Altan biraderler ve Ilıcak: Bir aşk romanı

Ahmet Altan, Mehmet Altan, Nazlı Ilıcak… Haklarında ömür boyu hapis cezası verildi. “İşte adalet” diyen var mı bilmiyorum. Onlar ne halkı bilerek ve isteyerek aldatmaktan ne AKP ile kol kola uydurma operasyon ve dava süreçleri tezgahlamaktan ne Amerikancılıktan ne laikliğin temellerine dinamit koymaktan ne de liberal sapkınlıklardan yargılandılar. Müebbet hapis, AKP iktidarını yıkmaya kalkışma, siyasi iktidara karşı fesat, komplo, darbeyi teşvik gibi iddialara dayandı. 

Doğrudur, halk düşmanı bir darbenin, fesatın, kalkışmanın içinde olmak gerçekten ağır suçtur.

Suçtur suç olmasına da, üç eski fanatik AKP’ci gazeteciye verilen cezanın boyutları onların bu suçtaki paylarıyla açıklanamaz.

Açıklayıcı olan AKP’nin daha doğrusu Erdoğan’ın “başkasını sana yâr etmem” kararlılığıdır. Erdoğan, oldukça uzun bir süredir, ABD ve diğer batılı merkezlere bir yandan “çok üstüme gelirseniz Rusya’ya yönelirim” derken bir yandan da kendisine alternatif yaratmaya çalışan emperyalist ülkelere “gözünü diktiğin her seçeneği yok ederim” tehdidini savurmaktadır.

Bu anlamda Altan Kardeşler ve Nazlı Ilıcak’ın aldığı ceza ile Afrin operasyonu bir ve aynı şeydir. Kimileri bunu “emperyalizme karşı büyük savaş” olarak adlandırmaktadır ve halkı tıpkı zamanında fena aldatan Altan Kardeşler ve Ilıcak gibilerinin suçunu işlemektedir.

Amerikancılık ya da genel olarak emperyalizmle işbirlikçilik kesintisiz mücadele edilmesi gereken bir olgudur ama bu mücadele Amerikancılığı tekeline almak isteyenleri de kapsamak durumundadır.

Evet, bugün siyasi iktidar ABD’ye “bana mahkumsun” demektedir. Bunu demenin birden fazla yolu vardır. “Sana en iyi ben hizmet ederim” lafını bundan 16 yıl önce henüz yolun başındayken Okyanus’un ötesine giderek yerinde söylemiş, güvence vermişlerdir. Bölgemizdeki her kriz başlığında bu laf tekrar edilmiştir. Şimdi de değişen bir şey yok, siyasi iktidar ABD’ye “başkalarını boş ver, ben sana yeterim” mesajını her gün ve her kanaldan iletmeye devam etmektedir.

“Bana mahkumsun” demenin bir diğer yolu, “hizmet aşkı” ile yanıp tutuşan diğer aktörleri yok etmek ya da yok edebileceğini göstermektir. Abdullah Gül ne zaman azıcık kafasını kaldırsa bu yüzden şamar oğlanına çevrilmekte, “ısrar ederseniz onu da hallederiz” demeye getirilmektedir. Ahmet Altanlar emperyalist ülkelerin kanaat tasarımcıları olarak hareket ettiler, bu ülkeler Erdoğan’ı işaret ettiklerinde Erdoğancılık yaptılar, Erdoğan’ı sıkıştırmak istediklerinde Erdoğan eleştirisine soyundular.

Erdoğan’ın altını çizmekle Erdoğan’ın üstünü çizmek arasında sanıldığı kadar büyük bir fark yok! 

Ama işte Erdoğan da aynısını yapabiliyor! Fethullah’ın altını çizmekle üstünü çizmek arasında kendisi açısından büyük bir fark olmadığını gösteriyor, Kürt açılımının bir altını bir üstünü çiziveriyor, PYD’nin liderlerini Türkiye’de ağırlıyor, altını çiziyor sonra gün geliyor şimdi “üstünü fena çizeceğim” diyor.

Amerikancı siyaset öteki Amerikancıları tasfiye ediyor. 

"Yüz vermezsen şuna kaçarım."

"Sana göz dikeni öldürürüm."

"Bana dönersen mutlu ederim."

Yani “onu alma beni al”!

Üç gazeteci bu ihtirasın kurbanı olmuşlardır. Erdoğan “benim yerime başkalarını pazarlayanın sonu budur” diyerek kestirip atmıştır. Ama kendi suçlarıdır; alt çizerken de üst çizerken de yanlış taraftalardı. Şimdi kendi üstleri çizildi, hatta üstlerine kalem kırıldı. Artık bekleyecekler; kaotik bir dünyada bu büyük “gönül savaşı”nın bir yere bağlanmasını.

Bu kaotik dünyada mutlak uyum yoktur, aşk arızalı, nefret ölçüsüz lakin geçicidir. Amerikancılık diye adlandırdığımız olgu ise aslında şimdilik ABD’nin tepesinde durduğu dünyanın kurulu düzeni, hiyerarşisi, o hiyerarşinin egemenleridir.

Erdoğan o kurulu düzene tutkundur, o kurulu düzende ihtiraslıdır ve o düzenin Türkiye ve bölge mümessilliğinde tekel olmak istemektedir. 

Sorun şudur ki, kurulu düzenin bir düzeni kalmamış, rekabet keskinleşmiş, en tepedeki ABD zayıf düşmüş, herkes bir yandan korunaklı alanlar bulmaya bir yandan da daha fazla pay kapmaya çalışır hale gelmiştir.

Bu koşullarda Erdoğan ABD’ye “beni al” derken oldukça yüksek bir bedel istemekte, hem kendisine koruma ve biriciklik hem Türkiye kapitalizminin artan iştahını tatmin edecek bir pay talep etmektedir.

Erdoğan’ın işi zor, ABD’nin de… Üç gazetecinin durumu da hiç kolay değil…

E milyarlarca insanın sömürüldüğü, açlığa ve savaşlara mahkum edildiği bir düzenin sahiplerinden mutlu bir aşk öyküsü beklemiyorduk herhalde! Sahi, Ahmet Altan “Aldatmak” diye bir roman yazmamış mıydı?