Yurtseverliğin Kıvırtmacası

‘Üst düzey diyaloglar’da yeni moda bu: soruya (daha doğrusu soruna) dolambaçlı yanıt. Yani aslıyla değil, ‘astarıyla’ yanıt!

Sözgelimi, adama ‘yurtseverlik konusu’ soruluyor, onun yanıtı şöyle: ‘Milliyetçi değilim!’

Tamam, ‘milliyetçi’ olma da, sana sorulan bu değil. Yurt ve sevmek kavramlarından oluşan ‘yurtseverlik’in ne olduğunu bilmemesi mümkün mü? Solculuğa ‘Marksizm hümanizm değildir!’ diye başlamış sonra ‘Cephe’ci olmuş sonra ‘Althusser’ci sonra ‘Sol Birlik’çi, ‘Birikim’ci, ‘Sivil Toplumcu’... Bu yollarda ‘marksist hoca’lıkla üne ulaşmış. Hatta una bulaşıp yemek tarifi bile yapmış! ‘Soros soslu sol’ danışmanlığı bir diğer uzmanlığı.

Bugün, liberallikte karar kılan ‘modern solcu aydın'larımızın, ‘kariyer öyküleri’ üç aşağı beş yukarı aynı olsa da, bunun ‘ağır hoca’ olarak ayrı bir özelliği var. Kültürden siyasete, toplumun düşünce dünyasında her zaman söz sahibidir. Komünist partisi kurma sorununda da, roman yorumunda da ‘otorite’ sayılır! Bilmemesi mümkün mü?

‘Yurtseverlik’ soruluyor, o, ‘Daha önce de bunu defalarca açıkladım, ben milliyetçi değilim!’ diyor. Yandaş medyanın tutkusu bu: dünyayı, ülkeyi ve özellikle de solun sorunlarını ilgilendiren konularda liberallerle bol bol söyleşi yapılıyor. Böylesi söyleşi starlarından biri de Murat Belge. Bu kez de Star Gazetesi’nde yapılan söyleşide, ‘milliyetçi olmadığı’ görüşünü tekrarlama fırsatı buluyor. Tamam, itirazımız yok. Ama, merakım ‘yurtseverlik’ hakkındaki düşüncesi. Kendisiyle konuşmak için görevlendirilmiş muhabir, biraz da üsteleyerek, soruyu ‘Türkiye sevgisi taşımadığınız yönünde düşünceler var!’ türünden soruyor. Hoca’nın aklına birden, ne rastlantıysa, ‘hünkârbeğendi’ geliyor! ‘Burayı sevmesem, çeker giderim!’ diyor ve ekliyor: ‘Mesela hünkârbeğendinin ne olması gerektiğini bilirim!’ Buna kim ne söyleyebilir?

Sorun ‘hünkârbeğendi’nin ‘Hünkâr’ında, yani ‘Cumhuriyetin örtülü inkârı’nda düğümlü! Bilgisi ve beğenisindeki gizil güç, sözlük anlamıyla da örtüşük: ‘Osmanlı döneminde yalnızca padişahlar için kullanılan hükümdarlık’. Hoca’nın ‘yeni çizgisi’ bu.

‘Hocam, yurtseverlik, insanın yurduna duyduğu sevgiyi anlattığına göre, şu ırk bu ırk, şu inanç bu inanç, şu kültür bu kültür diye bakmanın üstünde ve derinliğinde bir anlam içermiyor mu? Bu anlamıyla da yurtseverlik ırka odaklı değil, toprağa ve her ırk, her inanç, her kültürden o coğrafyanın halkına odaklı bir kavram değil mi?’ diye sormak, koca profesörü ‘aptal’ yerine koymak olmaz mı? ‘Yurtseverlik’le ‘ırkseverlik’i birbirine karıştıracak değil ya! Aptallık olmadığına göre kalıyor bir şık: kıvırtmaca! Açıkçası, bilinçli. Bu noktadan sonra, Hoca’ya, o yurdu düşmanına karşı savunma işini, özgürlük düşünü nasıl soracağız? O yurt kimin yuvası, tutanı kim, satanı kim yoksulu kim, hırsızı kim öksüzü kim arsızı kim diye sorabilir miyiz? Sorsak da Hoca, ‘Ben milliyetçi değilim, ama hünkârbeğendiyi beğenirim!’ diyecek. Ben de milliyetçi değilim ve hünkârbeğendiyi beğenirim! Şimdi ne olacak?

Evet, ‘üst düzey diyaloglar’da yeni ‘moda’nın bir yansıması bu. Bir diğeri, sahaya girerken ‘haç çıkarmak’! Sözgelimi Oya Baydar’ın yaptığı gibi. E. Aysever’in programında gördüm. Maşallah, Taraf’a bir girip çıktı, pir girip çıktı! Girdisinin çıktısının öyküsünü medyada anlata anlata bitiremedi! Bu vesileyle cümlemiz, bir de onun ağzından ‘yeni sol’un ne olduğunu dinledik. Aysever, Türkân Saylan’a yapılanları onaylayıp onaylamadığını sordu. O, sahaya girmeden, ilkin haç çıkarıyor: ‘Kendisiyle ideolojik, düşünsel hiçbir birlikteliğim olmasa da’ türünden ‘dua’ gibi sözler geveleyerek! Sözde, Türkân Saylan’a yapılanlara karşı ya! Son birkaç yılda Tayyip’e bu kadarcık muhaliflik geliştirmiş! İnanmayan, O. Baydar’ın Tayyip’e ve AKP'ye ilişkin beslediği umut için, geriye dönüp, sözgelimi Derya Sazak’la yaptığı “Aşkta, işte, halklarda gideni tutmayacaksın!” dediği söyleşiye (Milliyet 18 Nisan 2005) bakabilir. (Gerçi, biten aşk nedeniyle çıkarıp atılan ‘halka’ ile, BOPçu- BATIcı liberallerin halk kavramına taktıkları, ‘Made in Soros’ cilalı ‘halka’ koşutlamasının parıltısı daha cazip ise de) biz buna takılmadan, Oya Hanım’ın T. Saylan takıntısına bakalım: Türkan Saylan’la, hiçbir ideolojik ve düşünsel yakınlığı yokmuş! Hani, ben mi yanlış duydum diye, sağa sola sordum. Gerçekten öyle söylemiş. Hafız ağzı olana hafızaya ne gerek? Ezberinden konuşur. Sözgelimi: T. Saylan hümanist! Bu hanfendinin hümanizmle düşünsel, ideolojik hiçbir birlikteliği yok. Çağdaşlık, bilime inanç, softalığa karşılık, eğitim gönüllülüğü, cumhuriyetin kazanımlarını savunmak, demokrasi tutkusu, laisizm, dürüstlük, özveri....Türkan Saylan’ın düşünsel, ideolojik yapısı öncelikle bunlar değil mi? Baydar’ın yapısında bunlara yer yokmuş! Hani, hümanizm, yurtseverlik, eğitim aşkı, bilime saygı gibi düşünce ve ideolojiler bir başlarına marksizmi içermez de, demek ki, Oya Hanım’ın ‘marksizm’i de bunları içermiyormuş! İlkin T. Saylan’la düşünsel, ideolojik hiçbir birlikteliği olmadığının altını çiziyor, sonra ‘evine baskını onaylamadığını’ söylüyor. Sahaya haç çıkarıp girmek başka nedir? Bu da Oya Hanım’ın, eski sekterliklerini aştığı, solculuğun ‘çağdaş ve aydın tanımı’na ulaştığı, ‘piyasada’ demokrasi meleği olarak dolaştığı dönemi! ‘Her halde sekterlik, iyileşme çaresi olmayan genetik bir durum’ diye söylenecek denli dilim yamuldu açıkçası!

Üst düzey diyaloglardaki bir diğer moda, ‘soru paketçiliği’! O da ne demeyin! Adı üstünde soruları ambalaj (yani sarma malzemesi) olarak kullanacaksınız. Açma malzemesi olarak değil. Almayı hedeflediğiniz cevaba soru saracaksınız! Sözgelimi sorunuza, ‘Bir burjuva ideolojisi olan ve sonuçta dini inançları yasaklama hesabı güden Kemalizm ve laisizm’ diye başlayacaksınız. Ya da, ‘Artık çağımızda geçerliliğini yitirmiş olan komünizm ve tehlike arz etmeyen emperyalizm’ diye, ya da, ‘Demokrasimizin selameti için acilen geliştirilmesi gereken AB ile ilişkilerimize baktığımızda’ diye başlayacaksınız. Yandaş medya muhabirleri böyle başlıyorlar sorularına. İnsan, böyle bir ‘gasteye’ bir giriş çıkış yapsa, hani nasıl popüler ve de zengin olur? Hele ki, bir de Zaman’e aydını olmayı tutku haline getireni düşünün!

Bir diğer moda, ‘öküz altında buzağı arama’ yaklaşımı! Sözgelimi, bir konuda konuşmaya, ‘Günümüz Türk Edebiyatı’ diye başladıysanız ve salonda ‘öküz altında buzağı arama’ modasının takipçisi biri varsa yandınız! Konuyu değil ‘Neden Türkiye demedin’i konuşmak zorundasınız. Hele, konuşmasına, ‘Ordu içindeki laisizm yandaşı yurtsever subaylar’ diye başlayanın, yanıp kül olmaktan kurtulmaya şansı hiç yok! Türban mahallesinde mini etekle dolaşmak gibi bir şey. Hatta, 1938 de Nâzım okudu diye onca yıla mahkûm olmuş teğmenleri, 950 de Kore Savaşı’na karşı çıktı diye tutuklananları, 12 Mart 12 Eylül’de Nato ve ABD karşıtı diye bıçkılanmış subayları Ergenekon’a ekleyip lanetleyeceksin! Yeni moda bu: külliyen inkâr, saldırı. Yurt, yurseverlik, laisizm, çağdaşlaşma, antiemperyalist ruh, emekçi halkın kurtuluşu gibi kavramlar bu modanın ‘giysi’lerinden değil. Yeni moda örtünmek! İşçi sınıfı, yoksul köylülük, sömürü, emperyalizm, direniş, devrim! Onlar da ne? Arkeolog muyuz?

Başka modalar da var, ama, saymak hem baş ağrıtır, hem ederinden fazla ciddiye almak olur.

Sonuçta bu bir moda, yani ‘markaları bilme ve yeni çıkanı takip etme’ işi. Kalite mühim değil.

‘Sol’ sıvalı liberallik, nasıl kaliteli olsun ki? Marka etiketli sahte mal. Sürümü buna ayarlı: ‘ucuzluğa’! Yemliği bu: erketelik. Çıkarı bundan. Sansasyonu bununla. En doğrusu: bunları hiç ciddiye almamak. Belli ki halkın önüne, ‘natür’ pusu hesabıyla, muz kabuğu türünden, bu kez de bunu attılar. Kaymadan basıp geçmek gerekir. Ökçemize bulaşsa da. Çözüm burada.