Diktatör giderken aklımızı da götürmesin

- Yeni kaset var mı?
- Var var.
- Hadi ya, nedir?
- Devletin havayolu Nijerya’ya silah taşıyormuş.
- Taşır namussuzlar. Başka?
- Bu işte.
- Başka oğlum başka. Heyecan yok mu?
- Yahu daha ne olsun, normalde adamı duman ederler, bu rezaletten sonra.
- Bir şey olmaz. Millet alıştı bunlara.
- Alışılır mı buna? Sen ne bekliyorsun, neye şaşıracaksın?
- Ne bileyim, “altın vuruş” filan deniyordu hani.

Durum bu. Böylece, hırsızlık kısa sürede önsemsizleşmiş oldu. Bugün-yarın yeni bir skandal çıkmazsa, yandaşlar “ne oldu, hani bomba kasetler” diyecek, diktatör rahatlayacak.

Daha fenası, insanların hızla kendini geriye çekmesi, yeniden izleyici konumuna yerleşmeleri. Çünkü tepişme büyük çünkü baş döndürücü bir trafik var. Mitinglerde büyük kalabalıklar toplanıyor ama herkesin aklı başka yerde.

Daha önce de yazdığımdan, işin bu kısmıyla oyalanmayacağım. “Algı yönetimi”nden söz etmiştim bir başka yazıda. Bunun aynı zamanda bir ideolojik müdahale olduğunu, Türkiye solcusuna da ayar çekildiğini somut örneklerle göstermeye çalışacağım.

1. Twitter’a erişimin engellenmesinden sonra, “Kuzey Kore gibi...” diye başlayan yorumlar yapıldı. Avrupa Birliği’nin falanca komiserinden böyle bir değerlendirme gelebilir, Amerikan basınında bu ifade sırıtmayabilirdi. Ama ne yazık ki aklı başında birçok kişi, diktatörü eleştireceğim diye bu gereksiz ve temelsiz benzetmeyi doğal karşıladı, paylaştı. Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti’ni beğenmeyebilir, kızabilirsiniz. Ancak bu ülke hakkında sürekli yalan söylendiğini, bu ülkenin emperyalist tehdit altında olduğunu bilmek durumundasınız. Hele hele Kore için “eniştesini köpeklere yedirdi” gibi asılsız haberler üretilirken... Sonuçta Türkiye’deki tablo ile Kore arasında kurulan paralellik, tam da ABD’nin istediği bir şeydir. Kaka, kötü ülkeler ve çağdaş demokrasiler!

2. Sosyal medya önemli bir mecradır, iyi değerlendirilmelidir. Öte yandan bu mecraya yerleşen büyük tekeller hem dehşet para kazanmakta hem de bu iletişim kanallarını piyasa ve emperyalizm adına kontrol etmektedir. Twitter yasağı ile birlikte, bir uluslararası tekelin logosu “direniş” sembolü olarak kullanılmaya başlandıysa ve bu sola da sirayet ettiyse, oturup düşünülmelidir.

3. Bağlantılı bir diğer konu, ABD ve AB çevrelerinden diktatöre karşı eleştiriler geldikçe, başta sosyal medya olmak üzere, AKP karşıtlığından yurtseverliğin eksilmesidir. Kasetlerden medet umma, emperyalist ülkelere bel bağlamaya, onlara öykünmeye dönüşmüştür.

4. Fuat Avni mahlasını kullanan kişi ya da kişilerin AKP’ye dair içeriden verdiği bilgiler ve değerlendirmeler, bir yandan bu partinin sınıfsal karakterini, dış bağlantılarını, emek düşmanlığını örterken, diğer yandan da Cemaat’in mükemmel bir halkla ilişkiler çalışması olarak işlev üstlenmiştir. Birçok sol görüşlü bu muhayyel kişiye sempati besler hale gelmiştir. Ortaya çıkan bilgiler kuşkusuz önemlidir ancak doğrularla birlikte manipülatif girdilerin de yapıldığı açıktır.
Bu kadarı yeterli olmalı.

Bütün bunlar, liberalizm ve siyasal İslam ciddi bir kriz yaşarken, solun önünü kesme ve düzen adına yeni güvenceler yaratma anlamına gelir. “Önce şunlar gitsin” diyerek her şeye kafa sallayan ve “oylar bölünmesin” yaklaşımıyla düşünsel terör estirmeye başlayanlar bu tablonun sorumlusudur. İnsanlar elbette kendi tercihlerini savunabilir, kaygılarını dile getirebilirler. Ancak göz göre göre yalanları-yanlışları savunup, bu konularda uyarıda bulunanları “AKP’nin ekmeğine yağ sürmek”le itham etmek ayıptır. “Tatava etmeyin” diye kampanyalar düzenleyenler her şeyin farkında olduklarını söylüyorlar. Zaten hep böyledir, herkes her şeyi bilir!

Cemaat’i biliyorlar, MHP’yi biliyorlar, ABD’yi, emperyalizmi filan her şeyi biliyorlar. Ama onlar susuyor, biz tatava ediyoruz!