Vahdettin hain değildi…

Vahdettin hain değildi, çünkü temsil ettiği ve çürümekte, çökmekte olan bir düzeni ayakta tutmak için yol arıyordu. Osmanlı İmparatorluğu şu ya da bu İttihatçı Paşa’nın veya öncesinde Abdülhamit’in politikaları nedeniyle değil, hatta Birinci Dünya Savaşı’nda alınan yenilgi nedeniyle de değil, tarihsel gelişmenin mantığına uygun olarak yolun sonuna gelmişti ve “saray” dışında bir hükmü kalmamıştı.

İhanet göreli bir kavramdır; Vahdettin’in ihanet edecek bir vatanı kalmamıştı. 

Tersi de geçerlidir. Vahdettin’in kurtuluşu için katkı koyacağı bir vatanı da kalmamıştı. 

Dolayısıyla… “Vahdettin Mustafa Kemal’i Anadolu’ya kurtuluş savaşını başlatsın diye yoladı mı yollamadı mı” sorusu etrafında sürmekte olan tartışma tam anlamıyla abesle iştigaldir. Bu tartışma aynı zamanda 1919-1923 arasındaki kavgayı sadece ve sadece emperyalist işgale karşı mücadeleye indirgemektedir -ki bu da Türkiye gericiliğinin kurduğu bir başka tuzaktır. 

Çünkü andığımız tarihlerin öncesine ve sonrasına genişletebileceğimiz dönemde yalnız işgale karşı değil aynı zamanda çağdışı kalmış, ömrünü doldurmuş bir siyasal-toplumsal sistemin aşılması için de bir mücadele veriliyordu. 

Vahdettin’in içten içe Anadolu’daki hareketi desteklediği tezi büyük bir palavradır palavra olmasına ama bir noktadan sonra bu iddia niyet okumaya dönüşmekte, tersini kanıtlamak olanaksızlaşmaktadır. Bütün varlıklarını düşünce fukarası sağa kuvvet vermeye adamış bir kısım tarihçinin eğlencesine dönüşmüştür bu konu.

Varsayalım ki Vahdettin ve çevresi İngilizlerden aman dileyip işgalcileri “Ankara’daki asilere” karşı kışkırtırken aslında vatansever duygularla yanıp tutuşuyordu. Dedim ya, varsayalım ki… Ancak her durumda bir gerçek değişmez: Anadolu’da yükselmekte olan iktidar farklı bir düzeni temsil ettiği oranda Vahdettin’e düşmandı. Vahdettin de o yeni düzene düşmandı. Burada niyet okuması filan yok, tartışılamayacak gerçekler var.

Mustafa Kemal’in bırakın Vahdettin’i, İstanbul’daki hiçbir aktörü Anadolu’daki mücadeleye ortak etmek istemeyişini “kişisel ihtiras”la açıklamak kolaycılıktır; Mustafa Kemal işgale karşı mücadelenin başarıya uzandığının anlaşılmasıyla birlikte sürece sonradan dahil olmak isteyen İstanbul merkezli unsurların bir bölümünü hareketin hedeflerini geriye çekecekleri kaygısıyla dışarıda tutmuş ve onlarla uzlaşmamak için manevra üstüne manevra yapmıştır.

İlk kez olmuyor ki bu… Yeni düzen yeşerirken eski düzen yurt dışından güç alır, beceremeyince oraya sığınır. Paris Komünü’nün yaratıcısı işçileri ezmek için Prusyalı generallerle işbirliği yapan Fransız burjuvazisi değil miydi? Rusya’da Ekim Devrimi’ni boğmak için harekete geçen Beyaz Ordu generallerini kim besledi? O generallerin başında durduğu karşı devrimci kuvvetleri Kızıl Süvariler denize doğru sürdüğünde, örneğin Denikin’in, Wrangel’in çapulcularını toplayan yine İngiliz ve Amerikan donanması olmadı mı?

Denikin, Wrangel ve diğerleri hain değildi, her biri halk düşmanıydı. Temsil ettikleri düzen, savundukları köhne değerler çökerken o düzeni yaşatmak isteyen ülkelerle birlikte davranıyorlardı. Wrangel Kırım’dan kaçıp İstanbul açıklarına İngiliz zırhlısıyla demir attığında 1920’nin sonlarıydı. 200’e yakın gemi taşıdı Rus zenginlerini, onların uşaklarını, karşı devrim maceracılarını İstanbul’a… Kent İngiliz işgali altındaydı ve işgal altındaki kentte padişahımız, halifemiz hükmetmeye devam ediyordu.

İstanbul’da Beyaz Ordu’nun kalıntıları Ankara’da Kızıl Ordu’nun temsilcileri! Eski düzenin başkenti bir başka eski düzenin kaçaklarına ev sahipliği yaparken yeni düzenin başkentinde Sovyet Rusya’nın askerleri, diplomatları ağırlanıyordu. 

Eski düzen yıkıldı, Vahdettin ülkeyi terk etti, yeni düzen Beyaz Ordu’nun Ruslarına İstanbul’u terk edin diyerek süre verdi. Vahdettin’den birkaç yıl sonra Rus karşı devrimcilerin büyük bölümü Avrupa’nın çeşitli ülkelerine, olmadı ABD’ye yollandı.

İhanet göreli bir kavramdır, bir şeyin parçasıysanız ona ihanet edebilirsiniz.

Vahdettin ihanet etmedi, eski düzenin son hükümdarı olarak İngilizlere sığındı.