Kılıçdaroğlu ile Muharrem İnce arasındaki fark

Muharrem İnce kimseye haber vermeden Erdoğan ile görüşmek için Saray’a gider mi? Siyasetin mantığı açısından bu son derece anlamsız olurdu; Muharrem İnce de “gitmedim” diyor, tersini iddiayı ortaya atanlar kanıtlamak durumunda. Kanıtlanmıyorsa ya giderek daha da pespayeleşen düzen siyasetinde yeni bir tezgahla ya da kontrolden çıkmış bir üfürmeyle, bir dedikoduyla karşı karşıyayız. 

Kim ne dedi, ne yaptı, iddianın ana kaynağı neresi gibi sorular yanıtını CHP’nin içinde bulacak. Oysa pek kurcalanmayan ama siyaseti genel olarak ilgilendiren tarafı var bu meselenin. 

CHP’li bir siyasetçinin Erdoğan ile görüşmesi neden büyük bir skandal? Bunu gizli kapaklı yapması mı? Evet, düzen siyasetinde bile bir parti üyesinin kendi partisinden ve de kamuoyundan habersiz başka bir partinin lideri ile görüşmesi kabul edilemez. Burası açık. Ancak başka sorular da gündeme gelmeli. Örnek olsun, bu muhayyel görüşmenin Saray’da gerçekleşmesi de “kızgınlık” kaynağı mıdır? Eğer öyleyse Saray’ın kapısını açanın CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu olduğu hatırlanmalıdır. 

Ve bu ortamda şu soruyu dillendirmek hiç de CHP’nin iç işlerine burun sokmak anlamına gelmeyecektir: Kılıçdaroğlu kendi partisinin yetkili organlarına hiç haber vermeden Erdoğan ile bir görüşme yapsaydı bu sorun olacak mıydı?

ERDOĞANCILAR VE CEMAATÇİLER...

Buraya kadar yazdıklarım tuhaf ya da zorlama gelebilir ancak azıcık sabır… Böyle başlamam nedensiz değil.

CHP Türkiye’nin önemli bir partisi. Toplumsal algıda bir yeri var. Görülüyor ki, bu partide bir kesim bir diğer kesimi “FETÖ’cülükle” suçluyor. Buna mukabil, yine CHP içinde bazılarına dönük “Erdoğancı” suçlaması daha sık duyulmaya başlandı. Basında çıkanlar küçük kısmı, bu ülkede CHP’lilerin aynı partide yer aldıkları isimler hakkında çok ağır sıfatlar kullandıklarına tanık olmayan siyasetçi ya da gazeteci bulamazsınız. Filanca ABD projesidir, falanca bizzat Fethullah tarafından “atanmıştır”, bir diğeri faşisttir, ötekisi Saray dalkavuğudur… 

İlginç olan, geçmişte liberal ve ulusalcı olarak nitelenebilecek bu taraflaşmanın bugün karşılıklı olarak FETÖ ve Saray yanlılığı olarak adlandırılmaya başlanmasıdır. 

“Muharrem İnce Erdoğan ile görüştü” iddiasına ilişkin tartışmalar da bu eksende gelişmiştir. Erdoğan’ın “CHP’nin başında sen olmalısın” dediği iddiası da tamamen bu fikri güçlendirmek içindir: CHP’nin mevcut yönetimi Türkiye’nin milli çıkarlarına uyumsuz politikalar içindedir, başka bir seçenek yaratılmalı, CHP’nin başına geçmelidir. Yaratılan algı bu.

Farkı bilen var mı?

Ben bir siyasetçi olarak İnce ile Kılıçdaroğlu’nun farklı ne söylediklerini bilmiyorum. Anlamaya çalıştım, bunu beceremedim. Konunun İnce ya da Kılıçdaroğlu’ndan ibaret olmadığı açık; CHP’deki tarafların nasıl şekillendiğini gerçekten kavrayamıyorum. Sorunun benden kaynaklandığını da düşünmüyorum. 

CHP’de bugünkü taraflaşma, 2012’den itibaren çatırdamaya başlayan AKP koalisyonunun izdüşümü, onun gölgesidir. AKP koalisyonunun dağılmasının köklü görüş ayrılıklarından, birbirine taban tabana zıt programlardan kaynaklandığı bir büyük yalandır; bu yalanın toplumun kafasına sokulmasına hem liberaller hem ulusalcılar büyük yardımda bulunmuş, Erdoğan’ın kavramları ve dili kullanılarak Türkiye siyaseti tarif edilmeye çalışılmıştır.

Evet sorma gereksinimi duyuyorum; Türkiye’de birbirini Erdoğancılıkla ya da FETÖ’cülükle suçlayanlar, nerede siyaset yapıyorlarsa yapsınlar, hangi konularda birbirlerinden farklı düşünüyor? Öyle “milli çıkar” filan arkasına sığınarak ya da “parlamenter sistem” mi “başkanlık sistemi” mi gibi kendi başına fazla bir şey ifade etmeyen karşıtlıklar üzerinden değil.

Efendim, emperyalist projelerle yerli siyaset karşı karşıyaymış! Amerikancı alçak darbe girişimi başarısız oldu lakin Türkiye hâlâ ABD yörüngesinde sağlam bir yer bulmaya çalışıyor. Doğrudan bir proje olarak yola koyulan AKP’nin içinden “yerli” nasıl çıkacak? Hangi ekonomik, hangi toplumsal programla?  

Ama dediğim gibi asıl sorun, Türkiye’nin AKP belirlenimli bir taraflaşmaya doğru ittirilmesidir. Solcusu, sağcısı, liberali, ulusalcısı bu tuhaflığa yardımcı olmuş ve Türkiye toplumu cemaatçilerle reisçiler arasındaki itiş kakışı izlemeye mahkum edilmiştir. 

“Saray” ve “FETÖ” karşıtlığının fetişleştirildiği, daha doğrusu biricik kriter haline geldiği bir siyaset iklimi reddedilmelidir. İnatla, ısrarla toplumsal program, dünya görüşleri öne çıkarılmalı ve tartışılmalıdır. Sağın alternatifi sağ olamaz, karanlığın alternatifi karanlık olamaz, karşı devrimin alternatifi karşı devrim olamaz, AKP’nin alternatifi AKP olamaz.

Olursa böyle olur, Türkiye saçma sapan gündemlere teslim edilir, kabak her zamanki gibi halkın başına patlar.