Değişmeyen nakarat: Üniversite-sanayi işbirliği

Beklenildiği gibi, 62. Hükümetin programında da bilim politikası açısından bir değişiklik yok: üniversite-sanayi işbirliği politikanın merkezinde olacak, kaynaklar kamudan bu işbirliğine aktarılacak.

Otuz yılı aşkın bir süredir sadece hükümet programlarında değil, bilimle ilgili her türlü belgede üniversite-sanayi işbirliği sözü geçiyor. Muhalefet de karşı çıkmıyor, sadece biz daha iyi uygularız diyor. Bu sözün bir çekiciliği mi var, yoksa kullanan kişiyi bilgili mi gösteriyor bilmiyorum ama işbirliği sürecine etkisi bile olamayacak alt düzey yöneticilerin bile konuşmalarında bu söz geçmezse olmuyor.

Peki, nasıl bir şeydir bu işbirliği? İlk kez kim nerede kullandı bilmiyorum ama literatüre girişi İkinci Dünya Savaşı sonrasına denk gelir. Bu dönem aynı zamanda bilim politikası kavramının da ortaya çıktığı zamandır. Başlangıçta sanayi-üniversite-pazar zinciri biçiminde kurulan ilişkiler yumağı, daha sonra ülkelerin özgül koşullarına göre ufak tefek farklılıklar göstererek, bilim politikalarına evrilmişti.

İlk bakışta olumlu gibi görünse de, üniversite-sanayi işbirliği ile anlatılan eşitsiz bir ilişkidir. Belki de TÜBİTAK’ın yaptığı tanım, hiç saklamaya gerek duymadan konuyu en özlü bir biçimde açıklamaktadır: “Bu programla, üniversite/kamu araştırma merkez ve enstitülerindeki bilgi birikimi ve teknolojinin, Türkiye’de yerleşik ve proje sonuçlarını Türkiye’de uygulamayı taahhüt eden kuruluşların ihtiyaçları doğrultusunda, ürüne ya da sürece dönüştürülerek sanayiye aktarılması yoluyla ticarileştirilmesine katkı sağlamak amaçlanmıştır. Programın uygulama esaslarında Müşteri Kuruluş olarak anılan özel sektör kuruluşu ve Yürütücü Kuruluş olarak anılan üniversite ya da kamu araştırma merkez ve enstitüsü bir İşbirliği Sözleşmesi imzalayacaktır. Bu sözleşme çerçevesinde Yürütücü Kuruluş tarafından yapılacak yeni bir ürün üretilmesi, mevcut bir ürünün geliştirilmesi, iyileştirilmesi, ürün kalitesi veya standardının yükseltilmesi veya maliyet düşürücü nitelikte yeni tekniklerin, yeni üretim teknolojilerinin geliştirilmesi projesi TÜBİTAK ve Müşteri Kuruluş tarafından finanse edilecektir.”

Dikkat edilirse burada amaçlanan ne bilimin ne de kamunun çıkarıdır söylendiği gibi amaç ticarileşme ve sanayi üretimine destektir. O zaman bu ilişki eşitsizdir, tek yanlıdır ne bu belgede, ne de dünyadaki diğer örneklerde bu işbirliği ile bilimin sorunlarının çözüleceğinden, sanayiden elde edilen gelirin temel bilim araştırmalarına aktarılacağına dair bir not yoktur. O zaman, ilişkiyi işbirliği olarak değil, sanayinin bilimi ve kamu kaynaklarını üniversite üzerinden kullanması olarak tanımlamak daha doğru olacaktır. Gerçekten de, Türkiye’de hiçbir zaman özel sektörün Ar-Ge harcamaları içerisindeki payı yüzde 25’i aşmamıştır. Kaldı ki, bu oran hesaplanırken nasıl özel sektör payının yüksek gösterildiği, Ar-Ge harcaması adı altında nasıl turistik gezilerin nasıl finanse edildiği de ayrıca irdelenmelidir belki bunu başka bir yazıda yaparım.

Bilimin ve sanayinin istekleri birbiriyle örtüşemez mi? Genellikle hayır, çünkü biri evreni açıklamanın, diğeri ise kârlı olanın peşindedir. Bir olasılık ikisi birbiriyle örtüşebilir ama bu durum nadiren gerçekleşir, anlıktır ve bunun üzerine asla bir politika inşa edilemez.

Daha önceki bir yazımda ayrıntılı olarak tartışmıştım sadece yükselen sınıf bilimden yanadır. Günümüzde egemen gücün veya daha açık bir ifadeyle büyük burjuvazinin ilerici işlevini yitirmiş olması ve dolayısıyla çıkarlarının bilimsel gelişme yönünde olmaması bilimin ve sanayinin gerçek anlamıyla işbirliği yapamamasının asıl nedenidir. Çıkarları hem bilimin, hem de üretiminin artması yönünde olan bir sınıfın iktidarı ancak bu sorunu çözebilir.