklımdan ölümüm geçer
Sonra bu kuş, bu bahçe, bu nur.
Ve gönül Tanrısına der ki:
- Pervam yok verdiğin elemden
Her mihnet kabulüm, yeter ki
Gün eksilmesin penceremden!”

Eh hadi sıra kahvaltıdadır. Bu keyifli günde masanızda neden pufidikos gobitus olmasın?

Geçenlerde Anadolu Bulvarından yönümüz ODTÜ’ye doğru sağ koldaki son benzin istasyonundan benzin alıyoruz. Borcumuzu eda ederken karşıdaki Karadeniz Kuzina Unlu Mamüllerinin satış noktasından bir işmar geldi ki sormayın. Kapıdan içeri girdim, tam bir ekmek cenneti. Nerede ise, ister metre ile ister kilo ile al. İçeride çıtır ve ılık somun kokusu, adamın aklını alıyor gerçekten. Epeycedir böylesini görmediydim, duymadıydım. Belki ayrı bir yazı bile yazmalı. Fransızların boulangerie’leri halt etmiş ne yalan deyim. Orada bir sepetin içindeki harbiden gobitleri görünce, budur dedim kendi kendime. Öyle sosyetik gazlı fırınlarda sünmüş, pideye öykünen cinsten değildi bunlar. Ve böylece Pazar sabahı kahvaltısının sinopsisi yazılmıştı bile.

Pazar sabahı
Cumartesi gecesi yatmadan önce yumurtaları buzdolabından çıkardım. Sabah Selcan Hanım çayı demlerken, ben de yumurtaları hafif sirkeli suya koyup haşladım bir güzel. Taze soğanlarımı, ince yeşilbiberlerimi, domateslerimi yıkayıp, birbirlerine kardeşlik etsinler diye gobitçi abilerden biraz farklı olarak aynı tahtanın üzerine yan yana doğradım.
Hatırladınız mı Fikri Babayı? Hatırlamayanlar, benim web sayfasının 2014 arşivindeki 26 Ocak tarihli yazıya hemencecik bakıversinler. Mühimdir zira.

Yumurtanın duhulü
Haşlanmış yumurtalarımı soğuk suyun altında soyup, az önce doğranmış elemanların ortasına yarım ay şeklinde gönderiverdim.
Sonra!
Sonra, kararında sızma zeytinyağı, birkaç damla limon, birazcık pul ve karabiber, az tuz ilave ettim. Ve Fikri Baba usulü usulcacık karıştırıverdim. Tabaktaki ışıltı görülmeye değerdi. Kenardaki pufidik gobitlerde o anda sanki bir canlılık peydah oldu.
Bir gıpraşma, bir keyif sormayın. Bir an önce malzemeyi koyunlarına almak istiyorlardı sanki. Ben de dur bir dakika diye telkinde bulundum. Çünkü gün daha genç ve ışıltılı idi. Tadına vararak, lokma lokma götürmeliydik kendilerini.

Ve perde!
Klasik kahvaltılıkların orta yerinde bir prenses edası ile yer alan nevale ve sofradakilerin servis tabaklarının yanındaki gobitler, kavuşmak için sabırsızlanıyorlardı. Masadaki sessizliği bozan, bir zamanların müzik programı gibi bir sizden bir onlardan benzeri, küçük hareketlerdi. Bir parça gobit, bir çatal nevale. Arada bir de gobit ile tabaktaki özleşmiş suya hamle yapmacalar.

Ve tabii fonda sevgili eşim Selcan Hanımın hafiften karanfilli tavşankanı çayı.

Öf ki ne öf.

İnsanın masadan kalkası yok vallahi. Evet, gobitler bitmiştir. Daha günlük matbuata göz atılacak, notlar alınacak, balkondaki çiçeklere şefkat gösterilecek.

Neyse ben bir keyif çayı daha koyup kendime, delikanlı güneşin eşliğinde balkonda biraz fotosentez yaparım artık.

E daha ne olsun, haydi afiyet olsun.

Memleketteki gidişe inat, direnmek için ağzımızın tadı bozulmasın.

Yeter ki, boyun eğmeyelim…

Yeter ki, U N U T M A Y A L I M !!!

Sağlık ve dostlukla.