Sanat Tohumunun Toprağı

Sorunun yanıtı basit: Sanat tohumunun toprağı zamandır. Tohumun yeşereni, kök tutanı can bulur, yaşar, meyveye durur tutmayanı kurur. Bu da, hayat taşıyıp taşımadığıyla ilgilidir.

Sanatçılar hayat inşasının ve savunmasının ustalarıdır. Bütün iyi sanatçılar, yorumlarıyla hayatı derinden şekillendiren ustalardır. Yaratılan her değer, savunmasını da içerir. Bu bilim için de böyledir. Sanatçı için ‘ruhun mimarı’ sözünde bu anlam gizlidir.

Yaşıyor olmamız hayatın can olarak bizdeki ifadesidir. Sadece insanın mı canı var? Yaşayan her şey canlıdır. İnsanın diğer canlılardan ayrışması ve evriminde, hayatın yorumlanışı aktif etkendir. Bilim ve sanat bunun kaynağıdır. Birbiriyle kopuk değil, sonuçları farklı olsa da, derinden bağlıdırlar. Düş gücü sözgelimi. Hiçbir büyük bilim adamı yoktur ki, düş gücünden yoksun olsun. Gerçeklik sözgelimi. Hiçbir büyük sanatçı yoktur ki, gerçeklikten can almamış olsun.

Mikalenjelo, “Mermere sıkışmış bir melek gördüm ve onu özgürlüğüne kavuşturana kadar mermeri oydum!” diyor. Olay budur.

Kuşkusuz ki, sanatçılıkta yaratıcı yetenek çok önemli bir unsurdur. Ama, böyle bir yetenekle doğmak, insanların sadece bazılarına özgü değildir. Belli oranlarda her insanda vardır. ‘Deliler ve çocuklar hariç’ demiyorum, çünkü en çok onlarda vardır. Yine sözgelimi: düş gücü. Düş gücünün doğal ırmakları çocuklarda akar. Picasso, “Her çocuk sanatçıdır, önemli olan, büyüdükçe bunu yitirmemek, böyle kalabilmektir!” sözünü bunun için söylemiş olmalı. Can aldığı gerçekliği yeniden yorumlama düş gücü çocuklarda apaçık, kurgusuz, doğal bir özelliktir. Sözcüklere verdikleri can, postmodern anlayış ve deformasyondaki gibi değil, karnında bebeği olan annenin heyecanıyla, yalın yorumlama çabasının ifadesidir.

Her bilimsel bulgu, bir öncekinin eleştirisi üstünde yükselir. Burada eleştiri, aynı zamanda beslenme anlamındadır. Bu, sanatın evriminde de geçerlidir. Bilim ve sanatın evrimi, aklı ve değerleriyle insanı inşa eder. İnsanîleşmede, doğrusu ve iyisiyle bilim ve sanat temeldir.

‘Doğrusu ve iyisi’ dedim. Peki yanlışı ve kötüsünde ne yapacağız? Yanlış ve kötü olanı anlamanın bir ölçüsü var mı? Yani, ‘Kim iyi sanatçı, hangisi iyi sanat?’ sorusunun yanıtı ne? Bu sorunun doğru yanıtını sanatçının kendisi verebilir mi?

Ben şahsen, anasından Cèzanne yada Van Gogh olarak doğmamış ressam, Eluard yada Neruda olarak doğmamış şair görmedim! Yani soruyu sanatçının kendisine sormak emin yol değildir. Üstelik böyle olması, yani, herkesin kendi yavrusu ve kendi yavuklusunu en güzel görmesi doğaldır. Halk değimiyle, ‘Kunduza yavrusu şahin görünür!’

Ünlü sanatçıların yaşamlarından benzerlikler aramak da çare değildir. Yaşarken anlaşılmamış fakat sonradan deha olduğu farkedilmiş bir çok sanatçı sayılabilir. Daha çocukken deha olduğu farkedilmiş sanatçı da gösterilebilir. ‘Anlaşılmadığını’ söyleyenler, yaşarken anlaşılmamış ama sonradan deha olduğu farkedilmiş sanatçıları örnek gösterirler. Tarih, her konumun, iyiye de kötüye de koşutlanabilecek örnekleriyle doludur. ‘Benim dedem günde üç paket sigara içerdi, 98 yaşında üçüncü evliliğini yaptı, 112 yıl yaşadı!’ diye bir örnek de bulabilirsiniz ‘Zavallı kadın, ağzına sigara koymadı ama komşu balkondan gelen sigara dumanı yüzünden gencecik yaşında akciğer kanseri oldu!’ diye de.

‘Çok dürüst olmak, çok akıllı olmak, korkusuz olmak, fedakâr olmak’ da, iyi sanatçılığın tanımları değildir. İyi sanatçılığın tanımı, sanatçının sanatında gizlidir.

İyi sanat ve sanatçıyı, toplumsal devrimin insanlığa dönük kapsamıyla değil de siyasi devrimin iktidar olma ölçülerinin sınırlarıyla tartmak da beyhudeliktir. Şu ulusalcı, bu kemalist, o terörist gibi ölçüler çıkmaz sokak ölçüleridir. Sözgelimi Dağlarca desek ve ‘Yaşadığı çağda, sadece coğrafyasında değil yeryüzünde o büyüklükte kaç şair sayabilirsin?’ diye sorsak, dilini örgüt bıçağı gibi kullanan keskin şahsiyetin yanıtı ne olacak? Hadi gelin toplumsal devrimin insanlığa dönük kapsamına bakalım, dinciliğin, yobazlığın, bilim düşmanlığının, özgürlük karşıtlığının, sekterliğin, ufuksuzluğun onda yeri var mı? Ama, ‘iktidar olma hesapları’nda var. Sanat olarak değil, salata ve safsata olarak. Bu türden fetvacının hükmü müridinde maya tutabilir, ama zamanda, yani hayatta değil.

Zamanın ölçüsü ne? Söyledim: ölçüsü hayat. O da, köşedeki bakkalın terazisi, ya da sokaktaki karpuzcunun bıçağına benzemediği için, hemen koyup tartmamız ya da kesmece yapmamız mümkün olmaz! Sanat ve bilimin işlevini, peynir ya da karpuzun işleviyle ölçenler hariç!

Hani, ‘O kadar da değil, bu işin kültürünü yalamış insan, neyin ne olduğunu bilir!’ ya da ‘Ciddi eleştirmenler var!’ falan denebilir. Ki bana göre, ortalık sanatçıdan çok ‘sanat uzmanı’yla dolu! Kuşkusuz ki benim de ‘iyi ve kötü’ye ilişkin kıstaslarım var. Fakat, çok iyi bulduğum bir ürüne değerli bir sanatçının ‘kötü’ demesine de tanık oldum, tersine de. Yani, düzeyini sığ bulduğum bir ürünün, ciddi bir sanatçı tarafından göklere çıkarıldığını da gördüm. Benim ölçüm ve hakemliğim kendimedir kesin ölçü ve hakemlik ise ‘zaman’ınki.

Zaman, sanat tohumunun toprağı olduğu kadar, değerinin terazisidir. Bir kefesi yıllar öncede, diğer kefesi yıllar sonrada olan. Tezcanlının pek hazetmeyeceği cinsten bir sabır kuyusu. Eh, zaman böyle bir şey. ( Uzun ama, öyle yüzlerce yıl değil! Hatta, kiminin ipliği pazara sivrisinek ömrü gibi kısa zamanda çıkar! Sözgelimi ben ne ‘dehalar’ gördüm, şimdi çoğu bankacı, gasteci, tüccar!) Peki sonucu? Yani sanat diye sunulan ‘salata’ ve bilim diye sunulan ‘safsata’nın sonucu ne? İyiliği var mı, onu bilmiyorum, ama kötülüğünü saysam, yazı yerim yetmez. Ömrüm de yetmez. Yazımın sınırları içinde konunun çevresinde dolanacağım:

Kötü sanatçıyı, kötü cerrah olarak düşünecek olsam, ürpertisini taşıyamam. Fırçası ve kalemi gibi neşteri var ve neşter attığı bütün hastaların öldüğünü düşünün! Hele ki postmodern bir cerrah ve bağırsak borusuna ekzoz takmayı deniyor...hani, sözgelimi!

Kötü çiftçi ürün alır mı? Bakın, onun ölçüsü de zaman. Mevsimler. Kötü pilot, kötü marangoz falan...ya da kötü çoban. Çobanın kötüsünün köye verdiği zarar saymakla biter mi?

Kötü sanatçının bir de popüler ve ayran müşterisi türünden hayran kitlesine sahip olduğunu düşünün ki çoğu da böyle değil mi? Toplu ameliyat yapan postmodern kötü cerrah gibi!

Kötü ve iyiyi kaba kıstaslarında ayrıştırmanın, kötüyü işaret etmenin ölçüleri var da, ince telde akort tutturmak hem zor, hem cesaret işi! Kabak tadı verene, ‘İşte şu arabesk, bu ilkel, o seviyesiz, ruhsuz, taklit!’ falan denir de, ince telde dolanana ölçü bulmak kolay değil.

İnce telde dolanmanın da türleri var. Sözgelimi şöhret ve parayı bir başka alanda kazananın, içinde ukte kalmış sanatçılığa ‘paraşütle inmesi’ gibi politik oynamak ya da apolitik oynamak gibi sanatçı kliklerine yaranmak, güçlü çevrelere yamanmak gibi. Zaman, bu ‘sanatçı türü’ nün de ayracıdır. ‘Çakal’lıkla kazanılmış krallığın çakıldan şatoları, zamanın dalgaları karşısında çatırdar gider!

Zararsız kötü olur mu? Niye olmasın? Zakkum gibi bir zehirli güzellik varken, zararsız kötü şiir, resim, şarkı niye olmasın? Zararsız delinin zararı mı var? Bildiğin ve bulaşmadığın sürece.

‘Masum zararlı’ mı? Ondan çok ne var? İyilik duygusuyla yapılan her yanlışlık biraz böyle değil mi? Sevdiğini sanarken ‘öldürüvermiş’ insan davranışı, en çok da sanatta başıboş dolaşır!

Herkesin sanat yapmaya hakkı var. Becerisine göre dileyen aynaya bakıp resmini çizer, dileyen hayatını yazar. Herkesin hayatı kendine roman! ‘Uzun olması mı önemli değerli olması mı?’ desek, tabiki herkes bir ağızdan ‘değerli olması’ diyecektir. Ayrılık, ‘değerli olanı’ tanımlarken başlar. Saatin tik takları (taktikleri demek daha doğru) çalışmaya başlamıştır. Zaman dediğimiz tartının işi bu! Bir onun ‘bu kalıcı, şu uçucu’ hükmü kesin. Zararsız olan, varsın olsun, zaten hedefim değil.

Zararlıya karşı, şahsen kendi adıma mücadele ederim. Hayvan dostuyum diye, ‘Bağrımıza düşen keneyi de koruyalım!’ diyecek halim yok! Zararlı iş, bir de sanatın ‘büyüsü’yle yapılıyorsa, afyon onun yanında masum kalır! Kir, pas, hatta kusmuk ve hatta Arabistan’ın koli basilli zemzemi bile masum kalır! Taşlayacak şeyi alkışlayacak değilim. Bilim diye sunulan safsata ve sanat diye yapılan salataya (yani bu konularda zararlıya) örnek arayana da, ancak, ‘Güldürme beni!’ diyebilirim! En azından tv lere bakarken, gazeteleri okurken sayı saymayı bilmediğini düşünerek.

Hiçbir bilimsel bulgu yok olmaz. Bulunmuştur ve derinleşmesini sürdürecektir. Yok olan, ipliği pazara çıkacak olan, unutulacak olan sadece safsatadır. Bu yorum, yaratıcı sanat emeği için de geçerlidir. Siz bilmeseniz de, yüzlerce yıl öncesinin seçkin ürünleri, doğru bulguları bu günkü yapınızın temelidirler. Neden olmasın, bu temeldeki sanat ve bilim ölümsüzdür. Dumandan olansa zaten zamanın rüzgârında dağılmıştır. Dumandan olanı, medya imiş, reklâm imiş, para imiş, rütbe imiş, ne ki, tarikat şeyhinin ağlaya ağlaya okuyup üflemesi dahil hiçbir güç kalıcı kılamaz. Yaşamanın, yaşamda kalmanın, kalıcı olmanın tek kıstası, yaşam gerçekliğiyle canlı kanbağıdır.

Yunus Emre, tv ekranlarında şovlara çıktığı için mi unutulmaz oldu? Ya da, yıllarca tv şovlarında her gece milyonlara şiirlerini okurken birkaç haftalığına ortalıkta görünmemiş şairleri ve şiirlerini anımsayanınız var mı?

Evet evet, bu işin tek ölçüsü zaman!

Zaman mı? Galeano’nun söylediği gibi: “Zaman sadece onu yorumlayanlar için vardır!”