Aydın Kavramı ve Boşa Edilen Küfür

Çoğu zaman ‘Şu aydınlar’ diye başlayıp, öfkeyle esip gürlüyoruz. Bu öfkeye neden olan işler de, öfkeyi hak etmeyen işler değil. Sözgelimi, adam iktidar yalakalığı yapan bir profesör, ya da tarikat üyesi bir doktor, ya da CIA hesabına çalışan bir tv yorumcusu, gazeteci, faşist bir anlayışın formülatörü provakatör bir yazar. Yani öfkenin ve lanetin her türlüsünü hak eden biri. Bu tamam. İyi de, bu kişinin ‘aydın’ olması nereden geliyor? Yani adamın profesörlük, yazarlık, tv yorumculuğu, bilim adamlığı, sanatçılık gibi bir uğraşı olması, ona ‘aydın’ olma özelliği mi bahşediyor? Karanlık olan bir şeyi ‘aydın’lığın özellikleriyle tanımlamak bir akıl sürçmesi değil mi?

Einstein’ı aydın yapan onun bilimsel buluşları mıydı, Hitler’e kafa tutması mı? Hitler zulmünden canını kurtarmak için gittiği ABD'de, FBI ve CIA tarafından sürekli izlenmesinin nedeni, izafiyet teorisi üstüne çalışmaları mıydı, aydınlık düşünceleri yönündeki politik faaliyetleri mi? FBI’nın onun için tuttuğu raporda, bilimsel çalışmaları değil fakat ‘35 solcu örgüte üye olduğu, 1930 yılında Berlin’de Fikir İşçileri Klübü’nü kurduğu’ kaydı var.

Öyle ya, bugün faşizm birçok bilim adamını, eğitimciyi, yazarı, düşünürü baskılarına hedef alıyor. Bunun nedeni onların kafa emekçileri olmalarından mı, yoksa bu meslekleri yanı sıra bir başka nitelik daha, yani aydın olma gibi bir nitelik taşıyor olmalarından mı? Eğer bu ikincisi nedeniyle diyorsak, bizim ‘şu aydınlar’ diye başlayan esip gürlememiz, boşa giden körük havasıdır.

Bugün hâlâ zihinlerdeki ‘aydın’ kavramının açılımı, klasik anlamıyla ‘okumuş yazmış, düşünce emekçisi insandır. Oysa ki bu aydın kavramının zaman aşımına uğraması üstünden yüz yıl geçti. Özelde işçi sınıfı olmak üzere emekçi halkların ideoloji ve mücadelesiyle bütünleşen (gerek sınıf içinden çıkan -organik-, gerekse sınıfın ideolojisiyle bütünleşen) aydın tipi geçtiğimiz yüzyılın başında ‘aydın’ kavramına yeni bir boyut vermiştir. Lenin bu aydın tipini ‘proletaryanın aydını’ diye nitelemektedir. Lenin’in altını çizdiği kavram çağdaş aydını tanımlar.

Geleneksel aydınlar kümesi (yani bilim adamları, eğitimciler, yazarlar, sanatçılar vb) ile çağdaş aydınlar arasında bir fark bulunmaktadır. Bu ise şudur: çağdaş aydın mesleği dışında bir başka özellik daha taşımaktadır ki, aydın diye nitelenmektedir. Bir başka deyişle: her yazar, doktor, sanatçı ya da eğitimci aydın değildir. Şöyle de diyebiliriz: yazarlık bir meslektir, aydın olmak ise bir insan tipidir. Aydın olma, bir meslekle kendiliğinden örtüşen bir durum değil, ondan ayrı, ondan bağımsız bir etkinliktir. Bundan ki, faşizmin kapı kulluğundan, softalık tezgahçılığına dek her yapıda yazar, profesör vb. bulunmaktadır.

Çağdaş aydın, ilkin çağına ve insanlığa karşı duyduğu sorumlulukla aydınlık düşünce taşıyan kişidir. Fakat bu da yeterli değildir. Çağdaş aydın, tanık olduğu haksızlık karşısında susmanın ve eylemsiz durmanın haksızlıktan daha büyük ahlâksızlık olduğunun bilincindeki kişidir. Bu, aydının sadece düşünmekle yetinmeyen, aynı zamanda onun eylemini veren kişi olduğu anlamına gelir. Çağdaş aydının, risk tartma terazisi yoktur. Vicdanının sesi korku, kişisel hesap gibi ölçüler tanımaz. Sisteme karşı eylemli muhalif tutum, aydın kimliğinin olmazsa olmazıdır.

Aydın olmanın bu çağdaş tanımı, her toplumsal katmandan aydın çıkabileceğinin de ifadesidir. Yani, klasik anlamıyla aydın olma (entellektüellik) hali okumuş yazmış zümreye özgü iken, çağdaş anlamında toplumun her katına özgü bir kişilik hali olarak belirir. Bu şu demektir: profesör, yazar, sanatçı sıfatıyla yandaş medyada kapitalist, emperyalist sisteme yavşaklık yapan kişi aydın değil fakat tarihin oluşumuna düşünce ve eylemleriyle katkı sunan, mazlumun yanında saf tutan, insanın insanca yaşayacağı bir dünya için mücadele eden bir emekçi aydındır.

Gramsci’nin tanımıyla “pratik hayatta yapıcı, örgütleyici, sürekli inandırıcılık”, Sarte’nin değimiyle, “burnunu başkalarının işine sokmak”, Paul Baran’a göre, “bilinmezcilik, gericilik, tutuculuk ve insanlık dışı davaranışlarla mücadele” çağdaş aydının özellikleridir.

Özetle, ister okumuş yazmış, diplomalı kesimden ya da yazarlık sanatçılık gibi alanlardan olsun ister emekçi halktan biri, kişiyi aydın yapan etken, sahip olduğu diplomasi ve mesleği değil, sahip olduğu bilgiyi kullanım biçimi ve toplumsal olaylarda yan tutuşu ve eylemidir.
Tabiki her aydın sosyalist değildir fakat anlaşılır kılmak için söylersek: aydın sıfatı da sosyalist sıfatı gibi herhangi bir meslek sahibi kişinin düşünce ve eylem kişiliğinin tanımıdır. Herhangi bir meslek nasıl ki kendiliğinden sosyalist olmayla örtüşmezse aydın olmakla da örtüşmez. Ya da tersiyle: her meslekten sosyalist insan çıkacağı gibi aydın insan da çıkar.

Gericilik, faşizmin kapı kulluğu, sisteme yağcılık ve yavşaklık, kişisel çıkar hesapçılığı, sahtekârlık, halk düşmanlığı, işbirlikçilik suçlamalarıyla sürüp giden esip gürlemenin ‘aydınlar’ diye bir hedefe yönelik olmasında bir saçmalık yok mudur? Başına ‘liberal, dönek, satılık’ gibi sıfatlar getirince, yani ‘liberal aydın, dönek aydın, satılık aydın’ diye kullanınca bu esip gürleme yerli yerine oturmuş mu oluyor? Bir insan dönmüşse, satılmışsa, sistemin kapı kuluysa, zalimin uşağıysa, işbirlikçiyse neden aydın olsun? Ya da liberalse?

Aydına, özde işçi sınıfı olmak üzere emekçi halkın mücadelesinde eylemle pekişik düşüncesiyle saf tutan insan diye getirilen tanım, aydın kavramına da derinlik ve gerçek anlamını vermiştir. 19. yüzyılın sonlarından 20 yüzyıl sonlarına dek bakılırsa görülecektir ki, bu dönemde, yeryüzünün her kesiminde aydınlar esas olarak anti faşist, anti sömürgeci anti kapitalist, anti emperyalist mücadele içinde, emekçi halkların safında ve yoğun bir biçimde de örgütlüdürler. Aydının bu konumunu sulandırma, revizyona uğratma, aydın kavramını bulandırma ve aydını siyaset üstü kılıp giderek sistemin yedek gücü haline getirme girişimleri, 20. yüzyıl sonlarına doğru dışa vurmuştur. Bunun uluslararası düzeyde bir yaygarayla dışa vurduğu mekan ve zaman ise, hazindir ki 1987 yılında, aralarında Octavio Paz, Vargas Llosa, Juan Goytisolo, Mahmud Derviş gibi dünyaca tanınmış yazarların da olduğu, dünyanın bir çok ülkesinden davetli yazarların katılımıyla İspanya’da toplanan ‘Uluslararası Anti-faşist Aydınlar ve Sanatçılar Kurultayı’dır. Hazindir diyorum, çünkü ormanlarında anti faşistlerin, komünist milislerin, dünyanın dört bir yanından Franko faşizmine karşı dövüşmek için gelen aydınların katledildiği Valencia kentinde, 1937'de toplanan kurultayda Aragon’un, Maksim Gorki’nin, Dimitrov’un, Brecht’in, Nicolas Guillen’in halkların çığlığı olan devrimci sesleri çınlamıştı. Mücadelenin 50. yılı 1987 toplanan kurultayda ise, ana tartışma konusu ‘açık toplumculuk’tu. Çığırtkanlığını, geçmişinde İspanya Komünist Partisi’nin üst düzey yöneticisi olan Jorge Semprun’un yaptığı yazar ve sanatçılar gurubu, kurultaya ‘açık toplum, sivil toplum, küreselcilik, yeni dünya düzeni’ odaklı ABD den hormonlu propaganda hazırlığıyla gelmişlerdi. Çoğu hayatlarının bir döneminde KP yada SP üyesi olmuş bu gurubun sloganı şuydu: “Stalin ve Castro türü diktatörler de Franco ve Hitler gibi (hatta daha sert biçimde) prostesto edilmelidir!” Onlara göre, “Hitler, Franco gibi diktatörlerden kurtulmak Stalin ve Castro’dan kurtulmaktan daha kolay”dı! CIA destekli “Küba’da İnsan Hakları” gibi kuruluşlar kurultay günlerinde yoğun bir faaliyet içindeydi. Bırakın Küba’yı, o dönemde CIA destekli karşı devrim hareketleri nedeniyle sıkıyönetim uygulamak zorunda kalmış Nikaragua’nın protesto edilmesini istiyorlardı. Gorbaçov’a, ‘Gelme öncesinde verdiğin sözlerde dur!’ çağrısı, kurultay başkanlığına sunulan bir başka istekti. Başkanlık divanına, kurultay kararı olarak dünya aydınlarını ‘açık toplumcu’ olmaya çağıran bir bildiri dayatmışlardı. Toplumsal sorunların, düzene karşı ayaklanmalarla, isyanlarla, darbelerle değil sistem içinde çözülmesinden yana liberal siyasetin ölçüleriyle hareket ediyorlardı. Kurultaya davetli olan Gabriel Marquez, kurultayın bu yapısını protesto ederek katılmamış, aynı tarihte Küba’ya destek ziyaretine gitmişti. Kurultaya katılanlar iki gruba ayrılmıştı. Benim ve Ataol’un da davetli olarak katıldığımız kurultayda, zaman zaman İspanyol polisinin sahneye ve salona müdahale edeceği kadar gergin oturumlar oldu. ‘Açık toplum’ taraftarı konuşmacılar, ağız birliği etmişcesine konuşmalarına Hitler ve Stalin diktası diye başlıyorlardı. Stalin, sosyalizm düşmanlığının atış tahtası olarak seçilmişti. Ataol kurultayda yaptığı konuşmada, Stalin odaklı konuşmaların Stalin’i eleştirme niyetli değil sosyalizm düşmanlığı içeren isteklerden kaynaklandığını, aydına düşen bu günkü asıl görevin faşist yönetimlerle mücadele olduğunu’ belirtti. Bizim de içinde olduğumuz özellikle Arap, Filistinli ve değişik ülkelerden devrimci yazarlar gurubu, J.Semprun’un başını çektiği ‘açık toplumcu’ grubun Stalin ve Castro’yu Hitler ve Mussolini ile aynı kefede ‘faşist diktatörler’ olarak niteleme bildirilerini engelledi. Kurultaydan bir süre sonra J.Semprun İspanya Kültür Bakanı oldu. Kurultayın bir diğer çığırtkanı Daniel Cohn-Bendit Avrupa Parlamentosu'nda yükseldi. Araştırılsın, o dönemde ‘açık toplum’ sonra ‘sivil toplum, küreselcilik, yeni dünya düzeni’ siyaseti yapan eski solcu yazar ve sanatçılar, ‘liberal yapının aydınları’ sıfatıyla medyadan yönetim kadrolarına kadar her alanda öne çıkarıldılar. Ödül, para ve ün sahibi kılındılar. Küreselci, liberal, postmodern anlayış özellikle pompalandı. Bu yapıdaki yazar ve sanatçı mantar gibi türedi. Devrimci tutum ‘dinazor’laştırıldı. Aydın kavramının güneş aydınlığı taşıyan devrimci özünün boşaltılıp, prizi kapitalist-emperyalist sistemin şalterine bağlı ampül ışığıyla doldurulması çabası aydın kavramına Lenin’le kazandırılan özün bulanıklaştırılıp gerici sistemlerin parçası kılınma çabası, 1987'deki bu kurultayda uluslararası düzeyde dışa vurmuştur. (Kurultayla ilgili gözlemlerimi merak edenler kurultay günlerinde sıcağı sıcağına yazdığım yazımı ‘Özlemin Dili Olsa’ (s.216) adlı kitabımda bulabilir. Kurultayda Ataol’un yaptığı konuşmayı merak edenler onun kitaplarında bulabilir.)

Aydın kavramının deformasyonla sisteme entegrasyonu, kapitalist-emperyalist sistem açısından büyük önem taşımıştır. Bu operasyonda en önemli fonksiyonu yüklenenler ‘bir dönem solcusu aydınlar’ dır. Bugün ‘sol liberal aydınlar’ diye nitelenen kişiler bunlardır. ‘Sol’ ve ‘aydın’ kavramları, bu kavramlara en büyük ihaneti yapan bu kesimin zimmetinden, gerçek sahibi olan emekçi halka teslim edilmek üzere kurtarılmalıdır.