Kaşıkçı cinayeti 'fazla gerçek'

Kemal Okuyan'la haftalık röportajlarda bu hafta Kaşıkçı cinayetini konuştuk. Okuyan bu cinayetin şüphe uyandıracak şekilde işlendiğini belirterek sürecin kaybedenlerinin Trump ve Suudi yönetimi olduğunun altını çiziyor.

Okuyan'ın soL'un sorularına verdiği yanıtlar şöyle:

Sizce Suudi yetkililer gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın öldürüldüğünü günler sonra neden kabullendi? Açıklama yapmaları neden bu kadar uzun sürdü? Geride bu kadar delil bırakacaklarını bilmiyorlar mıydı?

Önce Kaşıkçı’nın gazeteciliğinden başlayalım. “Onlar gazeteci değil, terörist” lafını bir yerden hatırlıyoruz değil mi? Hatırladığımız için bu lafı pek sevmiyoruz ama öncelikle söylemem gerekiyor ki, Kaşıkçı gazeteci filan değil. Hadi diyelim ki ABD’nin en gerici, en muhafazakar yayın organlarından biri olan Washington Post’ta makale yayınlamak “gazeteci” sayılmak için yeterli; hiç değilse Kaşıkçı’ya insan hakları savaşçısı, özgürlükçü aydın denmesine itiraz edelim. Adam 1980’lerde sosyalizme karşı CIA beslemesi Afgan cihatçıların halkla ilişkiler uzmanı olarak çalışmış, düne kadar Suudi Krallığı’nın en kritik danışmanlarından olmuş, istihbaratçıların gözdesi haline gelmiş… Yazdığı makalelere bakıyorum, Müslüman Kardeşler propagandasından başka bir şey yok. 

Bu öldürülmesini ve büyük olasılık işkence edilerek can vermesini açıklamıyor ya da hafifletmiyor olsa gerek…

Bu gaddarlığın, zalimliğin bir parçasıydı, onu anlatmaya çalışıyorum. Hiç kimse bu şekilde öldürülmemeli, utanç verici, rezillik. Türk yetkililerden yayıldığı iddia edilen bazı ayrıntılar var, Wall Street Journal de yayınladı, operasyona katılanlardan biri, Kaşıkçı’yı doğrarken “bu işi yaparken kulaklık takıp müzik dinlerim” demiş. Doğrudur, yanlıştır bilmem ama şaşırmam; boşuna barbarlık demiyoruz. Ancak unutmayalım, sevgilisiyle el ele tutuştuğu için, araba kullandığı için ya da başka nedenlerle ya da gerçekten suç işlediği için, fark etmez, kırbaçlanan daha fenası zina gerekçesiyle recme mahkum edilip taşlanarak öldürülen kadınların çığlıklarına bütün “uygar” dünya kulaklık takarak kayıtsız kalıyordu. Kaşıkçı böyle bir “dünya”nın insanıydı. Bütün medyamız “vahşet” diyor. Doğradılar, biçtiler hikayeleri ne kadar gerçek bunu bilmiyoruz ve pek inandırıcı gelmiyor. Ama ne olursa olsun şunu sorup isyan etmemiz gerek: Kaşıkçı için zalimlik olan, Suudi zalimliğinin kurbanı olan “sıradan” insanlara müstahak öyle mi!

Sorumuza dönersek, Suudi Arabistan sonuçta Kaşıkçı’nın öldürüldüğünü kabul etti ve son söylediklerine göre niyetleri Kaşıkçı’yı kaçırmaktı ama gelen ekip inisiyatif aldı. Bu öykü inandırıcı mı?

Kaşıkçı olayına müdahil olan hiçbir devletin gerçeği söyleyeceğine inanmamak gerekir. Burada muazzam bir mücadele, çok karmaşık bir pazarlık var. Diğerlerini bir kenara bırakıyorum, Suudi Krallığı, Türkiye ve ABD arasındaki bu mücadeleden gerçeğe hiçbir zaman ulaşamayacağız. Eldeki bulguların ancak çok küçük bir kısmı kamuoyuna ulaşacak, bunlar “büyük diplomasi”ye hizmet edecek. Yine de eldeki verilerden hareketle söylenmesi gerekenler var. Öncelikle şunu belirtmek istiyorum. Kaşıkçı kaybolur kaybolmaz bazıları bunun Türkiye’ye büyük bir meydan okuma olduğunu, Suudilerin İstanbul’da cinayet işleyerek Türkiye’ye ağır bir mesaj verdiğini filan yazdı. Bu değerlendirme hem fantastik hem sığ. Tamam dünyamız barbarların elinde ama bu kadar keskin bir rekabet ortamında, Konsolosluk binasında, karmaşık ilişkileri olan ve en sonunda Türk istihbarat görevlisi olduğu iddia edilen bir kadın ile nişanlanan birini öldürerek meydan okumak bana pek akıllıca gelmiyor. Siyasi bir cinayet için 15 kişilik bir ekibin birlikte yola çıkması… Çok kötü yazılmış bir polisiye… 

Ancak bunlar gerçek… Görüntüler var…

Evet tam da bunu söylüyorum. Fazla gerçek. Daha ikinci günden itibaren Türk yetkililerin elinde ses kayıtları olduğu bilgisi basına servis edildi. Şimdi CIA yetkililerinin de bunları dinlediği söyleniyor. Demek ki İstanbul’da bir hazırlık var. Bu hazırlığın Kaşıkçı’nın nişanlısına “bir saate çıkmazsam Türk yetkililere haber ver” demesinin ötesinde olduğu anlaşılıyor. Açıkçası ben pervasız, hak-hukuk tanımayan Suudi Krallığının ve onun pek “demokrat” gözde Prensi’nin bir biçimde tuzağa düştüğüne inanıyorum. Arap Dünyası’nda bir operasyon için 15 kişiyi yan yana getiriyorsanız, orada en az birkaç farklı istihbarat örgütü elemanına alan açmayı kabul ediyorsunuz demektir. 15 kişi bir odada birbirini vurur!

Cinayetin amacı ne olabilir?

Sonuca bakacak olursak, burada en büyük hasarı Trump aldı. Çok değil bundan on beş gün kadar önce Suudi Prensi Muhammed Bin Salman’a “biz olmasak yok olur gidersiniz” diyen Trump’ın Kaşıkçı’nın öldürülmesinin ardından yaptığı Prens’i kayıran ve aklayan açıklamalar alay konusu oldu ve bu kez kendi destekçileri de Trump’a saldırıyor. Mısır, Ürdün, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn gibi ülkelerin desteğine rağmen yalnız Prens değil Suudi Krallığı da bu işten büyük yara aldı. Bütün bunlardan sonra meydan okuma teorileri, mesaj verme teorileri bana çok yetersiz geliyor. Bu işin kazananı AKP dahil Müslüman Kardeşler lobisi ve ABD’de Trump karşıtı koalisyondur.

Bir ülkenin başka bir ülkenin sınırları içinde bu kadar açık bir cinayet işlemesinin sonuçlarının uluslararası hukuk çerçevesinde değerlendirilmesi gerekir ancak bugün konuşulan daha çok ülkeler arası ilişkilerin durumu ve taraflaşma oldu. Uluslararası sözleşmeler ve kurumlar bu olayda da görüldüğü üzere artık geçerliliğini yitirdi mi?

Suudi yetkililer laf arasında “cinayet bizim topraklarımızda işlendi” dedi. Bir açıdan doğru. Ancak cinayeti işleyenler Türkiye topraklarından girip çıktılar cinayet mahalline. Ayrıca uluslararası hukuk bu türden bir cinayete “dokunulmazlık” sağlamıyor. Lakin herkes biliyor ki bütün dünyada devletler cinayet işliyor. Bu tarz işlere tenezzül etmeyen, etmeyecek olan, etmeyi gereksinmeyecek tek bir ülke var şu anda dünyada, bu ülkenin adını bu vahşete bulaştırmayalım şimdi. Tam da dediğiniz gibi, Kaşıkçı cinayeti uluslararası bir çatışmanın parçasıdır ve devam ediyor bu çatışma. Daha da açık konuşalım, Kaşıkçı kavgası Arap Baharı’nın kaçınılmaz artçı sarsıntılarından biridir. Arap Baharı bir açıdan, Arap coğrafyasında Amerikancı laiklerle Amerikancı atanmış monarşiler ve Amerikancı seçilmiş monarşiler arasındaki rekabettir. Kaşıkçı bu rekabette öldürüldü. Kaddafi’nin öldürülmesinde uluslararası hukuk neredeyse, Kaşıkçı’da da oradadır. 

Türkiye’nin bu krizi başarıyla yönettiği, hatta iktidara yakın bazı medya kanallarınca Trump’ın cinayeti kapatma girişimlerine rağmen Türkiye’nin olağanüstü diplomatik başarılı bir medya stratejisi izlediği yorumları var. Sizce Türkiye bu krizin neresinde konumlanıyor?

Sanıyorum bu soruya yanıt vermiş oldum. Türkiye bu krizin merkezinde ve evet şimdiye kadar AKP kendi açısından başarılı götürdü süreci. 

Az önce sizin de işaret ettiğiniz gibi Kaşıkçı özgürlükçü biri değil, geçmişi ortada. Ancak bu gerçeği ABD’de bazı aşırı sağcı çevreler de dile getiriyor. Hatta Suudi hanedanlığına yakın bazı sosyal medya hesaplarında Kaşıkçı’nın İslamcılığından dem vuruluyor.

Bunların hepsi iki yüzlü. Evet bu tür değerlendirmelere ben de rastladım. Barbarların dünyasında istedikleri zaman aniden insan hakları savunucusu oluyorlar, istedikleri zaman ilerici. Gerçekten tiksinti verici. Bakın dün İstanbul’daki üçüncü havaalanı inşaatında bir işçinin rögar kapağına sıkışmış cesedi bulundu. Cesedi bulanlar Nepalli temizlik işçileri… Ölen, daha doğrusu kâr uğruna öldürülen işçinin hangi ülkeden geldiği bilinmiyor. Uluslararası havaalanı ya! Yanan, yakılan işçiler, çöken duvar altında kalan işçiler, kamyon kasasında ölüme giden işçiler… Washington Post yazarı değil onlar. Onlar ölürken kimse ses kaydı, görüntü kaydı almıyor. Barbarlar kulaklıklarını hiç çıkarmıyor, müzik dinlediklerini sanmıyorum, milyonlarca insanın ızdırabı onlara zafer marşı gibi geliyordur.