Almanya Erdoğan’ı ne yapacak?

Erdoğan Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’ndan dönüşte Almanya’ya geçti.  Herkes izlemede, Merkel hükümeti sert yapacak mı, resepsiyonlarda kahkahalar havada uçuşacak mı, Angela ile tokalaşma uzun sürecek mi, ekonomik alanda bir jest gelecek mi… Bir sürü deli soru!

ABD’de Erdoğan’ın nasıl karşılanacağı da merak konusuydu. Trump’ın davranışları derin jeo strateji uzmanlarımızın çözemeyeceği bir gizem taşıdığından kimse bir şey anlamadı, mecburen geleneksel yönteme başvurdular: Erdoğan Trump’ı protesto etmişti. Oysa Trump’ın arkasında sırasını bekliyordu, ne onun böyle bir çıkışa hâli vardı ne de Trump’ın kendisine karşı verilecek bir tepkiyi anlama yeteneği. Olsun, artık birer paçavraya dönmüş olan gazetelere bir günlük manşet çıkmıştı, gerisinin önemi yoktu. Geniş bir nüfus bölmesi yedi düvele meydan okuyan reislerinin son kahramanlığı ile domatesin biberin fiyatını unutuvermiş, tatlı hayallere dalmıştı.

Beri tarafta birileri “şu Trump bir haddini bildirse” diye çıktıkları “Yanki duası”ndan boş dönmenin sıkıntısıyla bu kez umutlarını Almanya’ya çevirmişti. Hem çoğalmışlardı; Almanya’ya bel bağlayanların çeşidi de, sayısı da Amerikancılardan her zaman daha fazlaydı bu ülkede.

Liberali, demokratı, etnik kimlikçisi, sola bulaşmışı, vakıfçısı, cemaatçisi Almanya’nın savunduğu değerler sistemi ile AKP iktidarı arasındaki çelişkilere dikkat çekmekte, Berlin yönetimine “gereğini yap” diye çağrıda bulunmaktaydı!

İşte şimdi herkeste bir heyecan, biraz da kaygı! Acaba Erdoğan bir kez daha kandırır mı!

Doğru, 50 yılda iki kez dünyanın hakimiyeti için kanlı hamle yapan, şimdilerde elde ettiği büyük ekonomik gücün hakkını almak için fırsat kollayan Almanya’nın yönetici sınıfı aptal, bugünkü Erdoğan karşıtlıkları en az dünkü Erdoğancılıkları kadar pespaye bizimkiler çok zeki!

Almanya’nın değerler sistemi varmış! Demokrasi, özgürlükler filan…

Avrupa’daki “özgürlükçü” kamuoyunu küçümsemiyorum ama bu şekilsiz toplumsal baskının gücünü abartmamak gerek. İktidarlara gelince… İngiltere, Fransa ve Almanya gibi başat Avrupa ülkelerinde ister muhafazakar, ister liberal, ister sosyal demokrat etiketli olsunlar, siyasi iktidarların değer sisteminden tek anladıkları artı-değerdir; sömürünün sürmesi, büyük tekellerin çıkarlarının korunması ve geliştirilmesi. Dış politika hem emperyalist sistemin içindeki rekabetin gerekleri hem de uluslararası alanda emeğin bastırılması zorunluluğu ile şekillenir.

Değerler sistemiymiş! Başka dönemleri geçtim, Bugün Almanya’yı yönetenler 12 yıllık Hitler iktidarını insanlığa armağan eden büyük şirketler. Daha çok enerji kaynağı, daha ucuz işgücü, daha geniş yatırım alanı ve pazar, daha etkili bir askeri güç, daha fazla siyasal hakimiyet. 

Yani Almanya’ya egemen olan değer sistemi ile ABD’ninki, ABD’ninki ile Fransa’nınki ve hatta Türkiye’ninki benzer.

Şimdi Almanya’dan beklenen bu çıkarları bir kenara koy ve Erdoğan’a dersini ver!

Alman devleti (bakın siyasi iktidar filan demiyorum, devletten söz ediyorum), Almanya’nın çıkarlarına daha iyi hizmet edeceği için yıllar önce AKP’yi destekledi. Haklı çıktı. Sonra yönetilmesi güç ve başına buyruk hale gelen Erdoğan’a alternatif oluşturmak için arayışlara girdi. Bu arayışlar sırasında “demokrasi” ve “özgürlük” kaygılarını elbette kullandı. İyi silahtır; Birinci Dünya Savaşı’nda kanlı bir boğazlaşmaya tutuşan iki emperyalist kamp da “özgürlük” vaadediyordu öte tarafın ezilenlerine. Tıpkı ABD’nin 1945’ten itibaren komünizme karşı başlattığı savaşı “hür dünya”nın savunulması diye güzellemesi gibi…

Ancak ABD ve Almanya’nın Erdoğan karşıtı hamlelerinin zayıf tarafı, Erdoğan’ın kendilerine kazandırdıklarını kaybetmeden sonuç alma isteğiydi. Bu nedenle yolları dönüp dolaşıp Abdullah Gül’e varıyordu. E ama Erdoğan Gül’ü, Gül de Erdoğan’ı iyi tanıyordu. Gül’ün sağlamcı olduğunu bilen Erdoğan ona riskleri gösterdi; Erdoğan’ın üslubunu bilen Gül de sağlamcılığına sağlamcılık kattı, kıpırdayamadı bile. Türkiye’nin geleceğinde ortaya çıkan iki seçeneğin bir dönemin ortakları olması… Onlara keyif veriyordur da memleket için nasıl bir zuldür!

Neyse… Olmadı.

Demokrasi ve özgürlüğün para ettiği dönemler vardır, o zaman emperyalist ülkelerin ağzından bal damlar. Ama şimdi Erdoğan “demokrasi ve özgürlük”ten daha çok kazandırma iddiasında. Yıllardır kendisine karşı içeriden ve dışarıdan gelen hamlelerin hepsini savuştururken buna ikna etti sermaye sınıfını.

Bağırırken, tavır alırken, çeker giderim başkasına derken bile hep “benden daha iyisini bulamazsınız” dedi. ABD’ye “Suriye ve Irak’ta Kürtleri boş ver, gel benimle yetin, kârlı çıkarsın” diyor. İsrail’i BM’de katliamla suçlarken bürokratları sessiz sedasız İsraille gevşeyen ama hiç kopmayan ilişkileri geliştirmek için uçaklar havalandırıyordu.

Şimdi Erdoğan Almanya’da ve “Türkiye’de benim alternatifim yok, gelin işbirliği yapalım, siz kazanın, biz kazanalım” demekte. 

Almanya’nın bu çağrıya büsbütün kulak tıkaması olanaksız. Erdoğan’a bir kez daha sınırsız özgürlük vermesi de. Çünkü herkes biliyor ki, ekonomi kanadı kırık Erdoğan daha kolay yönetilir biridir.

Evet bu öykü böyle devam edecek. Uluslararası rekabet ve belirsizlikte egemenler çıkarlarını korumanın en uygun yolunu arayacak; şantaj ve rüşvet üzerine kurulu diplomasi sürecek ,birileri başka devletlerden medet umacak, milliyetçiliklerle halkın nabzı kontrol altına alınacak ve bir noktada…

Bir noktada bugün küçük küçük ama anlamlı kafa tutmalar, direnişlerle kendini hissettiren karıncalar kendi çıkarları için ve kendi değerler sistemi için ayağa kalkıp insanlığın son kavgasını icra edecek.

O değerler sisteminde eşitlik, adalet, dayanışma, kardeşlik yazacak!