Dış politikada yeni bir dönem mi açılıyor?

Kemal Okuyan haftalık değerlendirmelerinde bu hafta ABD'li papaz Brunson'un geçtiğimiz günlerde salıverilmesi olayıyla ilgili soL'un sorularını yanıtladı. Okuyan, AKP'nin önümüzdeki dönem dış politikayla ilgili manevralarını da "Pazarlıkların, şantajın riskler yarattığı bir alana girildi, mecburen daha dengeli gidecekler" sözleriyle değerlendirdi.

Okuyan'ın sorularımıza verdiği yanıtlar şöyle:

Dış siyasetten, yargının kapitalist sistemde işlevine kadar birçok boyutu var. Papaz Brunson olayı nasıl değerlendirilmeli? 

Papaz Brunson gitti. “Masum din adamı” olduğuna inanan var mı bilmiyorum. Masumluğun çok yersiz bir terim olduğunu bilerek söylüyorum bunu. Brunson’un bağlı olduğu Evanjelist Presbiteryen Kilisesi’nin ABD’nin dış politika enstrümanlarından biri olduğu açık. Bazı görevler, orada bulunan kişinin iradesinden bağımsız olarak siyasaldır. Türkiye gibi bir ülkede hele hele İzmir’de kilise örgütlemenin yalnızca “inanç dünyası”nı ilgilendiren bir konu olduğunu düşünemeyiz herhalde. Tersinden bakın, Diyanetin Almanya ve diğer ülkelerdeki yapılanmasına. “Masum” sözcüğünü kullanmıyoruz bu “dünya” için. 

Bu Brunson’a yönelik suçlamaların gerçek olduğu anlamına mı geliyor?

Bunu bilemem ama eski ve etkili bir yöntemi hatırlatmak isterim. İstihbarat savaşlarında gerçek kanıtlar, gerçek bulgular çoğu kez dosyaya girmez bile ya da gerçeğin üzeri gerçek olmayan ile örtülür. Bu pazarlığa, takasa olanak sağlar. Şu kadarını söyleyebiliyoruz bu koşullarda; “masum din adamı” yok, Brunson’a yöneltilen suçlamaların bir bölümü deli saçması. Yani masumiyete giden yol açılmıyor zırvalar girince dosyaya.

15 Temmuz bağlantısı olabilir mi?

Amerika Birleşik Devletleri yönetiminin içinde etkili bir odağın 15 Temmuz’la ilgili olduğu açık. Erdoğan kendi kendine uyduruktan darbe tezgahladı saçmalığını bir kenara atalım. Darbe girişimini önceden öğrenmiş olma olasılığı, onu bahane etmesi ya da ona sos katması bir şey değiştirmez. Ayrıca 15 Temmuz bir Fethullah Gülen komplosuna da indirgenemez. Burada bayağı kapsamlı bir girişim var. 

Çok soruluyor ama ABD yıllarca çok yakın işbirliği yaptığı Erdoğan’a neden darbe yapsın sorusu yine akla geliyor.

Bu soruyu yanıtlarken, hemen başta emperyalist dünyadaki dağılmadan söz etmek durumundayız. Önde gelen emperyalist ülkelerin oyun kuramadığı, strateji oluşturmakta zorluk çektiği daha doğrusu stratejik yönelimlerini sürekli yenilemek zorunda kaldıkları bir dönemden geçiyoruz. Burada doğal olarak tek tek ülkelerdeki iç çelişkiler de fazlasıyla önemli hale geliyor. Bugün tek bir emperyalist ülke gösteremezsiniz ki dış siyasetine iç kavgaların gölgesi düşmesin. ABD-Türkiye ilişkilerinde bunu gözlüyoruz. Ancak bunu hiç göz önüne almasak bile, Amerikancılığın Beyaz Saray’dan emir almak anlamına gelmediğini ya da ABD’ye hayranlıkla, aşkla bağlanmak olarak görülemeyeceğini söylemeliyiz. Yalnızca ABD’ye doğrudan hizmet edenler değil, kendi çıkarlarını, kendi hedeflerini ABD emperyalizminin çıkarları ile örtüştürenlere de Amerikancı demek zorundayız. Türkiye’de yıllarca ABD çıkarlarına hizmet eden siyasetçi ya da bürokratların çok büyük bölümü ABD’den nefret etmiştir; ABD’nin Türkiye’de işlediği suçların farkındadırlar. Sanıyorum İlber Ortaylı da en Amerikancı diye bilinen Demirel’in bazı açılardan “özerk” davranışlar içine girebildiğinden söz etmiş. Zaten bunu beceremeyen biri Türkiye gibi bir ülkede uzun süre etkili olamaz. Bazen bu özerklik, uyumsuzluğa dönüşür ve gücü varsa başka bir ülke yönetimi iktidarı değiştirmeye çalışır. Demirel Amerikancıdır ama iki kez Amerikancı darbelerle devrilmiştir. Özellikle 12 Eylül’de Demirel’den daha fazlasına ihtiyacı vardı hem Türkiye’de patronların hem ABD’nin. Erdoğan meselesine de böyle bakmak gerek.

Brunson olayından sonra AKP ve yandaşlarından, "ülke çıkarı için siyasette her şey mübah" algısı yayılıyor, milliyetçi refleksler iyi yönetiliyor ve bu kamuoyunda da destek buluyor. Erdoğan giderek, dış siyasette de karşı çıkılamaz, eleştirilemez bir pozisyona oturuyor...

Hep söylüyoruz Erdoğan’ın karşısında ciddi bir muhalefet yok. “Niye tutuyorsun papazı”ya odaklanan, “serbest bırakılsın” diyen bir muhalefetten “ABD dayattı, bıraktık” eleştirisine geçen bir muhalefete döndük. Erdoğan artık böyle bir muhalefetten zorlanmaz. Erdoğan’ın karşısında batılı emperyalist ülkelerden yetki ve yardım isteyen bir muhalefet, geniş ve örtülü bir koalisyon var. Erdoğan bu muhalefeti istediği zaman uluslararası komploların parçası olarak gösteriyor, istediği zaman da batının muhatap alamayacağı iktidarsız bir toplam olarak… Çok ağır bir ekonomik krizi bile bu salınımda yönetiyor. Türkiye’de emperyalizm olgusu ile bugünkü düzen arasındaki kopmaz bağı geniş halk kesimlerinin görmesini, kavramasını sağlamamız gerekiyor. Bir gün “Erdoğan ABD’nin hizmetkarıdır” deyip ertesi gün “batı ile ilişkilerimiz bozuluyor” diyen bir muhalefet karşısında Erdoğan bile insanların gözünde büyür elbette.

AKP Dış İlişkilerden Sorumlu Başkan Yardımcısı Cevdet Yılmaz, Brunson ile ilgili gelişmelerin ardından, dış politikada taktik değişikliğine gideceklerini ve bozulan Türkiye algısını düzeltmeye çalışacaklarını söyledi. Bu doğrultuda dış merkezlerde bazı siyasi partilerle ve yabancı sermaye ile daha doğrudan ilişki kuracaklarına işaret etti. Brunson gelişmesi ile birlikte düşünüldüğünde AKP açısından dış politikada yeni bir dönemin açılacağı söylenebilir mi?

AKP’nin ABD ve Almanya ile pazarlık ettiğini, bu ülkelerle daha iyi koşullarda anlaşmak ve Erdoğan üzerindeki baskıyı hafifletmek için hamleler yaptığını söyledik. Bunun böyle olduğunu ABD ve Almanya da biliyor, konunun diğer muhatabı Rusya da… Türkiye’nin NATO ittifakından uzaklaşmasının sınırı var. Pazarlıkların, şantajın riskler yarattığı bir alana girildi, mecburen daha dengeli gidecekler. Bütün pürüzler ortadan kalkmaz, AKP elinde tuttuğu kartları tamamen bırakmaz. Böyle bir dünyada yaşamıyoruz. Üstelik Erdoğan Suriye’de iddia edildiği gibi köşeye filan sıkışmadı. 2015’le kıyasladığımızda şu anda eli daha güçlü. En azından birden fazla seçenek var elinde. Bunu da pazarlıyor ABD’ye. Buradan Erdoğan’ın çok güçlü olduğunu anlamamak gerekiyor. İçeride bu düzen seçenek üretemiyor, dışarıda ise Erdoğan’ı sıkıştırmak isteyenlerin bir sürü derdi var, onlar da çok güçlü değil. Erdoğan’ın bütün bu zayıflıklara göre oyun kurduğunu söyleyebiliriz.