Laik Türkiye’nin ölümü Resmi Gazete’de yayınlandı

Bir ara Avrupa Birliği’ne uyum yasaları çıkartılıp duruyordu. Türkiye’nin AB’ye tam üyeliğinin söz konusu olmadığını bile bile ülke ekonomisini uluslararası tekellerin mutlak egemenliğine sokuverdiler. AKP iktidarı, olağan koşullarda Türkiye’de ciddi toplumsal tepkiler oluşturacak dönüşümleri “Avrupa Birliği’ne uyum sağlıyoruz, demokratikleşiyoruz” palavrasıyla kolayca gerçekleştirdi. 

Şimdi tarımımıza ne oldu, şeker fabrikaları nereye gitti, tohumumuz İsrail’e kaçtı diye tartışıp duruyoruz. Memleketin en önemli işletmelerinin özelleştirilmesi sırasında da sıkışınca “Avrupa Birliği’ne uyum” diyorlardı.

Avrupa Birliği’ne üye olmayan bir kapitalist Türkiye’nin de savunulur tarafı olmadığını ama Avrupa Birliği’ne üyelik sürecinin halka büyük zararlar vereceğini söyleyen komünistler haklı çıktı ve “ne güzel istediğimiz zaman Paris’e gideceğiz” diye kendi kendini kandıran yoksullarımız evlerinden işe gidecek paranın derdine düşer hale geldi. Patronlara ise yeşil pasaport dağıtılmakta…

Avrupa Birliği’ne uyumun heyecanı kalmadı anlayacağınız. 

Şimdi İslam’a uyumla meşgulüz.

Yine uluslararası standartlar gerekçe gösteriliyor. Geçenlerde Resmi Gazete’de Faizsiz Finans Kuruluşlarının Bağımsız Denetimini Yürüten Denetçiler İçin Etik Kurallar yayınlandı. Kurallar merkezi Bahreyn’de bulunan İslami Mali Kuruluşlar Muhasebe ve Denetleme Kurumu (AAOIFI) standartlarına uyum amacıyla çıkarılmış.

Daha doğrusu, tıpkı AB’ye uyum sürecinde olduğu gibi, siyasi iktidar tepkileri yumuşatmak için uluslararası standartlardan söz etme ihtiyacı hissetmiş. Etik Kuralları hazırlayan ise Kamu Gözetimi, Muhasebe ve Denetim Standartları Kurumu.

Burada detaya gerek yok. Faizsiz Finans Kuruluşları’nın Denetimi tamamen dini esaslara bağlanıyor. Kısa bir örnek, Resmi Gazete’deki kurul kararında “Denetçinin tutum ve davranışları, Fıkhi ilke ve kurallardan kaynaklanan inanç değerleriyle tutarlı olmalıdır.” (…) “Denetçi, mesleki görev ve hizmetlerin yerine getirilmesiyle ilgili her hususun dini meşruiyetini doğrulamaktan sorumludur” denmekte.

Böylece Türkiye Cumhuriyeti’nde çifte hukuka geçişte yeni bir deneme, yeni bir hamle ile karşı karşıya kalıyoruz.

Faizsiz Finans Kuruluşu adlandırmasının nasıl bir aldatmaca olduğu başka bir yazının konusu. Faizli bankacılık sistemini savunamayacağımıza göre, insanların bu tür bir aldatmacanın peşinden gitmesine özel olarak dert etmenin anlamı yok. Şurası da anlaşılır: İnsanlar inançlarından hareketle bazı bakkallardan alış veriş etmeyebilir, bazı markalardan uzak durabilir. Ancak tercih ettiği bakkal ya da market ile uzak durduğu dükkan aynı yasal düzenlemelere tâbi olmak zorundadır.

İşte atılan adımın vahimliği buradadır.

Faizsiz Finans Kuruluşları’nın Denetimi’nin farklı kurallarla yapılması ekonominin başka alanlarına yayılacak bir uygulamaya geçiştir. Ve orada durmayacak, inanç sistemlerine göre hukuk, toplumsal yaşantının her noktasına yerleştirilecektir.

Zaten dini esaslarla yönetilen ülkelerde bu esasların sadece Müslümanlar için geçerli olduğu söylenir. Yani denir ki, “Müslümansan İslami kurallara uyacaksın”! Bunun dışına çıkacaksan, “azınlık hakları” ile yetinmeyi öğreneceksin. Zorlama yok!

Örnek olsun Pakistan Anayasası’nda ısrarla Pakistan’ın Müslümanları ibaresi geçer: “Pakistan’ın Müslümanları’nın İslam’ın kurallarına uyması zorunludur”

Pakistan’da “çift” hukuk sistemi yürürlükte. Ancak hiçbir yasa ve düzenleme İslami kurallara aykırı olamıyor. Bunu denetleyen Şeriat Mahkemesi var.

Türkiye’de buna geçişin adımları atılıyor. Diyanet’in bir dizi tasarrufu bununla ilgili. Denemeler yapıyor, fazla tepki çeken uygulamaları rafa kaldırıyor, sonra bir hamle daha yapıyorlar. 

“Faizsiz bankadan bize ne” diyebilirsiniz, “istediklerini yapsınlar…”

Öyle değil. Kurumların farklı farklı hukuksal dayanaklarla işletilmesi, toplumun farklı yasal düzenlemelerle yönetilmesine geçiştir. Bu şekilde yarın, “falanca mahallenin halkı İslami kurallarla yaşamak, buna uygun yasalarla yönetilmek istiyor, kim karışır” da denir. 

Resmi Gazete’de “dinsel meşruluk” ifadesi geçiyor. Kamusal alanda bu tür bir meşruiyet tanımının ne anlama geldiğini bilen biliyor.

Laiklik bitti, yeniden kurulacak diyorduk. Geçmişin kimi hızlı laikleri Erdoğan’ın peşinde dolanmaktan anlamıyor olabilir ama Türkiye’de gericilik asla ve asla hız kesmiş değil.

Dün Fatih Altaylı, bir yurt dışı gezisinde kendisine “sen namaza gelmiyor musun” diye soran Erdoğan’a “ben namazdan pek anlamam” dediğini yazmıştı. Erdoğan’ın yanıtı, “olsun Yiğit Bulut da anlamıyor ama geliyor” olmuş.

Bu işler böyledir; faizsiz finans kuruluşuyla başlanır, sonra… Öyle olsa da olmasa da…