McKinseyler, McHanslar, McKoçlar…

TKP Genel Sekreteri Kemal Okuyan, bugünden itibaren her pazartesi soL'un sorularını yanıtlayacak. Bugünkü röportaj Erdoğan'ın McKinsey çıkışının anlamı üzerine. ​Okuyan'a göre Erdoğan bu süreçte kendisini temize çıkarmak için gerektiğinde bürokratlarla, patronlarla ve hatta devletle kavga eden bir görüntü sergiliyor. McKinsey çıkışını da böyle yorumlamak gerekiyor:

McKinsey konusu çok tartışıldı. Türkiye'nin on yıllardır bu ve benzeri şirketlerden, çeşitli başlıklarda danışmanlık ve hizmet aldığı biliniyor. Bazı muhalefet partileri Yeni Ekonomik Programa eleştirilerini bu konu üzerine kilitlemişti. Bu eleştirilerin sizce bir anlamı var mı?

McKinsey ya da benzeri şirketlere iki açıdan bakmak gerekiyor. Her şeyden önce bunlar da birer şirket. Akıl, bilgi, deneyim, sistem sattıklarını iddia ediyorlar ayrıca lobicilik yapıyorlar ve büyük paralar kazanıyorlar. Ayrıca bu tür anlaşmalara giden yolda, kritik konumdaki bürokratlara dolaylı ya da doğrudan rüşvet vermek de var. Kendi etraflarında bir ekonomi de oluşturuyorlar. Kimilerinin aklı, bilgisi, deneyimi kıt ki, bunları satın almak zorunda kalıyorlar. Oysa, devlet dediğin şey biraz da akıl, deney, bilgi oluşturmak anlamına gelir. 

Ancak bir diğer mesele var ki, bunlar aynı zamanda yön veren, politika oluşturan, karar üreten şirketler. Bir yandan para kazanıyorlar bir yandan da güçlü uluslararası merkezlerin ihtiyaçları doğrultusunda müşterilerine yön veriyorlar. 1926’dan beri faaliyette olan bir şirketten söz ediyoruz. Bu tür danışmanlık kurumları son tahlilde birçok şirkete çöpçatanlık hizmeti sunuyor. Yeni yatırım alanları, müşteriler, ortaklar, kredi kaynakları…

Ciddi bir devletin böyle bir şirketle işi olamaz. Muhalefet partileri buraya kadar haklı. Ama unuttukları bir şey var. Türkiye ekonomisi bunun üzerine kurulu. Piyasa diye yücelttikleri sömürü ekonomisinin motor gücü tam da bu! Patronlar yağmalayacakları, daha fazla kâr edecekleri alanlar arıyorlar, yeni pazarlara yöneliyorlar, çalıştıkları ülkelerde işlerini kolaylaştıracak unsurlar kiralıyorlar, bazı bürokratları satın alıyorlar. Burada aracı bazı şirketlere ihtiyaç duyabilirler elbette. Adı üzerinde serbest piyasa ekonomisi! Buna ses etmeyeceksin, bunu kutsayacaksın, sonra McKinsey’i eleştireceksin. Binlerce McKinsey Türkiye ekonomisine hâkim zaten.

Ancak yabancı bir şirket, üstelik sicili bozuk, daha çok buna itiraz edildi.

“Buna neden itiraz ediyorsunuz” neden diyelim? Bir Amerikan şirketinin Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne “krizden şöyle çıkarsın” diye akıl vermeye kalkması ya da devletin buna başvurması yüz kızartıcı bir suç. Ama ekonomimiz zaten uluslararası tekellere teslim edilmiş durumda. “Ekonomimizin kozmik odasına girilecek” filan dendi; bu şaka olmalı! Türkiye ekonomisi kârdan başka bir şeyle ilgilenmeyen sermaye kuruluşlarının elinde. Ne kozmik odası, ne ulusal sırrı! 

Zaten Erdoğan da, partisinin Kızılcahamam Kampı'nda bütün bakanlara McKinsey üzerinden 'danışmanlık almayacaksınız' dediğini söyledi. Bu açıklamayla düzen muhalefeti boşa düştü. Şimdi hükümet, daha "yerli" ve "milli" mi hareket edecek?

Böyle muhalefete böyle iktidar. Böyle iktidara böyle muhalefet! Zaten burada mükemmel bir uyum var. Sorunların kenarından dolaşıp sembolik değer taşıyan konulara gereğinden fazla önem verildiği sürece Erdoğan’ın eli güçleniyor. “Baktım adam oturuyor bizim kahvede, ‘bir daha görmeyeyim seni buralarda, defol’ diyerek kovdum, sonra bizim haytaları ‘size demedim mi yabancıları sokmayacaksınız’ diye bir güzel payladım.” Durumumuz tam budur. Yabancı tekelleri Türkiye’ye çekmek için taklalar atan bir siyasi iktidardan söz ediyoruz. Ne yerlisi, ne millisi! “Milli” ancak Türkiye’de nüfusun çoğunluğunu oluşturan işçi ve emekçilerin çıkarına politikalar üretirsen olursun. Küçük bir azınlığa hizmet et, sonra çıkıp “milli” ve “yerli” de! Memleketten anladıkları on, on-beş büyük patron; “yerli” diye bunlara diyorlar, halk ise yersiz!

Erdoğan'ın son açıklamalarında Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki ekonomi ve sanayileşme politikalarını olumlaması ve “biz bize yeteriz” ifadesini kullanması ne anlama geliyor?

Küçük bir düzeltme ya da ek ihtiyacı var bu soruya. Erdoğan, Cumhuriyet’in ilk yılları ve de Osmanlı’nın son dönemi dedi. Osmanlı’nın son döneminde ekonomi, savunma ve dış politikada “bağımsız” bir çizgi izlendiği iddiası için söyleyecek bir şey yok. Böyle bir sözü Abdülhamitçilik yapmak için mi söyledi, İttihatçılığı mı keşfetti, Vahdettin’i mi kastetti bilmiyorum. Ancak gerçek değişmiyor. Osmanlı İngiltere, Almanya, Fransa arasındaki çıkar çatışmalarının ortasında bir oraya bir oraya sürüklenerek ve sonunda Büyük Dünya Savaşı’na Alman Genelkurmayı’nın komutasında girerek “bitti”. Osmanlı’nın son yılları ile şu andaki durum bu açıdan benzeşiyor. Türkiye Rusya, Almanya ve ABD arasındaki çıkar çatışmalarının ortasında sağa sola sürükleniyor. Bu sürüklenişe “milli” ve “yerli” deniyor demek ki!

Ancak bilelim ki, düzeni sorgulayan, cepheden, amasız fakatsız, açık bir biçimde sorgulayan bir siyasal çizgi güçlenmedikçe iktidarın bu söylemi alıcı bulacak. Çünkü beri tarafta “McKinsey nereden çıktı, devletin sırları gitti” diye bağırdıktan sonra “batı ile aramızı bozuyorsunuz” diye hükümete çıkışan bir muhalefet türü var. Erdoğan’ın işi kolay, damadı ile bir deneme yaptı, ardından kendini temize çıkardı. Muhalefette “IMF dururken McKinsey neymiş” diyenler varken iktidara McKinsey skandalı bir şey yapmaz.

Geçen hafta “Erdoğan’ın bütün ekonomik kriz sürecinde kendisini farklı bir yere yerleştirerek topu patronlara ve bürokratlara atma riski”nden söz etmiştim. Süreç bir süredir bu söylediğimiz doğrultuda gelişiyor. 

Tüm bu tartışmalar, hükümetin kriz döneminde sermayenin çıkarları için uygulayacağı programa farklı ve kökten bir karşı çıkışın yaygınlaşması ihtiyacını ortaya koymuyor mu? 

Kesinlikle. Şu anda halk açısından temel mesele McKinsey değil. McKinseyler, McHanslar, McKoçlar zaten Türkiye ekonomisini ele geçirmiş, krizi fırsata çevirmek için yollar arıyorlar. Kriz fırsata nasıl çevirilir? Kamudan, toplumdan, halktan sermayeye kaynak aktararak. Şirketler borç yapılandırması kuyruğunda. Bunun bedelini halk ödeyecek. Şirketler işçi çıkarıyor ve çıkardıklarının yerine daha ucuza işçi alıyor. Korkunç bir hayat pahalılığı var. Halk borç yapılandıramaz, başkalarını sömürmez. Onun tek çıkışı örgütlenmek ve hakkını aramak ve bu hak arayışını kimsenin kimseyi sömürmediği bir düzen için mücadeleyle birleştirmek. 

Türkiye Komünist Partisi her yerde bunu anlatıyor, işçileri, emekçileri örgütlüyor, irili-ufaklı hak arama mücadelelerine katılıyor, patronların kriz uyanıklığına karşı önlem alıyor. Bugün vites büyütüyoruz, emekçiler için geniş bir ağ kuruyoruz, kısaca Patronların Ensesindeyiz diyoruz. Ayrıntıları açıklanacak. Bu düzenin McKinseylerine karşı emekçi halkın öz gücüyle hareket ediyoruz. Asıl biz bize yeteriz! Halk bir olunca, hırsızlara, sömürücülere, zalimlere elbette yeteriz.