Fikri Baba'nın çoban salatası

İki gün önce ödünsüz devrimci Uğur Mumcu’nun kahpece katledilmesinin 21. yıl dönümü idi. Mülkiye’nin efsane hocalarından Prof. Dr. Muammer Aksoy da 31 Ocak 1990 tarihinde kahpe bir suikastte hayatını kaybetmişti.

Her iki devrimcinin aramızdan ayrılış tarihleri arasındaki günler Adalet ve Demokrasi Haftası olarak artık gelenekselleşti. Bu yıl da 24 - 31 Ocak 2014 tarihleri arasında gerçekleşecek olan 21. Adalet ve Demokrasi Haftası için çok sayıda etkinlik düzenlenmiştir.

Etkinlik programına http://www.umag.org.tr/tr web sayfasından ulaşılabilir.
* * *
Bu yazının kurgulandığı günlerde başkentte güneş zaman zaman delikanlıca kendini gösteriyor idi. Efendim her ne kadar henüz sera ürünleri de olsa çoban salata yapmak mümkün. Mümkün mümkün olmasına da raconu var işin. Raconun hasosunun kaleme alındığı bir öyküsel mekândan bahsetmek istiyorum bu pazar Kuş Sesi Meyhanesi.

Dinçer Sezgin’in İZMİR, Kent Kültürü Dergisi. Mart 2001.S.3. s.198–203’de yayınlanan muhteşem bir öyküsüdür Kuş Sesi Meyhanesi.

Öyküdeki meyhanenin sahibi Fikri Baba’nın çoban salatası yapışı o kadar şiirsel ki paylaşmadan edemedim. Tabi ki köşemiz elverdiğince kısaltarak aşağıda takdim ediyorum:
Sebzeler de insanlar gibidir
“Domates, biber, salatalık, soğan, maydanoz, istenirse üstüne peynir rendelersin.

Yavaş yavaş yıkamaya başlayın. Ama öyle harala gürele değil. Sevdiğinizin başı ağrırsa ne yaparsınız? Yavaş yavaş ovarsınız onun başını. Acıtmadan, incitmeden, ‘of’ dedirtmeden.

Parmaklarınıza sevginizi koya koya.(..) Onları böyle yıkarken hepsi sevilip, okşanıyormuş gibi bir duygu edinmeliler. Yıkadıklarınızı yine ayrı kaplara koyacaksınız. Yıkanmak zindeleştirir onları.

Suları süzülen sebzeler şimdi, onlar için en büyük zorluğu yaşayacaklardır. Çünkü sıra kabuklarının soyulmasına gelmiştir. Bunun için en keskin bıçağı seçmek zorundasınız.(..) Bu işi, bir de kör bir bıçakla yaptığınızı düşünün. İşkencenin büyüklüğünü getirebiliyor musunuz gözünüzün önüne? Zaten çoban salatası yapan birinin elinin altında daima, en keskin bıçaklar olmalıdır. Kabuklarını soyarken de hoyrat olmayacaksınız. Adeta özür diler gibi soyacaksınız kabukları.(..)

En keskin bıçaklar olmalı
Şunu söylemek istiyorum, kabuklarının soyulmasına izin verecekler. Yani size hak verecekler. ‘Bu adam, kabuklarımızı soymak zorunda. Bu zorluk olmasa soymaz bizim kabuklarımızı’ diyecekler. Soyma işlemi bittikten sonra onları yine kendi tabakları içinde bırakmalısınız.

Çünkü hepsi de yeni durumlarına, yani çıplak görünümlerine alışmak zorundadırlar. Sizi soyup aynanın karşısına bırakıverseler, kolay kolay bakabilir misiniz çıplak görüntünüze?

Bakamazsınız. Çünkü insan hiçbir zaman kendini çıplak görmek istemez. (..)

Bu nedenle bir on dakika, hiç değilse bir on dakika beklemeniz gerekir.(..) On dakika sonra alışırlar yeni durumlarına. Hafif bir su bırakırlar. İşte o zaman doğrama işine başlayabilirsiniz. Yine en keskin bıçağı alacaksınız elinize. Yine sevgi dolu bir biçimde doğramaya başlayacaksınız onları.(..) Sizin, ama yalnızca sizin elinizde bulundukları için sulanacak bedenleri. Terleyecek.

Damaklarda dost tadı
Kadehlerimizdeki son rakıları içmek üzere “Haydi prozito” diye bağırdı. Mezelerimiz tazelendi, rakılarımız kondu, bir sigara yaktı ve kaldığı yerden sürdürdü konuşmasını.
(..) Sonra gidip bakın kesip biçtiğiniz malzemelere.

Domatesler suyunu bırakmışsa, salatalıklar biraz yumuşamışsa, soğanlar hafif hafif koku salıyorsa, biberler övüngen diriliklerini yitirmişse, doğru
yoldasınız demektir. Şimdi büyücek bir kap alacaksınız, doğranmış malzemeleri o kaba boşaltacaksınız. Burada bir şeye çok dikkat ederim ben o büyük kaba boşalttığım malzemeleri hemen karıştırmam. Onların birbirleriyle tanışmalarını, birbirlerine alışmalarını, ısınmalarını, birbirleriyle kaynaşmalarını beklerim. Bu tanışıp kaynaşma, iki insanın tanışıp el sıkışması, merhabalaşması, birbirlerini tartmaları, ölçüp biçmeleri gibidir.

Kabın dibinde sevgi suyu gibi bir su birikir. Görürsünüz onu. O zaman kaba daldırın avuçlarınızı. Sözlerini, sohbetlerini çoğaltmak için karıştırın. Alt üst edin malzemeyi. Ama hoyratça değil hep sever, okşar gibi. Sonra tuzu atın, biraz bekleyin. Tabağın dibindeki suyun daha da arttığını göreceksiniz. Limonu sıkın, yağ dökün, koyun dolaba. Birkaç saat bekletin. Çok hafif pörsür gibi olsunlar. Artık iyice alışmışlardır birbirlerine. Senli benli olmuşlardır. Birbirlerinden saklısı, gizlisi kalmamıştır hiçbirinin. Ve aralarında bir tat yarışı başlamıştır. İşte o anda çıkarın, afiyetle yiyin. Damağınızda kalan tat, domatesin, biberin, salatalığın, soğanın, maydanozun tadı değildir. Kuş sesi gibi bir şeydir. Dimağınızda, beyninizde, yüreğinizde o sesi duyarsınız, ama nereden geldiği belli değildir. Yalnızca damağınızda bir dost tadı vardır.”

Memleketteki gidişe inat, direnmek için ağzımızın tadı bozulmasın. Her daim tatlı olsun. Sağlık ve dostlukla...

Not: Bu yazının ilk hali 3 Mayıs 2012 tarihinde Cumhuriyet, Ankara Eki’nde yayımlanmıştır.