Dış düşmanla terbiye etmek

Lübnan, Irak ve İran’da gösteriler hız kesmiyor. Hong Kong’da düzen sağlamakta zorlanıyor Çin Halk Cumhuriyeti. Bolivya’da sokak şiddetini arkasına alan darbe şimdilik başarıya ulaştı.

Bütün bu ülkelerde yaşananları tek bir çuvalın içinde doldurmaya kalkmak saçma olmakla birlikte, hepsinin ortak noktası ABD’nin bu ülkelerdeki mevcut siyasal iktidar ya da güç dengelerinden hoşnutsuzluğu…

Bolivya malum, ABD’nin canını sıkan Latin Amerika ülkelerindendi. Evo Morales’in başını çektiği hareket ülkeyi belki sosyalizme taşımadı ama uluslararası tekellerin hesaplarını bozdu, yoksul halkın azıcık soluk almasını sağlayan ekonomik politikalar uyguladı, dış politikada ABD ekseninden uzaklaştı.

Hong Kong, 156 yıl süren İngiliz egemenliğinden Çin Halk Cumhuriyeti’nin kontrolüne geçtiğinden bu yana ABD’nin üzerinde çalıştığı bölgelerden biri haline geldi. ABD emperyalizminin giderek daha öncelikli bir “rakip”, hatta “düşman” olarak tanımladığı Çin’in hassas noktası olarak Hong Kong’da derinleşen krizin nereye evrileceğini tahmin etmek zor.

Lübnan ve Irak’ta ABD’nin İran bağlantılı siyasi güçlerin etkisini kırmak için her yolu denediğini biliyoruz. Dolayısıyla, İran’ın kendisini de eklediğimizde bu üç ülkede yoğun protesto gösterilerinin ortaya çıkmasında ABD parmağı aramak için illa komploculuğa esir düşmek gerekmiyor.

Hedef olarak belirledikleri ülkelerde yaşanan ekonomik, siyasal ya da kültürel sorunları kaşıma konusunda gerek ABD’nin gerekse Avrupalı emperyalist ülkelerin ciddi bir deney biriktirdiği, son yıllarda iletişim olanaklarındaki genişlemeden yararlanarak hızla “yıkıcı” ağlar oluşturabildikleri ortada. Bu çabaların pek gizlisi saklısı da kalmadı; emperyalistler kendi medyalarında açık açık yazıyorlar toplumsal hareketleri yönetmek ve yönlendirmek için neler yaptıklarını. En azından bir bölümünü…

Doğal değil mi?

Emperyalist bir ülke, kendisine düşman ya da rakip gördüğü bir ülkenin iç dinamiklerine elbette müdahale etmek ister. Amaç daha tercih edilir bir hükümeti iş başına getirmek olabilir, bazen bir rejim hatta düzen değişikliği hedeflenebilir, kimi örneklerde kaosun o ülkenin ekonomik potansiyelini paralize etmesi istenir, etnik ve dinsel çeşitlilik söz konusuysa bir ülkeyi bölme hesabı da yapılabilir. Emperyalist müdahalenin bir başka gerekçesi devrimci bir hareketin o ülkede iktidarı almasının önüne geçmek de olabilir.

Dediğim gibi doğaldır, hatta emperyalist rekabette, herkes gücü oranında başka ülkelerin içine müdahale etmeye çalışır. Emperyalizmin tanımında bu da vardır.

Buraya kadar açık.

Peki ne yapmalı? 

Yaşadığınız ülkede eşitsizlik diz boyu. Bir avuç zengin, milyonlarca yoksulun sırtına binmiş. Ezilen kitleler hakkını arayamıyor, grevler yasaklanıyor, her tür hak arama çabası bastırılıyor. Ama ülkenizin yöneticileri ile şu ya da bu emperyalist ülke arasında gerilim var. Her tür talep ya “dış düşman kapıdayken ne hakkı” denerek ya da doğrudan “dış mihraklara hizmet etme” suçlamasıyla bastırılıyor. Özetle zengin sınıflar yoksulları dış düşmanla terbiye ediyor: Oturun oturduğunuz yere!

Ülkenizin adil, eşitlikçi bir düzene kavuşması için mücadele ettiğinizde emperyalizmle işbirlikçilikle suçlanacaksınız, suçlanmak bir yana belki de emperyalistlere hizmet edeceksiniz. Emperyalistlerin ülkenizdeki faaliyetlerine karşı durmaya odaklandığınızda zorba bir sınıfa boyun eğecek, yoksulluğa, yolsuzluğa, işsizliğe razı olacaksınız.

İki ucu pis değnek.

Lakin ve elbette bir çıkış yolu var. Olmasa, insanlık bitmiş demektir.

Devrimci ve yurtsever kendi ülkesini ileriye doğru değiştirmek zorunda. Sömürü varsa sömürücüye, gerici varsa gericiye, zorba varsa zorbaya karşı mücadeleyle… Genellikle bunların hepsine karşı. Kötülüğü kanıksayarak, ona göz yumarak devrimcilik olmaz.

Ve her devrimci önce kendi yurdunu iyiye, güzele, haklıya taşıma görevini düşünmek zorunda. Bu görevi yerine getirmek için de emperyalistleri ülkeden uzak tutma, onun ekonomik, siyasi, varlığını reddetme yükümlülüğüyle karşı karşıya.

Bu açıdan ülkede verilmekte olan haklı mücadeleden yararlanmak isteyen dış güçlerin ajandasını bozacak bir siyasal programı savunmak mutlaka gereklidir. Emperyalistlerin gerçekten kamucu, piyasa karşıtı bir hareketi desteklediği, ona göz yumduğu görülmüş şey değildir. Ancak bu yetmez. Devrimciler emperyalizmin kullanışlı araçlarına dönüşen her aktör ve her kanalı deşifre etme, onları etkisizleştirme ve toplumsal hareketlerde işbirlikçi-kozmopolit eğilimlerin baskın hale gelmesini engelleme görevini de yerine getirmek durumundadır.

Ne yazık ki, amaca ulaşmak için şeytanla bile işbirliği yapılır mantığı ile hareket ederek emperyalist projelerin içine yerleşen, bu projelerin demokrasi ya da özgürlük idealine yardımcı olacağını sanan oldukça fazla aktör var. Emperyalizmin iyisi ya da tercih edilebilir olanı diye bir şey yok. Emperyalizm halkların, insanlığın düşmanıdır.

Bu düşmanı besleyen kapitalist düzendir. Kapitalist bir düzeni kabullenip emperyalizmle mücadele etmeye kalkmak da ya başarısızlığa ya da başka bir emperyalist ülke veya emperyalist projeye hizmet anlamına gelir.

Emperyalizmin toplumsal hareketleri kullanma niyetini gerekçe göstererek eşitsizliği, adaletsizliği kabullenmek bugün en fazla ABD emperyalizmine hizmet etmek anlamına gelir. Yalnız dünya ölçeğinde değil, ABD içinde de berbat bir düzenin sahibi olan ABD’nin egemen sınıflarına ya da Almanya, Fransa, İngiltere gibi emperyalist ülkelere özgürlük, demokrasi ve giderek eşitlik için yaygara koparma imtiyazı vermek, insanlığa yapılacak en büyük kötülüktür.

İnsanlık, dış düşman edebiyatı ile yoksulların terbiye edilmesine de özgürlük-demokrasi havariliği yapan emperyalist alçaklığın öfkeli kalabalıkların akıl ve yüreğinde istediği gibi at oynatmasına da göz yummayacaktır.