12 Mart darbesi ve bilim

Üzerinden 40 yılı aşkın bir süre geçti, bir kuşak değişti. Zaten belleği güçlü bir toplum değiliz, hele bir de kuşak değişti mi, akılda bir şey kalmıyor. Kastettiğim 12 Mart darbesi malum dün yıldönümüydü.

Önce kısa bir özet: 12 Mart 1970 tarihinde yapılan askeri darbe ile 1960 yılında kazanılan özgürlükler askıya alınmıştı. TİP, DİSK ve ilerici dernekler kapatıldı, grevler, yürüyüşler, miting ve gösteriler yasaklandı. Dergiler kapatılıp, her türlü muhalif ses susturulmaya çalışıldı. Kitlesel siyasal davalar açıldı. 12 Mart düzeni, 27 Mayıs Anayasası’nda tanınan siyasal özgürlükleri kökünden budadı. İmam Hatip okullarına lise statüsü verdi, tarikatları ve cemaatleri güçlendirdi. Darbenin başındaki Memduh Tağmaç “sosyal uyanış ekonomik gelişmeyi aştı, bunu durdurmak gerekir” diyerek darbenin felsefesini ortaya koyuyordu.

Bilim dünyasında da darbenin etkileri hissedildi. Elbette özgürlüklerin olmadığı bir ortamda zaten bilimden söz edilemez ama anımsanması gereken doğrudan müdahaleler de vardı:

1) 1970 yılında çıkartılan 1750 sayılı üniversiteler kanununda eski yasaya göre yapılan en büyük değişiklik özerkliğin kaldırılması olmuştur. Ayrıca, “Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK)” adı altında, geniş yetkilerle donatılmış bir üst kurum da bu yasayla oluşturulmuştu. YÖK yasası daha sonra Anayasa Mahkemesi kararıyla iptal edilmiş olsa da, 1980 yılında yapılanların ne zaman planladığını göstermesi açısından önemlidir.

2) Üniversitenin günlük yaşamının ayrıntılarına müdahale etme alışkanlığı da 12 Mart darbesiyle başlamıştı. Örneğin, hocaların üniversitelerde bulunabilecekleri süre saat 08.00- 20.00 olarak belirlenmişti. Bu saatler dışında çalışmak yasaklanmıştı. Araştırmalarını gece de sürdüren bilim insanları artık istedikleri gibi çalışamıyordu. Darülfünundan beri üniversitenin çalışma saatlerine ilk kez müdahale edilmiş oluyordu. Bilimsel çalışmaların, deneylerin mesai saatleri içine alınması ilk kez oluyordu. Hoş, yine 1980 sonrasında iş öğretim üyelerine ev ödevi vermek (şaka yapmıyorum, milli bayramların önemi konusunda diğer öğretim üyelerine aktarılmak üzere kısa sunumlar hazırlanması bile istenmişti) veya sonucunu verip, bilimsel çalışma istemek (yine şaka değil, örneğin, Ermeni soykırımı yapılmadığı sonucuna varan bilimsel çalışmalar istenmişti) alışkanlık haline geldiğinden, bu istek yadırganmayabilir bile.

3) Terör olaylarından üniversiteyi ve bilim insanlarını sorumlu tutmak da o dönemde başlamıştı. Başbakanlığa atanan Nihat Erim, “üniversitelerin kapalı kaldığı süre içerisinde şiddet eylemlerinde azalma olduğunu saptadıklarını” söylemişti. Hani, bu saptamanın mantıki sonucu olarak üniversiteleri bir daha açılmamak üzere kapattıklarını söylemelerini beklerken, “bu yüzden öğretim elemanlarının üniversitelerarası rotasyonunu başlatacaklarını” söylemişti. Bu sözlerdeki sebep- sonuç ilişkisi bir yana, üniversitelere bakışın sakatlığı konusunda ne demeli, bilemiyorum.

4) 12 Mart rejimi her ne kadar öğretim üyelerine sistematik tasfiye yapmayan tek darbe olsa da, İsmail Beşikçi’ye yapılanları unutmak mümkün değildir. Erzurum Atatürk Üniversitesi’nde sosyoloji asistanı iken yine kendi bölümündeki bir öğretim üyesi (Orhan Türkdoğan) tarafından Marksist ve bölücü propaganda yaptığı gerekçesiyle ihbar edilmiş, önce yargılanmış, sonra hapsedilmiş ve üniversiteden uzaklaştırılmıştı. 1974 affıyla çıktıktan sonra da defalarca mahkûm edilmiş ve yaşamının yaklaşık 20 yılı hapislerde geçmiştir.

Bilimde zaman aşımı olmaz. Bilime zarar verenlere de zaman aşımı yoktur onları hep anımsayacağız