Marksizm bilime yabancı mı?

Düzenli Bilimsol okurları bilecektir yukarıdaki soru hem Eylül 2012’de Karaburun’da düzenlenen bir sempozyumun, hem de yenilerde Yazılama Yayınlarından çıkan bir kitabın adı (*). Kitabı okurken, masamın üzerinde gören neredeyse hemen herkes “Böyle anlamsız bir soru olur mu? Elbette Marksizm bilime yabancı değil” diye tepki gösterdi. Sonuçta ulaşılan yargı doğru olsa da, bu kadar kolaylıkla bu söylenebilir mi?

Kitabı okuyunca, Türkiye solunda bu konuda ciddi bir tartışma ve bunun hem nedeni hem de sonucu olarak ciddi bir bilgi eksikliği olduğunu anlıyoruz. Herkes konuşmaya bilim diye başlıyor ama Türkiye sosyalistleri bu konuda ne diyor, açık değil. Gerçekten de, yaşamın her alanıyla ilgili önemli bir birikim varken, bu konu atlanmış. Tarihi TKP’den TİP’e, Şefik Hüsnü’den Hikmet Kıvılcımlı’ya ciddi bir açık söz konusu. Durum böyle olunca da bilim konusu burjuva ideologlarının eline geçmiş onlar da ne kadar bu işin altından kalkabilirlerse…

Yıllar önceydi, Bilim ve Ütopya dergisi (o zamanlar yayın yönetmeni Ender Helvacıoğlu’ydu) bir seçim öncesi tüm siyasi partilere bir yazı yazarak bilim konusundaki görüşlerini sormuştu. Yanıt verenlere baktığımızda hiçbirisinde doyurucu bir açıklama yoktu. Bilimi iki konuyla karıştırıyorlardı: eğitimle veya teknolojiyle! Bilim politikası diye anlattıkları bu iki konudan bir tanesiydi. Hiç yanıt vermeyenlerin ise konuya iyice uzak olduğunu varsayabiliriz.

Bilim politikası olmayınca, bilim konusunda doğru dürüst bir şeyler söyleyemeyince, eğitimi teknolojiye bağlama konusunda da ciddi bir açık ortaya çıkıyor. Böylece eğitim politikaları bir yere gidemiyor. O zaman sağcılaşmaya mahkûm oluyorsun. Teknoloji üzerine söylediklerinin de temeli olmadığı için yine sağcılaşma kaçınılmaz oluyor, çünkü boşluğu sistem kendi ideolojisiyle dolduruyor. İşte bu nedenle, diğer politikaların eğitim ve uygulamasını etkilediği ve belirlediği için, bilim politikası başka politikalardan daha önemli hale geliyor. Kitabın sunuş yazısında belirtildiği gibi, “Bilim geleneğinin ve kültürünün zayıf olduğu bir toplumda, üstelik siyasal Marksizm’in toplumsal etkisinin hep sınırlı olduğu tarih kesitinde çok şaşırtıcı değil”.

Kitap elbette bu boşluğu bütünüyle doldurmuyor, zaten böyle bir savı da yok. Ancak, başlangıç olarak düşün hayatına önemli bir giriş yaptığı rahatlıkla söylenebilir. 2013’te yapılan ve kitaplaşma aşamasında olduğunu bildiğim ikinci sempozyum bildirilerinin de yayınlanmasıyla bir adım daha atılmış olacak.

Son söz yine kitaptan, Can Soyer’den: “Marksizm’e bilimsel nitelik kazandıran en önemli unsur, kuşkusuz, sahip olduğu diyalektik yöntem ve bunun tarihe uygulanmasıyla oluşturulan maddeci tarih anlayışıdır. Ancak maddeci tarih anlayışı, basitçe bir tarih çözümlemesi olmanın ötesine geçerek, kapsamlı ve çok boyutlu bir felsefi birikimin de mirasçısı sayılmalıdır”. Sanırım işin özü bu olsa gerek.

(*) Dizdar A (ed), Bilim üzerine Marksist tartışmalar. Marksizm bilime yabancı mı? Yazılama, 2014.
1