İran ABD’yi 'akıllı' füzeyle vurdu

İran ABD ile açık ve doğrudan bir savaşa girebilir mi?

Girebilir ancak bu savaşı kazanamaz. İki ülke arasındaki ekonomik ve askeri güç farkı ortada. Ayrıca ABD’nin kuşatması sonucu kendini iyice hissettiren ekonomik sıkıntıların kapsamlı bir savaşla birlikte İran’da toplumsal huzursuzluğu artırması, Süleymani’nin öldürülmesinden sonra esen yurtseverlik rüzgarının etkisini kırması beklenir. İran yönetimi ABD ile kapsamlı bir savaş istemez, bu savaşı kazanamayacağını bilir.

Bununla birlikte İran yönetimi olası bir savaşı ABD’nin kazanamayacağını da bilir. ABD’nin yüksek ateş gücü, dünyanın birçok bölgesinde olduğu gibi Orta Doğu’da da yoksul halklarda biriken nefreti dengeleyemiyor. Tutarlı bir anti emperyalist birikim anlamına gelmese de, ABD’ye dönük tepkiler, Yanki’nin bu coğrafyada tutunmasını engelliyor ya da aşırı maliyetli hale getiriyor.

İşte Afganistan’ın hâli… İşte Saddam’ın kısa sürede devrildiği Irak’ın hâli… ABD kazanamıyor. Ayrıca İran yönetimi, bölgede gerektiğinde askeri bir güce de dönüşüveren ciddi siyasi-ideolojik rezervlere sahip. Irak, Suriye, Lübnan, Yemen derken, oldukça geniş bir coğrafyada oyun kurabiliyor. ABD İran’ın elde ettiği bu hareket alanını askeri araçlarla asla daraltamaz, tersine her hamlesi bu açıdan ters tepebilir; tepiyor da.

Bu tabloda kapsamlı bir savaş ne Tahran’a ne Vaşington’a yarar. Kuşkusuz an gelir bundan kaçınmak olanaksız hale gelebilir ya da bir hesap hatası, kontrollü çatışmaları bir anda sonu belli olmayan bir savaşa taşıyabilir. Bu teorik olasılığa bir de pratik olarak Trump gibi birini eklediğimizde, hızla tırmanacak bir savaşın çok da uzak bir ihtimal olarak görülmemesi gerektiği sonucuna ulaşırız.

Ancak en azından şimdilik, Süleymani’nin füzelerle öldürülmesiyle birlikte tırmanan gerilimde İran ve ABD yönetimlerinin bir savaşta kazanmaktan çok kaybedeceklerinin bilincinde oldukları anlaşılıyor. İki tarafın kaybetme riskini hissetmesi karşılıklı frene basılmasına, en azından ayağın gazdan çekilmesine yardımcı olmuşa benzer.

İran’ın “intikam” amacıyla Irak’ta bulunan iki ABD üssüne füze yağdırmasını Trump’ın fazla önemsemeyip “savaş istemiyoruz” demesi yeterince açıklayıcıdır. İran yönetiminin “ödeştik” anlamına gelen ifadeleri ile birlikte ele alındığında, ABD üslerine dönük saldırıların gerilimi bir süreliğine kontrol altına almak için gerçekleştirildiği sonucuna ulaşıyoruz. Zaten füze saldırılarından önce Iraklı yetkililerin uyarılmasının tek anlamı, ABD üslerinde önlem alınmasının sağlanmasıdır. Henüz üslerde can kaybı olup olmadığı bilinmese de, ciddi maddi hasar veren sofistike bir saldırıdan ABD askerlerinin pek etkilenmediği anlaşılmaktadır. 

Bu aşamada İran’ın “akıllı” füzeler ateşlediğini söyleyebiliriz.

Süleymani’nin öldürüldüğü ana denk getirilen ve Trump’ın ziyaret ettiği üssü hedefleyen bu sembollerle güçlendirilmiş saldırı İran’ın hem askeri hem politik becerisi olarak değerlendirilmeli. Aynı sıralarda meydana gelen uçak kazasında ölenler için ilan edilen bir günlük yas da İran yönetiminin kontrolsüz bir saldırganlık yerine daha uzun vadeli planlar yaptığının kanıtı olarak görülmeli. Yas, Süleymani’nin öldürülmesine kilitlenen kamuoyunun ilgisini kuşkusuz dağıtacaktır.

Trump’a gelince… Öngörülemeyen ataklarla ABD dış politikasına yön veren ABD Başkanı’nın, daha doğrusu Trump yönetiminin bir özelliği artık iyice belirginleşiyor. Trump vuruyor ve ardından geri çekiliyor ya da beklemeye başlıyor. 

Suriye’yi vurdu ve ardından belli ölçülerde geri çekildi. Venezuela’da darbe yapmaya kalktı, tuhaf bir adamı devlet başkanı ilan etti, çok da ısrarcı olmadı ya da olamadı. Yaptırımlarla dize getirmeye çalıştığı Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti, İran, hatta Rusya ve Çin ile ilişkileri dikkatle bakıldığında ipleri gerip gerip gevşetme üzerine kurulu. İran’la yaşanan son kriz de benzer bir yöne evriliyor.

Nedeni Trump mı?

ABD’nin şu dönem Trump’a gereksinimi olduğunu kavramadan hiçbir sağlıklı değerlendirme yapamayız. ABD güç kaybediyor. Bu süreç Trump’tan çok önce başladı ve aslında Trump bu süreci durdurmaya, daha doğrusu yönetmeye çalışıyor. ABD’nin bir kez daha 30 yıl öncesindeki hegemonyasına geri dönmesi söz konusu olamaz. Ancak yıllardır söylediğimiz gibi ABD’nin yerini alacak bir ülke de yok. Dolayısıyla emperyalist dünya kapsamlı bir paylaşım savaşını geciktiren sınırlandırılmış itiş kakışlara, tırmalamalara, çatışmalara sahne oluyor.

Lakin bu sınırlandırılmış hesaplaşmalar enerjiyi boşaltmıyor; tam tersine çelişkiler daha da derinleşiyor. 

Uluslararası tekellerin dünyamızı getirdiği nokta bu. 

Şimdilik ve umuyoruz kimilerinin “başladı” diye ilan ettiği büyük savaştan sakınıldı. Şimdilik ve belki. Peki insanlık daha ne kadar bu dehşeti yaşayacak? Yoksulluk, açlık, salgın hastalıklar, işsizlik, adaletsizlik, zorbalıkla çile çekmekte olan milyarlarca kişi bir de sonuçlarını kimsenin kestiremediği büyük bir yıkıcı savaşın soluğunu daha ne kadar hissedecek?

Bu soruya yanıt aramak yerine, herkesin kendi “savaş” nedenini ortadan kaldırmak için kolları sıvamasının zamanı geldi geçiyor. Savaşları çıkaranlar silah tekelleridir, dev enerji şirketleridir, tarımı ele geçiren çok uluslu şirketlerdir, çimento manyağı inşaat firmalarıdır, kâr ve kanla beslenen kapitalistlerdir. Onlardan kurtulmazsak, eninde sonunda savaş tanrılarının ateşiyle yanacağız, filancanın sağduyusu, falancanın diplomasisi işe yaramayacak.

Birleşmiş Milletlere ev sahipliği yapan emperyalist ABD üye ülkelerin temsilcilerine, bakanlarına, devlet başkanlarına vize vermeyecek kadar küstah ve alçak davranışlar sergilerken diplomasinin insanlığı felaketten kurtaracağına inanmak ahmaklık değilse saflık olur.

İnsanlığın biricik kurtuluşu, savaş baronlarını ortadan kaldırmaktadır.