Sovyetlerde bilim

Bilim tarihinde çok sayıda atılım dönemi olduğu herkesin bildiği bir gerçek. Hatta denilebilir ki, bilim tarihi aslında bilimdeki atılım dönemlerinin tarihidir genellikle de yüz yıllık dönemler olarak ele alınır. Bu durumun belki de tek istisnası yaklaşık kırk yıllık bir döneme denk gelen, Sovyetler Birliği’nin kuruluşu ve sonrasıdır.

Avrupa’nın en geri bölgelerinden bir tanesinde, bu kadarcık bir süre içerisinde dünyanın en önemli bilim merkezlerinden birini yaratabileceği, ABD’ye Sputnik şokunu yaşatılabileceği eminim kimsenin aklına gelmezdi. Peki, bu iş nasıl oldu?

Önce sayılara bakalım: 1914 yılında sonradan Sovyetler Birliği olacak olan coğrafyada sadece bir (rakamla, 1) adet araştırma merkezi vardı ve yükseköğrenim ve araştırma merkezlerinde çalışanların sayısı 11,600 idi. 1960 yılına doğru araştırma merkezi sayısı 4196’ya, araştırmacı sayısı ise 354,200’e çıkmıştı! Bu sayı o tarihlerde dünyadaki araştırmacı sayısının dörtte biri idi yani her dört araştırmacıdan birisi Sovyetler Birliği’nde idi. Ayrıca her Sovyet’in kendi bilim akademisi bulunuyordu.

Sayıların ötesinde bir olay var ki o da geri bir ülkenin sadece iki nesil içerisinde ve sadece kendi olanaklarıyla dünyanın en büyük bilimsel gücü haline gelebilmiş olmasıdır. Kaldı ki, kapitalizmin silahlanma yarışı ister istemez Sovyet kaynaklarının ciddi bir kısmının bu alana kaydırılmasına neden oluyor, bilim de dâhil olmak üzere toplum için kullanılabilecek kaynaklar savunmaya aktarılıyordu.

Yine soruya dönecek olursak, şu gerçeği de görebilmemiz gerekir: Sovyet bilimcileri yeni bir tür fizik, kimya veya biyoloji geliştirmemişlerdi, ayrı bir Sovyet fiziği, kimyası vs. yoktu. Bilim gündemi dünyanın geriye kalan tarafından çok farklı değildi, farklı olan bilimsel çalışmaların toplumun eğilim ve gereksinimleriyle koşut hale getirilmiş olmasıydı. Bütün bilim tarihçilerinin birleştiği nokta, Sovyetlerdeki bilimsel başarının ana nedeninin bilimin organizasyonun farklı olması, yani doğrudan toplumla bağlantılı olması ve bilimin gerçekten değerli bir şey olarak kabul edilmesinde yatmaktadır. Öyle ki, Sovyetlerde bilim kurumlarında çalışmak, dışişlerinde çalışmaktan daha saygın bir konum olarak görülmekteydi. Çarlık zamanından kalma saray ve benzeri yapıların tümü bilim insanları için sosyal tesislere dönüştürülmüştü. Böylece toplumun en yeteneklileri bilim alanına yöneliyordu.

Yanıtın bir diğer ayağı da, daha önce bu sütunlarda çokça tartıştığımız, iki kültür sorunun çözülmesi, ya da sosyal bilimlerle fen bilimleri arasındaki farklılığın azalmasıydı. Bunun nedeni, Sovyet ideolojisinin temeli olan diyalektik materyalizmin çağdaş fizik ve biyoloji bilimleri üzerinde yükselmesiydi. Doğa bilimleri Marks’ın felsefesinin organik bir parçasıydı ve bu temelde kurulan bir ülkede de fen bilimleri yöneticilerin entelektüel birikiminin önemli bir parçasıydı.

Sanırım bilim politikasında önemli olan “niyet” tüm ülkelerin bilim politikalarının ana hatları birbirine benzese de, sosyalist bir düşüncede bilimsel gelişmeler yaşamı kolaylaştırırken, kapitalizmde kolaylaştırıyor görünüp zorlaştırıyor. Tam da bu nedenle, toplum için bilim politikası oluşturabilmek için böyle bir niyeti olan bir iktidar gerekiyor. Kolay gelsin.