Üçlü zirvenin ardından

Geçtiğimiz hafta Rusya, İran ve Türkiye devlet temsilcileri başarılı bir üçlü zirve gerçekleştirdi. Üç ülkenin Suriye sorununun çözümü için Ocak 2017’de Astana’da başlayan Kasım 2017’de Soçi’de devam eden sürece dönük bağlılıkları uluslararası gerilimin yüksek olduğu bir anda teyit edilmiş oldu.

Sonuna kadar izlediğim basın toplantısında verilen mesajlar uzaydan bir ziyaretçimiz olsa hayran kalacağı bir uyum havasında geçti. Üç ülkenin gazetecilerinden gelen soruların tamamı ya bu uyumun altını çizmeye yönelikti ya da liderler kendilerini veya birbirlerini övsün diye sorulan sorulardı.

Basın toplantısında Suriye’nin toprak bütünlüğü ve Suriye halkının egemenlik haklarına saygı; Suriye’de gerilim ve şiddetin düşürülmesi, insani yardım ve barışın tesisi için yüklenilen sorumluluklar bakımından hayret verici bir ortak tutum göze çarpıyordu.

Ayrıca Türkiye tarafının misafirperverliği göz kamaştırmıştı. Hem Ruhani hem Putin bunu birkaç kez vurgulama ihtiyacı hissettiler.

Aşırı kaygan bir zeminde, herkesin karmaşık hesaplarla girdiği, yakın gelecekteki akıbeti belirsiz bir ittifak ancak bu kadar kılçıksız sunulabilirdi.

Rusya ve İran’ı doğal müttefik haline getiren, batının bu ülkelere dönük düşmanlığıydı. Başta Ortadoğu ve Karadeniz havzası olmak üzere coğrafyamızın artık herkesin yüksek sesle dile getirdiği olası bir savaşa ev sahipliği yapma ihtimali Türkiye’yi her ne pahasına olursa olsun “dizinin dibinde” tutma ihtiyacını yaratıyor.

Ve bunun için, Rusya ve İran’ın çıkarlarını geçmişte ve bugün tehdit eden ya da planlarını bozan Türkiye’nin tüm eylemlerini idare etmeleri gerekiyor.

Basın toplantısında verilen uyum görüntüsünün altını biraz kazıdığınızda nelerin idare edildiğini görmek mümkün.

Suriye savaşının başından itibaren AKP hükümetinin hedefleri ve eylemleriyle Rusya’nın bölgede geçmişten gelen bağlarını konsolide ederek yerleşiklik kazanmak ve İran’ın kendi ittifak eksenini ABD’ye ve bölgedeki Amerikan müttefiklerine karşı güçlendirmek için attığı adımlar arasında büyük bir uyumsuzluk söz konusuydu.

Suriye’de bugün savaşın dengeleri Şam yönetimi ve Suriye halkının yanı sıra Rusya ve İran lehine değişmiş olsa da Türkiye bu yeni dengeler içinde kendine yer açmaya çalışırken yine bu ülkelerle uyumsuzluk içinde.

Basın toplantısında Astana sürecinin en önemli hedefinin Suriye’nin teröristlerden arındırılması olduğu ve bu konuda üç ülkenin çabalarının sonuç verdiği anlatıldı.

Erdoğan terörizmle mücadelenin kapsamına YPG ve IŞİD’i, diğer iki ülke Suriye’deki tüm cihatçı örgütleri dahil ediyor.

Rusya Türkiye’yi kendi eksenlerinde tutmak, bölgedeki Kürt unsurları ABD’den uzaklaştırıp Şam yönetimi ile yakınlaştırmak ve Türkiye’yi operasyonlarında sınırlama yeteneğini elinde tutmak için Afrin operasyonuna göz yumdu. İran’ın pozisyonu da çok farklı değildi. Ancak her iki ülke de Kürt temsilcilerini Suriye sorununda pazarlık yürütülecek bir taraf olarak görmeye devam ediyor.

Türkiye’nin Suriye’de hâlâ elinde tuttuğu ve kaybetmek istemediği koz, çeşitli cihatçı ekiplerle dirsek teması ve onlara verdiği destek. İdlib’de çatışmasızlık bölgesi ilan edilen sahada kurduğu kontrol noktaları aynı zamanda cihatçıları koruma işlevi üstlenmişti.

Rusya’nın Türkiye’nin işbirliği içinde olduğu ÖSO’yu meşru bir muhalif unsur olarak görmediği, karma bir cihatçı ekip olarak nitelendirdiği biliniyor.

Esad yönetimine ilişkin yaklaşım farkını burada yinelemeye herhalde gerek yok. AKP yönetimi bu konuda bir süredir profili düşürse de varlık gösterebildiği alanlarda Suriye Ordusu’nun işini zorlaştırmak için elinden geleni yaptığı kesin.

Üçlü zirvede birlik görüntüsünü bozan en güncel gelişme Doğu Guta’da yaşananlar. Başkent yakınlarındaki bu geniş topraklar savaşın başından beri cihatçı örgütlerin kalelerinden biri oldu. Bölgede etkin ABD ve Suud destekli İslam Ordusu başta olmak üzere buradaki cihatçıların bölge halkını kalkan olarak kullanması, Rusya destekli Suriye ordusunun direnişi kırmak konusundaki kararlılığı ile birleşince ciddi bir trajedi ortaya çıktı. Şimdi Doğu Guta’daki mezalimden söz ederken Rusya ve İran yine cihatçıların vahşetine işaret ediyor, Türkiye ise Esad yönetimini kastediyor.

Suriye Ordusu kazanmak üzereyken cihatçılara vakit kazandıracak BM’nin ateşkes ilanını Türkiye desteklerken Rusya ve İran karşı çıkıyor.

Putin’in basın toplantısında terörist grupların İdlib ve Doğu Guta’da kimyasal silah kullandıkları yönündeki iddialarının, ABD ve müttefiklerinin Şam’a yönelik benzer bir suçlama hazırlığına karşı bir önlem olduğu anlaşılıyor. Böyle bir provokasyon başladığında Türkiye’nin de Şam yönetiminin kimyasal silah kullandığı yönündeki iddialara katılma olasılığı yüksek.

Listeyi uzatmak mümkün. Bunca zıtlık üçlü ittifakın ne kadar sürdürülebilir olduğu sorusunu akla getiriyor.

Türkiye burjuvazisinin batıyla olan tarihsel bağları ve kesin bir kopuşun güçlü bir iktisadi ve politik zemininin olmadığı bilinen bir gerçek. Emperyalistlerin de Türkiye’yi kaybetmek istememeleri için yeterince sebep var.

Türkiye’nin Suriye operasyonunun nereye evrileceği ve ABD’nin önümüzdeki günlerde operasyonun Membiç’e doğru genişletilme girişimlerine nasıl tepki vereceği biraz daha tabloyu netleştirecek belki.

Ancak Türkiye’nin İran ve Rusya’nın elinde biriken -şimdilik dokunulmazlık zırhına sokulmuş- kabarık dosyasını ve Türkiye’nin Rusya’ya giderek artan iktisadi bağımlılığını hesaba katmadan ittifakın ömrünü kestirmek mümkün değil.