Kül Yağıyor Üstümüze İnceden

"Böyle giderse bunlar Sivaslıyı on misli ile İstanbul'da karşılarında görecekler!" Sivas'taki 'cehennem yangını'nı izleyen günlerde (6.7.93), Milli Gazete'deki yazısında S.Albayrak bu 'tehdit'le sunuyordu sevincini!.. "Selam Size" başlıklı imzasız yazıyla 'Taraf' adlı dergi ise, "Geçen ay çok bereketli geçti.70 yıllık cumhuriyet tarihinin en büyük direnişlerinden biri, 2 Temmuz'da Sivas'da yaşandı...İnsanlarımız yargılama ve cezalandırma hakkını kullanmıştır.Bu hak müslümanlarındır.Lamı cimi yok!" diye sunuyordu aynı 'sevinci'. Türkiye adlı gazetede A.Songar, Pir Sultan'ı "İnatçı bir Osmanlı ve Türk düşmanı ve işi gücü Anadolu halkını tahrik etmek olan" diye niteleyip, "Böyle bir kişiyi mutasavvıf şair, halk ozanı gibi gösterip adına şenlikler düzenliyorsunuz, sonra da her yanı ile ne olduğu belli Aziz Nesin'i getirip orada konuşturuyorsunuz!" diyordu. 'Hak ettiğinizi buldunuz!' imâsıyla.

Sevincin acımasızı olur mu? Oluyor işte..

Aynı olay, yani bu 'cehennem yangını' üstüne 'fetva'nın en acımasızı, eski solcu şair İsmet Özel'inkiydi. Milli Gazete'deki "Sivas Semalarında Sırp Teyyareleri Uçacak mı?" başlıklı yazısında, "Aklıma takılan şu: Aziz Nesin gibilerin kendilerini güvenlikte hissetmeleri için, Sırp (veya Grek, Ermeni, Rus veya Amerikan) uçaklarını Sivas semalarında görmeleri mi gerekiyor? Giderek olayların Türkiye'de yaşayan insanları şöyle bir tercih karşısında bırakmaları ihtimali kuvvet kazanıyor: Ya müslüman Türkiye, veya hiç!" diyordu.

En acımasızıydı. Çünkü, zalimce yakılan insanların şairler, seçkin sanatçılar olmaları bir yana, İsmet Özel, 'cehennem yangını'nda yakılan bu insanların çoğunu en azından, yakinen tanımış, bir dönem onlarla düşünce-gönül birliği içinde olmuş bir kişiydi.

İ.Özel, 'Şiir Dersleri'nde şairi 'zalime karşı mazlumun yanında olması' diye tanımlasa da, adını koymadın mı, 'zalim kim mazlum kim' sorusu, hayat içinde farklı anlam yükleniyor işte! Yani 'salt tanım' yetmiyor demek ki..Yazısısı bunu tanmamlıyordu, yani 'zalim ve mazlumun kimliği' hakkındaki düşüncesini.

Koray Kaya'ydı en gencinin adı. Daha 12 yaşında. En büyük düşü saz çalmak, ozan olmak. Hasret Gültekin'e hayran. Bir de Sait Metin'e. Sait gencecik, ama saz dile geliyor kucağında. Hasret de gencecik. Fidan yaşlarında. Daha 24ündeler. Koray'ın doğum günü 1 Mayıs. Rastlantıya bak: Hasret'inki de öyle. 2 Temmuz günü Sivas'da aynı oteldeler. Koray'ın babası, 'Oğlum, gördün işte hepsini, Hasret abini de, Sait abini de, biz evde kalıyoruz, artık eve gel!" diye çağırsa da, Koray aynı otelde kalmak istiyor kahramanlarıyla. Menekşe de orada kalmak istiyor.Menekşe Kaya. Koray'ın ablası. Semah grubunun üyesi. O gece o da kardeşiyle kalıyor aynı otelde. Nesimi Çimen, Muhlis Akarsu, Asım Bezirci, Metin Altıok, Behçet Aysan.....hayranı oldukları insanlarla. Nicedir düşlerinde süsledikleri bir gece.

Yangın başladığında, Hasret, "Koray sen çık git, babanın yanına git, çocuksun, sana bir şey yapmazlar!" diyor. Koray bırakmıyor Hasret'i. 'Aynı gün doğduk ya, tam 1 Mayıs günü, ölürsek de aynı gün ölelim!' dercesine bakıyor Hasret'e. Tutmuş elini, bırakmıyor.

Hasret, şakacı, haylaz kardeşim gibi yakın. Muzip, acar, zeki. En önemlisi, inanılmaz bir yetenek kuyusu..Nice gecelerde çalmış, söylemişiz birlikte. Sürekli şiir istiyor benden türkü yapmak için. Ona, 'Nar Çocuk'u daha okurken başlamıştı incecikten incecikten türküsünü söylemeye. O dönem, yirmisinde bile değildi. Dolaşıp duruyorduk yabanellerde, geceden geceye..

"Nar çocuk
Acar çocuk
Dal olur
Açar çocuk

Dişleri
Erik erik
Isırır
Uçar çocuk

Bakışı
Yavru geyik
Yüzünde
Saçar çocuk

Ay doğar
Kumrulanır
Uykuda
Naçar çocuk

Gün olur
Çiğdemlenir
Dağlara
Kaçar çocuk"

Hasret ne güzel döşemişti bu şiirimi türküye. Son bestesi oldu. 'Türküler Yalan Söylemez' kasetinde izi kaldı. Külden ve gülden izi.Aynı diziden şiir türkü düşlerimiz vardı, kül oldu, incecikten incecikten yağdı üstümüze. İçimizi gülümüzün dikeni sardı.

Koray, ablası Menekşe, kahramanları Sait, Metin, Behçet, Nesimi Çimen...her biri bir esinti. Külden ve gülden..

Kül oldular ama, sesleri, yüzleri, düşleri içimizde..acının yuvasında yine halk için, ışık için, sevda için, masum için, mahzun için, mazlum için cıvıldar. Günden güne, gülden güle, yana yana, kana kana..

'Mazlum' dedim de, 'Cehennem yangını'ndan yıllar sonra, Mazlum Çimen'le kalktık İskenderun'a gittik. Irak'taki vahşetin İskenderun ayağını zalimlere kapatma eylemi için. Ben şiir okuyacaktım, o saz çalıp türkü söyleyecekti. Sahnede Mazlum'a bakarken aklıma babası geldi. Sivas'tan Anadolu'ya kül yağdıran 'cehennem yangını'! Konuşmama,"Bir yanımız kül, bir yanımız gül, kalktık geldik Mazlum'la!" diye başladım.. Mazlum, babasının küllerinde gürze dönmüş acısıyla 'gümbür gümbür gümbürdedi!'.

Hani 'sevda acısı' dedikleri içe çekilir de, halkın acısı, böyle gümbür gümbür gümbürder.

'Lamı cimi yok': Zalimin 'sevinci' küldense, mazlumun acısı yeryüzünden, gökyüzündendir.

Nihat Behram / Temmuz 08