“İstisna”nın Nâzım Hikmet Gibisi

Sınıf mücadelesi, hayatın bir çok alanındaki sonuçlarının toplamıyla gerçek anlamını bulur. Sınıf mücadelesini sadece, ‘proletarya ve halk sınıflarının, burjuvazi ve egemen güçleri alaşağı edip siyasi iktidarın alınması’ olarak, ‘siyasi devrim’in sınırları içinde, yani ‘toplumsal devrim’in bütünlüğünden kopuk tanımlamak dar görüşlülüktür.

Gerçek anlamıyla sınıf mücadelesi, gerek siyasi devrim öncesi, gerekse sonrasında, hayatın sayısız alanındaki yansımalarıyla değerlendirilmelidir. Devrim ve devrimler, bu yansımaların toplamında şekillenir. Bu alanlardan birisi de, kuşkusuz ki sanat alanıdır. Nâzım Hikmet’in dediği gibi: “Sanat alanında sınıf savaşı, sosyalist realizmin taraftarları ile karşıtları arasında yürütülmektedir.”

Nâzım’ın ‘sosyalist realizm’ diye nitelediği, çoğu zaman ‘toplumcu gerçekçilik’ olarak tanımlanan bu anlayışı, daha kapsamlı olduğu düşüncesiyle ben ‘devrimci gerçekçilik’ olarak tanımlıyorum. Sanatıyla sınıf mücadelesinin bir eylemcisi olan devrimci gerçekçi sanatçının, hayatın diğer alanlarında da, sınıf mücadelesinin fırtınalarını yüreğinde taşıması doğaldır.

Sınıf mücadelesinin bir yanı olarak sanatta gelişmeyi, özgünleşme ve özgürleşmeyi, insanileşmeyi, hayatın gelişim dinamizmine hız vermeyi, toplumda derinleşmeyi...arzulayanlar gibi teslimiyeti, uzlaşmayı, kaçmayı, güdümü, güdülmeyi, bireyciliği, yüzeyde dolaşmayı...temsil eden anlayışlar da, öteden beri olagelmiştir.

Sanatçı, günlük yaşantısında ne derse desin, ürünüyle kaçınılmaz olarak bir ‘yan’ın temsilcisidir. Bir ‘yan’ı temsil eden, temsil ettiği ‘yan’ın mücadelesini veriyor demektir.

Devrimci gerçekçilik karşıtlarının ‘şarkısı’ hep aynı ‘şarkı’dır! Bilinen o eski şarkı: “Sanat, salt güzelliğin arayıcısıdır. Gerçek sanat, ideolojik kaygı değil, sadece sanat yapmanın kaygısını taşır. Sanatın sanat için olması, toplum ve insan için olmasından önce gelir. Güncel toplumsal sorunlar ve siyasi ideoloji sanatın ölçüleri değildir...vs...”

Esas olarak güftesi bu olan ‘şarkı’, değişik dönemlerde değişik bestelerle söylenegelmiştir. Onların, “toplumsal sorunlarla uğraşmak sanatın değil siyasetin ilgi alanına girer” biçimindeki görüşleri de özü itibariyle siyasi, ideolojik bir görüş ve tutumdur. En az devrimci gerçekçi sanat akımını savunan sanatçıların tutumu kadar siyasi bir tutumdur. İşte sınıf mücadelesi, bir anlamıyla bu kesimler arasında süregelmektedir.

“İki akım arasındaki mücadeleyi, edebiyatta halktan yana olan, hümanizm, ilericilikten yana, emperyalizme karşı, yani barıştan yana olan yazarlar kazanacaktır.” diyor Nâzım Hikmet. Ve bu mücadelede yansızlıktan dem vuranlara da şunu söylüyor: “Devletler arasındaki ilişkilerde yansızlık politikası yararlı ve etkili olabilir, ama yazarlarda olamaz.”

Sanatta, devrimci gerçekçilik akımının gelişip güçlenmesi, genel anlamıyla da sınıf mücadelesinin gelişip güçlenmesine hizmet etmektedir. Nâzım Hikmet gerek sanat ürünleri ve yazılarıyla ve gerekse güncel yaşantısındaki safı ve tutumuyla bu akımın temel taşlarından birisidir. Kültür mirasımız içinde muazzam bir anlamı olmasının, Nâzım’ın bu muazzam anlama sanatıyla ulaşmış olmasının, kuşkusuz ki ideolojisiyle derin bağı vardır. Nâzım’ın komünistliği ve sanatı birbirinden ayrılabilir iki ayrı şey olarak düşünülemez. Bu nedenledir ki, sanatta devrimci gerçekçilik karşıtları, Nâzım Hikmet’i ‘bir kaba sığdırma’ uğraşlarında aciz kalmaktadırlar.

Sözgelimi, devrimci gerçekçilik akımının karşıtlarına göre, siyasetle haşır neşir olan sosyalist sanatçılar, hem sanatı sanat yapan unsurlar açısından, hem güncel davranışlarıyla, kaçınılmaz olarak sekterdirler!

“Peki kim sekterdir, Nâzım Hikmet mi?” diye sorduğumuzda, sözlerini ağızlarında gevelemekten başka çareleri yoktur. Oysa ki, bireyci tutum ve bu tutumda kemikleşmiş davranışlarıyla asıl sekter olan kendileridir. Sekterliğin her biçimine karşı ise, sosyalist sanatçıların mücadele mirasları vardır. “Sanat bahsinde en büyük düşmanımız sekterliktir. Sekterlik nihilistliğin bir çeşididir. Sekter, kendi zevkinden başka her şeyi, bütün görüşleri inkâr eder.” diyor Nâzım Hikmet.

Onlara göre, yani devrimci gerçekçilik karşıtlarına göre, devrimci gerçekçi sanatçıların, sanatı sanat yapan değerlere ilişkin fazla bir kaygıları yoktur! “Peki kim, yani Nâzım Hikmet mi?” diye sorduğumuzda, sözü bir başka dağın ardından dolaştırıyorlar.

Devrimci gerçekçi sanatta ‘bireyin güme gittiğini’ söylüyorlar! Onlara göre, devrimci sanat, ya kanıksanmış bir kahramanlık şarkısıdır ya da zavallılık edebiyatı! “Yani Nâzım Hikmet’i mi kast ediyorsunuz?” diye sorduğumuzda, öksürük krizleri tutmaktadır.

“Ben hem yalnız kendimden bahseden şiirler yazmak istiyorum, hem bir tek insana, hem milyonlara seslenen şiirler. Hem bir tek elmadan, hem sürülen topraktan, hem zindandan dönen insanın ruhundan, hem kitlelerin daha güzel günler için savaşından, hem bir tek insanın sevda kederlerinden bahseden şiirler yazmak istiyorum, hem ölüm korkusundan hem ölümden korkmamaktan bahseden şiirler yazmak istiyorum,” diyor Nâzım Hikmet.

Onlar’ın, yani sosyalist realizm karşıtlarının biraz üstüne gittiğinizde, “Nâzım Hikmet’i kast etmediklerini” söylüyorlar. Fakat, Nâzım Hikmet devrimci anlayışın en güzel çiçeğidir diye üstelediğinizde ise, Nâzım’dan bahisle “bir istisna” diye gevelemekteler!

Devrimci gerçekçi sanat-kültür anlayışının karşıtları, Nâzım’ı yok saymanın kendileri için nasıl bir felaket olduğunun bilincindedir. O’nu düşünce ve yetenek bütünlüğüyle kabullenerek önünde şapka çıkarmaya da ‘kelleri’ görüneceği için halleri yoktur. ‘İstisna’ dipnotuyla gücünü teslim etmeleri bundandır. Yani ‘teslim olmadan kabul’! Bu taktiğin altında ise, burjuva kurnazlığının ‘teslim alma’ hesabı yatar! Halkın değerlerini kendi çıkarları için kullanmada sınır tanımayan emperyalist-kapitalist sistemdeki gerici, dinci hatta faşist unsurlar ‘Nâzım açılımı’ nı bu ‘hesap’tan kopya çekmektedir. Ateist Nâzım’ı dinci safsataya yamamak, Alevi düşmanlığını Pir Sultan’a övgüyle kakalamak, ‘tüyü bitmemiş yetim hakkı’nı tüyü bitmemiş yetim bekçiliği maskesiyle yağmalamanın bir başka versiyonudur!

Nâzım’ın sadece büyük bir yeteneğe değil, aynı zamanda büyük bir güce sahip oluşunda, ömrü boyunca ödünsüz mücadelesini verdiği devrimci ideolojisi temel bir unsurdur. ‘Komünist ama büyük şair’ türü ‘amalı-yamalı’ gevelemelerle tanımlamak Nâzım’a da, şiire de, halka da hakarettir. Ve zaten bütün gerici güçlerin ‘Nâzım hesapları’ O’ndaki teslim alınamaz değerlerin başladığı noktada bozulmaktadır.

Her istisna kural bozmaz değil ya! İstisnanın Nâzım Hikmet gibisi de kural bozan cinstendir!