Latin Amerika’da kapitalizmi aşmak

Uzun yıllardır kıtanın pek çok yerindeki toplumsal hareketlere danışmanlık yapan Uruguaylı gazeteci Raul Zibechi Temmuz ayının son günlerinde Venezuela’da otuzdan fazla toplumsal örgütün yer aldığı bir toplantıya katılıyor. Konu kıtadaki mevcut sol iktidarlarla toplumsal hareketlerin ilişkisi ve doğal kaynak sömürüsüne dayanan gelişme modeline nasıl alternatif yaratılabileceği üzerine. Katılımcıları arasında sosyal hizmet kooperatifleri, ulusal takas sistemi ağı, Amazon ve Yukpa bölgesi yerli grupları, feministler, kırsal kollektifler, Afrika kökenli gruplar, Caracas’taki bina işgalleri ile ünlenmiş Kiracılar Hareketi var. Bunları Latin Amerika’da toplumsal hareketler deyince nasıl bir çeşitlilikten söz ettiğimizi anlatmak için sıralıyorum.

Bu toplantıda ortaya çıkan görüşler ve Zibechi’nin konuya ilişkin fikirleri bugün Latin Amerika’da ağırlığı olan bir eğilimin ip uçlarını bize sunuyor. Buna göre mevcut sol iktidarlar söylemleri itibariyle kıtadaki sağcı iktidarlardan ayrışsalar da, doğal kaynak sömürüsüne dayanan aynı gelişme modelini esas alıyorlar. Örneğin petrol gelirlerinin en demokratik yollarla yeniden bölüştürüldüğü Venezuela’da bile tüketime dayalı rantçı bir yapı var. Devletle arasına mesafe koymayan toplumsal örgütler de bu yapının içinde etkisizleşiyor, onun bir parçası haline geliyor. O nedenle biz özerk yapılarımızı korumalı, doğayla barışık bir üretim ve yaşam pratiği ile kültürel mücadelenin nelere kadir olduğunu göstermeliyiz. Bir diğer görevimiz belli bir mesafeden mevcut iktidarlara baskı uygulayıp daha ileri kazanımlara onları zorlamaktır. Çünkü siyasal iktidar olmadan da toplumsal dönüşüm başlatılabilir.

Latin Amerika’da yeni toplumsal hareketler biraz gecikmeli olarak 1980’lerin ortasında ortaya çıktı. Gecikmenin asıl nedeni askeri diktatörlüklerin henüz sona eriyor olması idi. Bu hareketler kıtada Colomb’dan bu yana biriken sorunların ortaya çıkardığı toplumsal dinamiklerin neoliberal saldırı karşısında farklı bir siyasallaşma sürecine girmesinin ürünüydü. Avrupalı yeni toplumsal hareketlerden anti-emperyalist ve emekçi karakterleri ve sonuç alıcı radikal mücadele pratikleri bakımından ayrışıyorlardı. Öte yandan sosyalizmin ve sınıf siyasetinin düşüşte olduğu bir dönemde ortaya çıkmaları farklı mücadele gündemlerine göre ayrışmış parçalı bir yapının, kimlik siyasetinin, iktidar perspektifinden yoksun mücadele biçimlerinin ağırlık kazanmasına neden oldu.

İlerleyen yıllarda neoliberal saldırıların püskürtüldüğü örnekler, başta yerli toplulukları olmak üzere çeşitli örgüt ve hareketlerin kapitalizm dışı kendi yaşam alanlarını yarattıkları ve bu alanları savunmak için mücadele ettikleri örnekler ve nihayet kimi ülkelerde destekledikleri siyasal temsilcileri devlet katına yükselttikleri örnekler yaşandı.

Bu örnekler çoğaldığı oranda sosyalist devrim fikrinden uzaklaşıldı.

Kıtada işbaşına gelen sol yönetimlerin neredeyse tamamı siyasi ufukları bakımından bu yeni toplumsal hareketlerin ortalamasını yansıtmaktadırlar. Yani bu hareketler iktidar katına yükselince böyle bir sonuç doğuyor. Hiçbirinde kapitalizmi aşmak gibi bir çaba yok, ülkelerini neoliberalizmin marazlarından şu ya da bu ölçüde kurtarmak gibi bir iyi niyet var. Bunun da ne kadar zor olduğu gün geçtikçe daha çok anlaşılıyor...

Bir tesadüf müdür bilinmez ama, solun iktidara taşınmasında yeni toplumsal hareketlerin en az rol oynadığı Venezuela kapitalizmle hesaplaşmak konusunda en çetin mücadelenin sürdüğü ülke. Stratejik sektör kamulaştırmaları sürekli güncelleniyor, örgütlü bir işçi hareketinin ortaya çıkması için çaba harcanıyor, işçi denetiminin hakim olduğu kooperatifler ve devlet tesisleri inşa ediliyor, kaynakların nasıl dağıtılacağına karar veren yerel komünler ve komünal meclisler kurarak kapitalist devletin yerini alacak bir yapı yaratılmaya çalışılıyor.

İşleri zor, ancak doğal kaynak sömürüsüne dayalı modeli kültürel mücadele ile aşma stratejisinden daha gerçekçi olduğu kesin.