Batı Erdoğan’ı, Erdoğan batıyı itibarsızlaştırırken…

Emperyalist dünyada kimse darbeyi konuşmuyor. Konuşulan sadece ve sadece Erdoğan. Tekelci medyadan ve “yetkililer”den söz ediyorum. ABD’de böyle, Almanya’da böyle, İngiltere’de böyle, Fransa’da böyle.

Erdoğan’a Türkiye’de kimilerinin açtığı krediyi açmadılar. Türkiye’nin bir diktatörün yönetiminde batının çıkarlarını tehdit ettiğini söylüyorlar. Yani öncesindeki baskının dozunu, darbe girişimi sonrasında artırdılar.

Bu tavrın Erdoğan’ı “milliyetçi” bir zeminde güçlendirmeyi amaçladığını düşünenler olduğunu biliyoruz. Yani hayat komplolardan, sahte kavgalardan ibaret!

Kuşkusuz dış baskı, Erdoğan’a bir noktaya kadar ciddi bir manevra olanağı sağlıyor. Ancak bunun sınırları açık olmalı. AKP’yi destekleyen toplumsal kesimler içinde “batı ile gerilim”den huzursuz olanların oranı hiç küçümsenmemeli; Türkiye’de sermaye sınıfının bir bütün olarak bu gerilimden duyduğu kaygıyı hiç saymıyorum bile. Dolayısıyla şu anda ABD ve Avrupa kamuoyundaki Erdoğan algısı ile Türkiye’deki algı arasındaki makası sanırım kalıcı göremeyiz.

Batıdan gelen baskının önümüzdeki günlerde hangi biçimler alacağına ilişkin epey bir veri birikti. Her şeyden önce Erdoğan’ı itibarsızlaştırmak konusundaki çabalara birkaç kanaldan devam edecekler. Yolsuzluklar, basın özgürlüğü, cihatçı bağlantıları… Ve darbe girişimine dair soru işaretlerini artıracaklar. Ne diyorduk, Fetocuların devlete sızdığı, AKP’yi aldattığı doğru değildir, Gülen cemaati AKP’nin asli sahiplerindendir! Bu nedenle ve devletteki dağılma halinin sonucu olarak darbe girişimine ilişkin kafa karıştırıcı iddiaların inandırıcılığı giderek artacaktır. Darbe girişimine birden fazla ordu içi hizbin bulaştığına ilişkin veriler de güçlendiğine göre, önümüzdeki günlerde bu iddialara profesyonelce üretilmiş yenileri eklenecektir. Batı darbenin düğmesine kendisinin bastığı suçlamalarını yalanlarken, bu iddianın bile aslında darbe gibi bir Erdoğan operasyonu olduğunu kabul ettirmek için "üretecektir".

Erdoğan ABD ve Avrupa’da kamuoyunu büyük ölçüde kaybetmiştir. İşin gerçeği, Erdoğan böylesi bir algı operasyonu için çok kolay bir hedeftir. Çünkü malzeme uygundur, her şey ortadadır. Fabrikasyon gereksinimi pek azdır.

Kamuoyunun ne önemi mi var?

Müdahalelere meşruiyet ihtiyacını küçümsemeyin. Irak’ın işgali öncesinde başta Londra olmak üzere emperyalist merkezlerde üretilen yalanları hatırlayın. Bunlar öncelikle Irak halkını değil Amerikalıları, İngilizleri hedefliyordu. İşe yaradı.

Ancak emperyalist dünyanın Türkiye’deki algı operasyonları için şimdilik kolu kanadı kırılmış durumdadır. Açık ya da örtülü bir biçimde destek verdikleri ya da korumaya kalktıkları Fethullah Gülen’in Türkiye’de herhangi bir itibarının kalmadığı ortadadır. Erdoğan’ın işine yarayıp yaramamasından bağımsız olarak, bu son derece iyi bir gelişmedir. Yalnız Türkiye değil, bütün dünyada güçlü bir operasyon merkezi olarak çalışan bir şebekenin, çökertilmese bile, ciddi ölçülerde zayıflaması mükemmel bir sonuçtur.

Böylece AKP Türkiyesi’nin iki temel figürünün farklı zeminlerde de olsa itibarsızlaştırıldığı “paralel” bir sürecin işlediğini görüyoruz.

Nereye kadar?

Önce imkansızı söyleyeyim, Fethullah’ın Türkiye, Erdoğan’ın batı kamuoyuna dönüşü neredeyse sıfır olasılıktır. Bundan sonraki gerilim ve pazarlıklar bu veri hesaba katılarak yapılacaktır.

Unutmayalım, Erdoğan’a 2000’li yıllar boyunca meşruiyet alanı sağlayan, yalnızca seçim başarısı değildi. Uluslararası tekeller neredeyse bir blok olarak Erdoğan pazarladı. Özgürlükçü, sivil ve demokrat Erdoğan imajı Türkiye’nin içine de pompalandı. Şimdi bir bölümü cemaatçi suçlamasıyla afaroz edilen ajanlaştırılmış unsurlar ve onların “sol” varyantları Erdoğan’ın itibarına itibar kattı.

Bugün bu kaynak kurumuş durumdayken Erdoğan kaybı dengelemeye çalışıyor. CHP’ye ve onun kuyrukçularına AKP Türkiyesi’nde açtığı alan bununla ilgilidir. Samimi değildir ama bu düzenin hangi aktörü samimidir ki!

Yetmez Ama Evetçilere haklı olarak sabah, öğlen, akşam küfredenlere şu sıralar Erdoğan’a sundukları yaşamsal desteği hatırlatacağız.

Bu destek dar anlamıyla Erdoğan’ı yalnızlıktan kurtarmak değildir.

Bu destek Erdoğan ile batı arasındaki pazarlıkta aracılık yapmaktır. Yani, “milli çıkar”la filan alakası yoktur.

Herkes Erdoğan’ın neden Hulusi Akar’a dokunmadığını, Gül ve Davutoğlu’nun üzerine neden gitmediğini soruyor. Düşüncemi söyleyeyim, ABD ve İngiltere bağı çok güçlü bu üç ismin yokluğunda Erdoğan’ın pazarlık kanalları tıkanır, güvenilir aracı bulamaz. Kılıçdaroğlu’nun rolüne biraz da böyle bakın.

Pazarlıklar çok sert ve kontrolsüz hamlelerle geçecek belli ki. Erdoğan “güçlü” olduğunu hissettirecek ve aynı zamanda konumunu sağlamlaştıracak hamleler yapıyor. Bu hamleler bir yandan vezir düşürüyor ama bir yandan da henüz elinde birden fazla sağlam kart tutan ABD ve diğerlerini de karşı adımlara zorluyor.

Erdoğan bu dönemi uzlaşmaya kapı aralayan girişimlerle, güç gösterisini aynı anda sürdürerek geçirecek ustalığa ulaştı. Muhataplarını iyi tanıyor. Ve onun da elinde ciddi kartlar var.

İtibarsızlaştırma operasyonuna karşı geride bıraktığımız yıllarda kendisini güç duruma düşüren toplumsal ve siyasal olaylara ilişkin bir algı operasyonu başlatacaktır. Batının eli Erdoğan’ı itibarsızlaştırmakta ne kadar güçlüyse ve bu ne kadar kolay olacaksa, Erdoğan’ın da her yere sızmış, sağdan “sol”a işbirlikçi üretmekte hiç zorlanmamış “küresel” eli teşhirde hiç zorlanmayacağı açıktır. Bu da batının itibarsızlaştırılmasıdır ve Erdoğan bunu yapmasa bile yapabileceğini kısa sürede gösterecektir.

Bu yazılanlar, daha önce yazdıklarımızla  birlikte okunmalı ve meselenin sadece bir itibarsızlaştırma kavgası olduğunu iddia ettiğimiz izlenimine kapılınmamalıdır. Bu yazı, Türkiye solunun Fethullah konusunda anti-emperyalist, özgürlükler konusunda batıcı, aracılık ve mutabakat konusunda CHP’ci kişilik bölünmesinden hızla uzaklaşması gerektiğini bir kez daha hatırlatmak için yazılmıştır.

Batının Erdoğan’a mahkum olduğu, Erdoğan’ın iyice güçlendiği, Türkiye’nin Avrasya eksenine kaydığı ve benzeri iddialar gerçeklikle belli bir bağı olmakla birlikte, söz konusu kişilik bölünmesine hizmet eden önermelerdir.

Oysa bu konjonktürde açık-berrak tutum gerekir.

Bir, Türkiye’de devrimciler emperyalist batının Türkiye’ye müdahale kanallarından uzak durmalı, dahası o kanalları tıkamak, yok etmek için mücadelelerini sürdürmelidir.

İki, Türkiye’de devrimciler Erdoğan’ın demagojisini bozmalı, onun kendini kurtarmak ve emperyalist merkezlerle yeni bir uzlaşıyı kotarmak için yaptığı manevraların parçası olmamalıdır.

Üç, Türkiye’de devrimciler Erdoğan’ın her şeyi yapabilecek kadar güçlendiği saçmalığı ile Erdoğan’ın yola geldiği yalanı arasında salınıp durmamalıdır; Erdoğan güçlenmemiştir ve de Erdoğan yola gelirse bu şu anda sorun yaşadığı sistem içi güçler açısından bir yola gelme, normalleşme olacaktır, halkımız için değil!

Dört, Türkiye’de devrimciler Erdoğan’ın algı operasyonunu birilerini kollayarak değil, toplu mücadele ile karşılamalıdır; Erdoğan’ın kendisine karşı “komplo”yu deşifre etmede bazı başlıkları açması zordur, AKP içine girmesinde zaten güçlükler var ama örneğin Ekmeleddin’i gündeme getirmesinde de büyük engeller mevcut. Hadi Kılıçdaroğlu’nu sıkıştırmak istedi, her fırsatta kendisine yardımcı olan Bahçeli’yi nasıl kurtaracak? Ama bize ne! Erdoğan’ın derdi kendine… Darbe girişimine kadar gelen süreçte bir sürü halka var, bu halkalarda iktidara ait suçların ortalığa saçılması, saçanların kimliğinden bağımsız olarak hesap sormayı gerektirir. Bu süreçte ortaya atılan kimi projeler, ileri sürülen kimi politik seçenek ve figürlerin ise hiçbir meşruiyeti yok. Bunları içimize sindiremeyiz. İki düzen partisinin önüne paraşütle indirilen Ekmeleddin ve başka projeler bir müdahalenin parçasıdır. Bu müdahaleye aracı olanlara “normalleşme” adına ses çıkarmayacak mıyız?

Beş, Türkiye’de devrimciler Erdoğan, Fethullah, darbeciler filan derken unutturulan sermaye sınıfı ve onun her daim süren diktatörlüğünü gündemde tutmak zorundadır. Devletin dağıldığı, emperyalist merkezlerin ikiyüzlülüğünün kabak gibi ortaya çıktığı, düzen güçlerinin topyekun itibarsızlaştığı bir ülkede sermaye sınıfının huzuru bizim ayıbımızdır.