Patron düşmanlığımız Erdoğan’ın işine mi yarıyor?

Seçim soruları -3 

“Patronlar da Erdoğan’dan rahatsız, sermaye düşmanlığı ile Erdoğan karşıtı cepheyi zayıflatıyorsunuz…”

Evet, arada sırada böyle bir itirazla karşılaşıyoruz. Burada püf nokta, bunu söyleyenlerin lafa “sömürüyü bildiklerini, hatta sömürünün de ötesini, bizim bilmediklerimizi bildiklerini, kendilerinin de solcu olduğunu” belirterek başlamaları. Böylece psikolojik üstünlüğü ele geçireceklerini düşünüyorlar. Sömürü, işsizlik, yoksulluk, adaletsizlik bütün bunların varlığını kabul ediyor, konunun sistem sorunu olduğunu da söylüyorlar. 

Dolayısıyla sizin elinizdeki bütün gerçekleri ele geçiriyor ve sonra onları büyük bir maharetle çöpe atıveriyorlar: “Bugün patronlara karşı çıkarak Erdoğan’ı alt edemezsiniz. Hem işçiler bilinçsiz, yoksullar hâlâ AKP’ye oy veriyor.”

Bütün bunlardan sonra acı acı gülümseyerek “Sizden fazla istiyorum komünizmi ama hayat bana gerçekçi olmayı öğretti” diyerek uzaklaşıyorlar.

Emin olun "patronlara fazla atıp tutmayın” diyenler mevcut düzenin değişmesini istemeyenler. Böyle bir değişimin huzurlarını kaçıracaklarını düşünüyorlar. Zaten Erdoğan’dan hoşlanmamalarının temel nedeni Erdoğan’ın ortalığı karıştırması. Bağırıyor, her şeye karışıyor, eğitimi alt üst ediyor, sağa sola bulaşıyor, dış politikada maceraya atılıyor. Çok kabaca söyleyecek olursak, düzeni olduğu gibi korumak istiyorlar.

Dolayısıyla “ben de bu düzenin değişmesini istiyorum” lafı böylelerinin ağzında hiç samimi değil. Ha belki komünizmin insanlara refah, özgürlük ve gelişkin bir kültürel düzey getireceğini bildiklerinden günün birinde böyle bir düzene geçilme fikri kulaklarına hoş geliyor. Ama günün birinde…

Abdullah Gül’ün siyaset yapma tarzı gibi. “Herkes benim ismim üzerinde anlaşırsa, karşımda aday olmazsa önerinizi kabul edebilirim”. Armut piş, ağzıma düş!

Her ne ise, şimdi sözünü ettiğimiz kesimin samimiyetini sorgulamayı bırakalım ve onların patronlar için söylediklerine yanıt verelim. Tek tek, madde madde, kaçacak yer bırakmadan…

1. Erdoğan’ı ve AKP’yi iktidara uluslararası tekeller getirmiştir. Bu açık destek, yönlendirme, teşvik ve akıl olmadığı takdirde Erdoğan’ın Türkiye siyasetinde hiçbir şansı olamazdı.

2. Erdoğan uluslararası tekeller için Türkiye’de dikensiz gül bahçesi yaratmıştır. Özelleştirmelerle devlete ait önemli ve kârlı kuruluşlar yok pahasına patronlara devredilmiştir; işçi sınıfının hakları elinden alınarak işgücü maliyetleri aşağıya çekilmiştir; yeraltı ve yerüstü zenginliklerinin özel sektör tarafından talan edilmesine olanak sağlanmıştır; teşvikler, fonlar, krediler, vergi politikaları ile halktan büyük tekellere kaynak aktarılmıştır; bu büyük soyguna fren olabilecek bütün denetim mekanizmaları kaldırılmıştır.

3. “Uluslararası tekeller” derken yabancı sermayeyi kastetmiyoruz. Tekellerin dünyasında, emperyalist dünyada yerli ve yabancı kavramları saçmalıktır. Koç mu, Doğuş mu, Sabancı mı, Ülker mi yerlidir? Geçiniz… Büyük patronları yerli ve yabancı diye ayırmak yerli malı haftasında çocuklara Panama muzu yedirmekten farksızdır.

4. Erdoğan’ın sermayeyi ihya edici politikaları kesintisiz sürmüş ve sürmektedir. Bu politikalardan hoşnut olmayan, şikayet eden tek bir patron dahi yoktur. Ayrıca Erdoğan’ın emeği baskılarken insanların inançlarını sömürmesi gerektiğini en iyi patronlar biliyordu ve buna hiç itirazları yoktu. Erdoğan’ı da her şeye rağmen iktidarda tutan işte budur.

5. Peki toplumda küçük bir azınlık olan patronları ihya eden bir siyasetçi nasıl oluyor da yoksulların oyuyla 16 yıl iktidarda kalıyor? Bu sorunun da yanıtı çok açık. Medya ellerinde, yargı-polis ellerinde. Ve yoksulların aklını açması beklenen “sol” (sahte de olsa) ellerinde. Gerçekleri söyleyen ve işçi sınıfını sermayeye karşı örgütlemeye çalışanların üzerinde ise polis baskısı, yargı baskısı, medya tecritini geçtik (çünkü bunlar doğal), düzen solunun yarattığı mahalle baskısı da ekleniyor (ve aslında bu da doğal). 

6. Ne olursa olsun bütün bunlar alt edilecek. Bütün bunları alt etmemiz için patronların Erdoğan’dan neden rahatsız olduğunu da iyi kavramamız gerek. En azından bazılarının… Bu rahatsızlık mutlak değil. Çünkü Erdoğan’ın kendilerine kazandırdığı muazzam avantajlardan, olanaklardan asla vaz geçmek istemiyorlar.

7. Patronlarda Erdoğan’dan rahatsızlığın bir nedeni, iktidarını sürdürebilmek için patronlar dünyasına fazla müdahale etmesi, onun iç dengelerini sarsması, bazen de patronlara şantaj yapmasıdır. Ülkeyi istediği gibi yönetmeye alışmış olan patronlar kendilerine inanılmaz kârlar elde ettiren Erdoğan’ın başka açılardan yüksek maliyetli olduğunu düşünmektedirler. 

8. Patronları kaygılandıran bir neden Erdoğan’ın öngörülemeyen davranışlar içine girmesi, hem iç hem de dış politikada kişisel manevraları nedeniyle belirsizlik yaratmasıdır.

9. Son olarak patronlar Erdoğan’ın toplumda yarattığı öfkenin her zaman kontrol edilemeyebileceğini, düzen için tehlikeli olabileceğini görmüşlerdir. (Haziran Direnişi'nde bu tehlikeyi sermaye sınıfı hissetmiştir.)

10. Görüldüğü gibi patronlar kendilerini güvenceye aldıktan sonra Erdoğansız bir Türkiye’ye hazırlık yapıyorlar. Bu hazırlıkların parçası olarak Türkiye’nin dinci, milliyetçi, sosyal demokrat partileri birbirine yaklaştırıldı, bu blokla Kürt hareketi arasında etkileşim ve dayanışma sağlandı. 

11. Şimdi soru şu: Patronların ihya olmaya devam ettiği bir Türkiye’de özgürlük olur mu, işçilerin en temel hakları güvenceye alınır mı, işsizliğe, hayat pahalılığına çözüm gelir mi? Şimdi bile utanmadan ağlaşan patronlar grevlerin yasaklanmasını istemeyecek, gelir adaletsizliğini azaltacak, işsizliği emekçilere şantaj olarak kullanmaktan vazgeçecek, mahkemelerden şakır şakır çıkan emek düşmanı kararlara kendileri itiraz edecek, “Şeker fabrikaları satılmasın üstüne TÜPRAŞ’ı, Telekom’u, SEKA’yı filan verelim ayıp ettik” diyecek öyle mi?

12. Patronlardan sadece ve sadece kötülük gelir. Kötü insan oldukları için değil. Onların düzeninde kâr hırsı temel güdüdür. Her şeye ama her şeye bu gözle bakarlar. Erdoğan’a dönük öfkeye de!