Orhan Gökdemir

Ulus belli sınırlar içinde yaşayan soya, halk o sınırlar içindeki ortak yaşama yaslanır. Çıkış noktamız halktır. Halkın, hep birlikte, yönetime el koymasına, halk demokrasisine, ihtiyacımız var.

Bir hazin demokrasi

Orhan Gökdemir

Adalet Bakanlığı tarafından çalışmalarında son aşamaya gelinen “Yargı Paketi” infaz düzenlemesinin taslak metnine göre 12 yıl ceza alan bir hükümlü yaklaşık 9 ay cezaevinde yattıktan sonra tahliye olacak. Düzenlemeden yararlanacak 55 bin kişi içinde cinayet, yaralama, cinsel saldırı, çocukların cinsel istismarı, dolandırıcılık, hırsızlık, yağma, rüşvet ve uyuşturucu suçlarından tutuklu bulunan kişiler de yer alıyor. Rastlantı değil, devlet için artık bunlar suç olmaktan çıkmıştır. Suç devlete direnmektir. Suç hukuk, eşitlik ve özgürlük istemektir. Suç gericiliğe biat etmemektir. Suç yönetime katılmayı talep etmektir. 

Gördünüz Boğaziçi Üniversitesi’nde yarattıkları tabloyu. Bilimi boşaltacaklar ve yerini Nurettin Yıldız gibi tiplerle dolduracaklar. Olmaz diyen öğrencileri hırsızdan-uğursuzdan boşalan hücrelere kapatacaklar. Mafyayı salacaklar ve gazetecileri tutacaklar. Doğu’ya havuç gösterirken Batı’ya sopa sallayacaklar. Bir yarım demokrasi gösterisi bu. O kadar ki Apo’ya özgürlük, Selahattin’e tutsaklık demek. Bunlar İpsiz Devlet’in vakitsiz barışı ile gelmesi umulan halksız demokrasinin işaretleridir. 

***

Bu durumda hem hatırlatmaya hem de yeniden tanımlamaya ihtiyacımız var. Demokrasi, halkın yasaların yapımına katılma ve yasal düzenlemelere karar verme yetkisi demek. Olmazsa, bunları yapmak üzere yönetim görevlilerini seçme yetkisine sahip olmasıyla ortaya çıkan bir yönetim biçimine işaret etmiş oluyor. Doğrudan veya temsili, bir halk yönetimini varsayıyor özetle. 

Malum, bu tür modern işlerin kökenini antik Yunanistan’da arama alışkanlığı var. Orada ortaya çıkmış ama düşünenler tarafından eleştirilmiş, üst sınıflar tarafından “ayak takımının yönetimi” diye aşağılanmış. Öyledir, demokrasi, ayaktakımı yönetimidir. Mümkün olduğunda ayaklar baş olmuş demektir. Demokrasinin ortaya çıkması için halk ülkeyi, öğrenciler üniversiteyi, işçiler fabrikayı yönetmelidir. Bu durumda demokrasinin ortaya çıkması için halk ve işçi meclisleri, Sovyetler, öğrenci meclisleri olmalı veya kurulmalıdır. Ülkeyi ve devleti bu meclislerin temsilcileri yönetmelidir. Demek ki önce ülke halkın, fabrika işçinin, üniversite öğrencinin olacak. Haliyle tek başına temsilcilerin seçimini demokrasinin işareti sayamayız. Halka dayanmayan bir demokrasi imkansızdır. 

Özünde Sosyalist veya Sovyetik bir yönetimi tartışıyoruz demek ki. Ancak bunlar da “diktatörlük” olarak damgalanmışlardır. Aslında bu damgalamanın haklı yanları var. Halkın yönetebilmesi için önce ülkeye ve devlete el koyması, diktatörce davranması, gerekir. Demokrasi, eğer sözde kalmayacaksa, başlangıçta bir proletarya diktatörlüğünü varsayar. Demokrasi böyle bir diktatörlüğün getirisi olabilir ancak. 

Bu durumda yerleşik tanımıyla demokrasiyi 20. yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkan bir “sapma” sayabiliriz. “Liberal demokrasi”, kapitalist devletin bir gevşeme halidir. Sosyalizmin yayılmasından çok korktular ve gevşediler. İşçi sınıfından çok korktular ve el koyduklarının bir kısmını paylaşmaya razı oldular. Bu gevşek kapitalist devletten bir demokrasi türettiler. Çok konjonktüreldir; kapitalist düzenin korkusundan kaynaklanır ve büyük bir hızla soğuk savaş silahına dönüşür. Demokrasi, haliyle, gerçekte en sosyalist işlerimizdendir. 

***

Demek ki demokrasi için önce halka, sonra insana bakacağız. “İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi” 1789 Büyük Fransız Devrimi'nin ardından yayımlandı. Fransa’nın yoksulları, monarşiyi devirmişler, kralı giyotine, kiliseyi öteki dünyanın sınırlarına göndermişler, bu yolla eşit ve özgür olmuşlar ve insanlaşmışlardı. Ümmetin, kulun, tebaanın “insanlığından” söz edemeyiz. İnsan olmak için özgür ve eşit olmak şarttır. Önünde ve arkasında devrim var.

İnsanlar doğuştan özgür ve eşittir, zulme direnme hakkı vardır. Egemenliğin kaynağı tanrı değil halktır, kişi ve grupların elinde bulunamaz, ondan doğan yetkileri de halk kullanır. Devleti idare edenler halka karşı sorumludur, halk tüm kamu görevlilerinden hesap sorma hakkına sahiptir. Hiç kimse dini ve sosyal inançları yüzünden kınanamaz. Mülkiyet kutsal ve dokunulmazdır… Bunlar bildirgenin söylediklerinin özetidir. Demokrasiye giriş mahiyetindedir.

Bildiri kâğıt üzerinde kalmadı, 1791′de kabul edilen Fransız Anayasası'na önsöz olarak eklendi. İnsan, böylece, cumhuriyet ile birlikte kayda geçirilmişti. Demek ki hakları olan insan ile cumhuriyet arasında da kopmaz bir bağ var. Devrimin yıktığı monarşi ise kurduğu laik cumhuriyettir. Yurttaşlık ve tabii yurttaşın insan olarak hakları bu yıkılışın ve kuruluşun getirisidir. Karşıdevrimde, cumhuriyetsizlikte ve laiksizlikte, insan hakkı bulamazsınız. Demokrasi ise bu durumda imkânsızdır. Bunlar yıkılırken insan da dizlerini üzerine çöker, özgürlüğünü kaybeder, insanlıktan çıkar; tebaaya, kula, ümmete dönüşür. Yönetilenle, biat edenle, kulla demokrasi imkansızdır. 

***

Biliyoruz, insan hakları da geçen yüzyılın ikinci yarısında bir soğuk savaş silahına dönüştürüldü. Dediklerine göre sosyalist-komünist ülkelerde insanların hakları yoktu ve hak sadece Batılı kapitalist düzenlerde imkân dahilindeydi. Demokrasinin piyasa toplumunun getirisi olduğu kuyruklu yalanı da aynı dönemde uyduruldu. Vahşi bir sömürü ve dolandırıcılık düzeni böylece demokrasinin temeli yapıldı. 

Oysa o toplumda insanlar açlık tehdidiyle çalışmaya zorlanıyordu. Kapitalistler kölelikten kurtulmuş ayaktakımını açlıkla terbiye ediyordu. Piyasa toplumu teorisyeni Thomas Robert Malthus yeni toplumun mantığını şöyle özetliyordu. “Açlık en vahşi hayvanları bile ehlileştirir, en sapıklara bile itaati ve boyun eğmeyi öğretir.” Halksız ve insansız bir demokrasi denemesidir.

***

Uzun karşıdevrimin içindeyiz. Demokrasiye, insan haklarına, hatta parlamentoya ihtiyaçları kalmadı. Bunları var eden devrimleri yıktılar veya içlerini boşalttılar. Halkı soyup mülksüzleştirdiler, cumhuriyetten ve laiklikten kalan ne varsa kaldırıp bir kenara attılar. Saf sınıflar halinde karşı karşıyayız artık.

Burada demokrasi bulamazsınız. Karşıdevrimle demokrasi yan yana durmaz. Bunun için halk ve sınıf yeniden ayağa kalkmalı, yönetime el koymalıdır. Bizi mülkiyetten, inançtan, çalışma zorunluluğundan, açlık tehdidinden, piyasadan kurtaracak yeni bir yönetim biçimine ihtiyacımız var. 

***

“Laiklik aşırı, cumhuriyet hatalıydı…” Böyle başladılar. Bütün kötülüklerin işaret fişeği 1924’te atılmıştı, böyle devam ettiler. Türk İslam Sentezi ile Kürt İslam Sentezini birleştiren karşıdevrimci konsensüstür.  

İki başarısızlığın dışa vurumu bu. Cumhuriyet Türklük üzerine bir düzen kuramamış, onu İslam’la tahkim etmeye girişmişti. Kürtlük de tek başına olmayacağını görmüş, tarikat desteğine ihtiyaç duymuştur. “Millet” Ortadoğu’da “kuruluş” için yeterli bir malzeme değildir, onu dinle tahkim etmek gerekir. Ancak ne var ki sentezin içindeki din her defasında millete galebe çalar, ümmet milliyeti siler. Tek başına "Türklük" yetmemişti, tek başına "Kürtlük" de yetmemiştir, sonucunu böyle özetleyebiliriz. Türk İslam Sentezi, Kürt İslam Sentezinin geleceğidir.

Uzun karşıdevrimin içindeyiz. O şartlarda birleştiler veya barıştılar. İçinde dinle tahkim edilmiş milli sentezler var, Neo Osmanlıcı fetihçilik var, başka halklarla savaşma niyeti var. Bundan bir demokrasi çıkacağını iddia ediyorlar üstelik. İki sentez yan yana gelince demokrasi gelecek ve ülke birikmiş tüm sorunlarını çözecek, dedikleri bu. 

***

Başın ensenden kesik gibi düşük,
kolların iki yanında upuzun,
büyük hürriyetinle dolaşıp durursun,
işsiz kalmak hürriyetiyle hürsün!

En yakın insanınmış gibi verirsin memleketini, günün birinde, mesela,
Amerika'ya ciro ederler onu seni de büyük hürriyetinle beraber,
hava üssü olmak hürriyetiyle hürsün!

Hürriyettir ama içi boşaltılmıştır ve haliyle bu bir hazin hürriyettir. İçi boşaltılmış barışta da ancak bir hüzün bulabiliriz. Meclis kapatılınca, anayasa rafa kaldırılınca, seçim imkânsız kılınınca, halka sopa çıkarılınca, cumhuriyet tepelenince barış da arızi bir iştir. Hazindir, kalıcı olacağını, yaşayacağını varsayamayız. 

Ulus belli sınırlar içinde yaşayan soya, halk o sınırlar içindeki ortak yaşama yaslanır. Çıkış noktamız halktır. Halkın, hep birlikte, yönetime el koymasına, halk demokrasisine, ihtiyacımız var. Artık bu şenlikli bir hürriyetin ve şenlikli bir barışın olmazsa olmazıdır.