AKP destekçisi işçiler

Yüzde 52 diye kodladık, öyle gidiyor. Erdoğan’a oy veren seçmen. Oysa bu tamamen sandık belirlenimli bir oran. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ilgisizlikten değil, politik bir tutumla sandığa gitmeyen, bilerek geçersiz oy kullanan geniş bir kesim var. Bunlar da hesaba katıldığında, yüzde 52 oranı aşağı çekiliyor doğal olarak. Öte yandan, diğer tarafın siyasi-ideolojik olarak tanımlanabilmesi de mümkün değil. “Erdoğan karşıtları” bile fazla gelir.. En fazla, onu desteklemeyenler demek mümkün. Özetle, yüzde 52’ler, 50’ler, 48’lerden söz ederken, yalnızca belli kestirimlerde bulunabilmeye yarayacak bir hareket noktası icat etmiş oluyoruz.

Ancak toplumun iki yarısı arasında şöyle bir fark da var. AKP’ci yüzde 50, onca yaşanandan sonra, ideolojik açıdan konsolide olmuş bir kitle. Dar anlamıyla dinci muhfazakarlıktan bahsetmiyorum. 12 yıllık hükümet deneyiminden son derece belirgin bir “AKP Türkiyesi” fotoğrafı çıkıyor. Bu fotoğrafta eşitsizlik, adaletsizlik, zorbalık, yalan, hırsızlık, gericilik bariz biçimde sırıtıyor… Geçen yazımdan devam edeyim, fotoğrafta iyilik-doğruluk-güzellik değil, kötülük-yanlışlık-çirkinlik var. Düpedüz kötülüğe, yanlışlığa, çirkinliğe sahip çıkan bir nüfus bölmesinden söz ediyoruz.

Saygı duymayı filan geçiniz!

Çoğu kez, AKP ile ANAP arasında bir karşılaştırma yapılır ve her iki partinin ideolojik açıdan oldukça geniş bir yelpazeyi kucakladığı ileri sürülür. AKP’den söz ederken, ihtiyatlı olmak ve örneğin dinsellik üzerinden bu partiye destek verenlerle ekonomik istikrar kaygısını AKP’yle giderenler arasındaki ayrımı abartmamak gerekiyor. Kötü, yanlış, çirkin savunusunun başat olduğu bir iktidar felsefesinin, kendini besleyen ideolojik referanslarda çözülme yaratması kaçınılmazdır. Bugün AKP kitlesi milliyetçi, İslamcı, muhafazakar ideolojilerin kendisiyle birlikte çürümektedir. Bunların her birini Yeni-Osmanlıcı bir üst ideolojiye taşıma niyetinin herhangi bir karşılığı olmadığı görülmüştür. Erdoğan-Davutoğlu ikilisinin bu umutsuz yola devam etmesinin sonucu Yeni-Osmanlıcılığın bir ideolojik silkiniş yaşamasıi değil, çürümenin hızlanmasıdır. İşte AKP destekçilerinin ideolojik konsolidasyonundan bu çürümeyi anlıyoruz.

Onları ideolojik açıdan ayrıştırmak şu an için mümkün gözükmüyor. Ancak sınıfsal açıdan AKP’ye oy verenleri ayrıştırmak mümkün ve gerekli. Burada işe kullandığımız kavramları değiştirerek başlamak durumundayız. “AKP tabanı, ağırlıklı olarak yoksullardan oluşmaktadır”, gerçeklikle örtüşse bile, bizi yanlışa sürükleyecek bir önerme. İki yüzde 50 arasında gelir dağılımı açısından bir farklılık algısı yaratmaya dönük çabalar, AKP’nin dışlanmışları, ezilenleri, mağdurları temsil ettiği demagojisinin bir uzantısıdır, prim verilmemelidir. Bizi ilgilendiren, AKP tabanındaki geniş emekçi toplamdır. Devrimci mücadele açısından bu toplamın gözden çıkarılması elbette söz konusu olamaz.

“Bizim asıl hedef kitlemiz AKP’yi destekliyor” tezi ise gözden çıkarılmaması gereken geniş bir kesime yaklaşmak açısından en talihsiz çıkarımlardan birinin ürünüdür. Yanlıştır da!

Daha önce birçok kez söylediğimiz gibi, eğer AKP’den uzak duran, ona tepkili emekçi kesimlerin siyasal direnci artırılmaz, onlar içindeki örgütlü bölmenin oranı hızla yükseltilmezse, diğer yüzde 50’nin içindeki işçilerin münferit örnekler dışında “kurtarılması” mümkün değildir.

Şimdi bu söylediğimizin daha ötesini tartışabiliriz.

Haritayı önümüze koyalım. Farklı siyasi saflaşmaları yansıtan Kürt coğrafyasını bir kenara koyduğumuzda, karşımıza bir “kıyı şeridi” gerçeği çıkıyor. Karadeniz’deki oynamalar bir yana, ülkenin deniz bağlantılı bölgelerinin tamamında AKP zorlanıyor. Bunu nasıl okuyacaksınız?

Daha yoksul bölgeler ve daha zengin bölgeler? Eksik okuma!

Daha eğitimsiz bölgeler ve daha eğitimli bölmeler? Eksik okuma!

Doğru okuma, farklılığın temelde kapitalist üretim ilişkilerinin gelişme düzeyi ve seyrinden kaynaklandığı sonucuna ulaştırır bizi.

Sınıf bilinci, sınıf kültürü, toplumsal örgütlenme alışkanlığı, kentlilik ve benzeri göstergeler açısından kıyı şeridi, işçi sınıfı hareketine çok daha geniş olanaklar sunmaya devam etmektedir. Limanlara yakın bölgeler ekonomik ve kültürel açıdan çoğu ülkede olduğu gibi bizde de tarih boyunca iç kesimlerden daha dinamiktir.

AKP buralarda zorlanıyor. Bir rivayet, AKP’yi burada asıl zorlayan “orta sınıflar”!

Yine eksik okuma.

Eğitilmiş ve istikrara kavuşmuş işgücüne “orta sınıf” damgası vurmak alışkanlığa dönüştü. Bunu da bir kenara koyalım, sınıf mücadelelerinin mantığı açısından, emek ve sermaye arasındaki kavga küçük burjuvazinin siyasal-ideolojik tercihleri üzerindeki bir kavgadır da… Kıyı şeridinde eğitimli işçilerin yanı sıra, kamuculuğa açık, aydınlanmacı bir küçük burjuva ağırlığa biraz da pozitif yönden bakmakta yarar var.

Bizim sorunumuz, modern kapitalizmin modern olmayan çocuğu olarak AKP’ye karşı direncin sınıf eksenine yerleşememesidir.

Burada büyük günahlardan biri “asıl yoksullar AKP tabanında” diyen her boydan liberallerindir. AKP’ye karşı direncin sınıf eksenine yerleşmesi, AKP’nin sınıfa saldırılarına sağlam ideolojik-siyasi yanıtlar vermeyi gerektirmiyor muydu? Özelleştirme saldırılarının özellikle ivme kazandığı AKP’nin ilk dönemi, liberallerin hükümete en fazla kol kanat gerdiği dönemdi de. Saldırıya uğrayan işçi sınıfı, buna etkili bir biçimde karşı koyamadığı andan itibaren ideolojik açıdan korunaksız hale gelir. Evet, devrimci sol, komünistler yetemedi bu dönem ama hırsızın işbirlikçilerinin hiç mi suçu yok? Şimdi çıkmış utanmadan, “yoksullar AKP’de diyebiliyorlar”!

Aslında dedikleri şudur: AKP projesi, yoksullara bir şey sunduğu için tutuyor!

Buradaki tuzağa düşüldüğü anda, kapitalist yol meşrulaşır.

Bunun yerine şunu söyleyerek başlamalıyız: İşçi sınıfının en ileri kesimleri AKP’ye direniyor, direnmeye çalışıyor. Bu direncin kalıcı kılınması, örgütlü hale gelmesi ve siyasal bir zemine kavuşması için yapılması gerekenler var. Başta, buraya sınıfsal bir kimlik kazandırmak gerekiyor.

“Sol” ne yapıyor, “orta sınıfsınız siz” diyor!

Olacak iş değil. Çukurova’dan başlayarak Trakya’ya kadar uzanan kıyı bölgesi, emekçi nüfusun atağa kalkmaya en yakın kesimlerini barındırmaktadır. Ve bu kesimler AKP’ye oy verenler değil, vermeyenlerdir!

Diyelim ki bunlar toplam nüfusun yüzde 10’unu oluşturuyor. Küçümsenebilir mi? Rakam olarak büyük, ideolojik-siyasi-kültürel açıdansa ağırlığı olan bir kesimden söz ediyoruz. Bu kesim gerilememeli, kişilik kazanmalıdır. Üç işçi kenti, Bursa, Kocaeli ve Gaziantep’i AKP’nin nasıl teslim aldığı sorusuna ayrıntılı yanıtlar verilmelidir. Özelleştirme saldırılarının en ağır örneklerinin yaşandığı Kocaeli’nde işçi sınıfının nasıl savunmasız bırakıldığı hatırlanmalı, bu üç kent ve benzerlerinde süreci tersine çevirmek için neler yapılabileceği üzerine kafa yorulmalıdır. Süreci tersine çevirmek için bu tür örneklerde de işe AKP’ye kaptırılmayan azınlıktan başlanmalıdır.

AKP destekçisi yoksullara odaklanmak, onlara öncelik vermek, zamanında demokratikleşme ihtiyacını ve Kürt sorununu gerekçe göstererek, emekçi halkı sermaye saldırıları sırasında silahsızlandıranların ihanetinden farksız bir tutumdur.