Milliyetçilere kulak asmayın

Savaş tehlikesi var diyor uzmanlar… 

Tehlike? Savaş günümüzün gerçekliği… Savaşlar sürüyor olanca yıkıcılığıyla. Yeryüzünde onlarca noktada sıcak çatışma yaşanıyor. Bunların bir bölümünde Türkiye taraf.

Tehlike bu çatışmaların daha kapsamlı ve genel bir savaşa dönüşmesinde. Ve evet, böyle bir olasılık var.

Neden?

Neden şu anda savaş açık bir gerçeklik? Neden birçok bölgede insanlar birbirini öldürüyor? Neden daha kapsamlı bir savaş bir olasılık haline geldi? Neden telaffuz edilmesi bile insanı tedirgin eden Üçüncü Dünya Savaşı bir tehdit olarak gündemimizden hiç çıkmıyor?

Bu sorulara yanıt vermek için çok net olmamız gerekiyor.

Emperyalizm çağında savaşların temel nedeni büyük tekeller ve o tekellerin çıkarlarını savunan devletler ya da devlet grupları arası rekabettir. Etnik, mezhepsel ya da başka gerekçelere dayandığı sanılan savaşların arka planında aynı çıkar çatışmaları vardır.

Bugün birkaç istisna ile dünyadaki bütün devletler kendi sömürücü sınıflarının ve bağlantılı oldukları uluslararası tekellerin çıkarlarını savunmaktadır. Bu çıkarlar o ülkelerdeki emekçi halkın çıkarları ile tamamen farklıdır. Patronlar, ülke kaynaklarının kullanımında kendi kâr arayışlarının tek veri olmasını isterler. Her şey özelleşsin, ücretler düşürülsün, devlet kendilerine vergi muafiyeti getirsin, toplumsal ihtiyaçlara daha az bütçe ayırsın…

Ancak burada bitmez. Patronlar için devlet, kendileri için ucuz hammadde, ucuz işgücü, yeni pazar ve yatırım alanları bulmaya yardımcı olan bir yapıdır. Ordular buna hizmet etmelidir.

Bugün ABD başta olmak üzere kendi sınırları dışında asker ve üs bulunduran her devlet bunu kendi patronlarının iştah ve isteğini karşılamak için tercih etmektedir.

Ancak çoğu kez Trump gibi açık sözlü davranmaz ve “Biz Suriye’nin petrolünü seviyoruz” demezler.

Ne derler? Ülke güvenliği derler, ulusal çıkar derler. Hatta bazen demokrasi, insan hakları, evrensel değerler filan… 

Bugün 193 ülke Birleşmiş Milletler’de temsil ediliyor. Bunlar, birkaç istisna ile, emperyalist dünyanın bir parçası ve sömürücü sınıflara hizmet eden iktidarlara sahip. Her biri ekonomik gücü oranında bu sömürücü sınıflar arasında paylaşılma mücadelesine katılıyor. Milliyetçilik bu paylaşım mücadelesini halkların sırtına yıkma hilesidir. Tepede en güçlü emperyalist ülkeler yer alıyor ve bu piramitte aşağıya doğru inildikçe, tepedekilere kaynak aktaran, birçok açıdan etkisiz ve bağımlı siyasi birimlere ulaşılıyor. Ancak hiç kuşkusuz ekonomik ve askeri açıdan en zayıf ülkelerde bile kendi çıkarlarını gözeten sömürücü sınıfların borusu ötmekte.

İşte bu dünyada 193 farklı “güvenlik” tanımı, 193 değişik ulusal çıkar söz konusu. Her ülkenin milliyetçisi kendisini “özel”, “haklı” ya da “haksızlığa uğramış” sanır. Ya da sanmaz ama öyle sunar. Hitler bile Alman halkının mağduriyet duygusunu istismar etti.

Dünyada haklı sermaye sınıfı yoktur. Yoktur çünkü o sınıf kendi çıkarları için toplumun geniş bir kesimini sömürmekte, yoksullaştırmaktadır. Dünyada haklı sermaye sınıfı yoksa, onun üzerine kurulmuş hiçbir dış politika pratiği haklı olamaz. Adalet, hak, hukuk, güvenlik gibi kavramlar patronların elinde tam bir sahtekarlık, halkı aldatma aracıdır. Ezilen halkları dış düşmana işaret ederek kandırmak eski bir yöntemdir. Bunu ABD yönetimi yapmaktadır; ama Alman, Fransız, İngiliz sermayedarlar da yapmaktadır. Dahası, örnek olsun Kıbrıs ve Yunanistan yönetimi de yapmaktadır. Kendilerince “makul” gerekçeler ileri sürüyorlar. Ama asla “makul” olamazlar. Ne hikmetse, her milliyetçi bir ötekinin savunusunu temelsiz ve ikiyüzlü bulmaktadır. Örneğin Türkiye’de Yunan milliyetçiliğinden haklı olarak şikayet edip kendi milliyetçiliğinin temelsizliğini fark etmeyen epey insan mevcut. 

Oysa emperyalizm çağında, tekellerin egemenliğinde haklı milliyetçilik olur mu?

Olmaz.

Ha bir de milliyetçilikten şikayet edip, dünyanın en güçlü emperyalist ülkelerinin himayesinde “özgürlük” ve “demokrasi” arayanlar var ki, onlar için söylenecek şudur: Milliyetçilik kötüdür ama emperyalizmle işbirliği bir insanın üzerine düşecek en ağır lekedir.

Bu anlamda barış savunuculuğunun, savaş karşıtlığının suyu çıkmış durumda.

Savaş karşıtı olacaksan, savaşlara neden olan etmenlere karşı olacaksın. Sömürüye karşı değilsen savaşa karşı mücadele edemezsin. Emperyalizmin, uluslararası tekellerin adını işine gelince anıp, başka türlüsü işine geldiğinde onlarla her tür melanette ortaklık yaparak adil olamazsın. Bir avuç sömürücünün ülkenin her şeyini talan ettiği bir toplumsal düzende “ulusal çıkar”lardan söz ederek halkı aldattığında, emperyalist bir dünya savaşını yakınlaştıran cadı kazanının altına bir odun da sen atmış olursun.

Derim ki, milliyetçilere kulak asmayın. Yurtseverlikle milliyetçilik arasındaki farkı tekrar tekrar inceleyin.